Şehirde yakıp-yıkmadık ev bırakmıyor: “Yetişin Millet! Sarayımı yakmak istiyorlar.” diye feryat ediyor…
Önüne geleni dövüyor: “Yetişin Millet! Teröristler beni dövüp tahtımdan indirmeye uğrayışyor.” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor…
28 Şubat’ta 1 gecede zengin olanların yakasına yapışacağını söylüyor; devr-i iktidarın zenginlerini koruma altına alıyor…
“Muhtıracıyı emekli edecektik; de Cumhurbaşkanı engel olur diye etmedik.” buyuruyor; “Malûm zata üstün hizmet madalyası ve son model arabayı da o Cumhurbaşkanı mı vermişti?” sorusunu cevaplayamıyor…
İlkokul bebeleri sütten zehirleniyor, “Hazımsızlık, alışkın değiller.” izahı yapılıyor. Özür kabahatten büyük. “Kindar nesiller yerine sağlıklı nesiller yetiştirmeye öncelik verseydim, çocuklar süte Fransız kalmazdı.” diye düşünmüyor…
Koca Anayasa’nın bir tek maddesine uyuyor: devletin gençleri ve çocukları zararlı alışkanlıklardan koruma görevi maddesine. Diğer maddeler, kanunlar hak getire. Onlara uyan ve uyulmasını isteyenleri de “terörist” sayıyor…
“Statüko ile mücadele ediyoruz.” diyerek ülkenin ve milletin köklü ne politikası varsa yerle bir ediyor; ama millete statükocu-muhafazakar bir yaşam dayatıyor.
Yetimin, öksüzün, garip gurebanın hakkı olan ne varsa yabancılara, yandaşlara sattı. Son malları da yabancılar alabilsin diye, “karşılıklılık” şartından tümüyle vazgeçti. Yani Lozan’ı resmen rafa kaldırdı. Tüm bunların üzerine de “tiyatro perdesi” indirdi…
“Krallık, kralın soytarıları dönemi bitti.” diyor. “Padişahlık” ve “Padişahın dalkavukları” dönemini başlatıyor…
Alkışlarla!…
* * *
Kriz başladığından beri tiyatrocular, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü hatırlatıyor: “Her şey olabilirsiniz; ama sanatçı olamazsınız.”…
Yanlış örnek!…
Tiyatroda, sinemada yapılan ne: rol. İçi kan ağlasa da güler, hasta olsa da oynar. Rolüyle o kadar bütünleşir ki bazıları, halkımız yolda gördüğünde sevdiyse över, kızdıysa döver. Cebine notlar tıkıştırır: “Karın seni aldatıyor.” diye. Öldüyse de cenaze namazı kılıp mevlidini okutturur. Değil mi?
Peki O,
“Defalarca yumruklarımızı sıkardık, dudaklarımızı ısırırdık… Hakkımızda jet hızıyla kararlar veren o yargı sistemine karşı dirayetle sabrettik… İkiyüzlüler karşısında sabrettik. İşte bugün sabrın selamete erdiği gündür.” demedi mi?
Yani 10 yıldır “rol” yaptığını; yani büyük bir “sanat” icra ettiğini söylemiş olmadı mı?
Çok da başarılıydı; ki halkımızın bir kısmı: “Yetmez, ama evet.” dedi, verdikçe verdi!…
10 yıllık “demokrasicilik” adlı oyun bitti… Perde indi!..
Alkışlarla.
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
2 Mayıs 2012