Lafı hiç dolandırmadan soruyorum: 2002 veya 2004’te AB’ye, Güneydoğu’ya “özerklik” sözü verildi mi?
AKP’nin iktidara gelişinden beri kafaları kurcalayan, fısıltılarla konuşulan bu iddiayı açıktan dillendirmemin sebebi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dün CNN Türk’te “Arap Baharı’nın Kürt baharına dönüştüğü” yorumları üzerine yaptığı şu değerlendirme:
“…Türkiye’de televizyonlarımızla, üniversitelerimizle, seçmeli ders olarak okutacaklarımızla vatandaşın hangi talebine sırt çeviriyor hükümetler? Seçme, seçilmenin önünde engel mi var?.. Bugün 30’a yakın milletvekili var. Her istediklerini söyleyebiliyorlar. Milletvekilleri Kürdistan’dan, demokratik özerklikten bahsediyor; ana dilde eğitim diyor. İfade özgürlüğü var. Parlamentoda dokunulmazlık var. Bütün bunların konuşulduğu bir ülkede, başka ülkelere bakarak bir ayaklanmadan bahsedilebilir mi? Çok yanlış…”
Açıkça görülüyor, iktidar “Kürdistan-özerklik” işlerinin “demokratik demokratik”, bir başka ifadeyle ‘kansız’ hallinden, bunların konuşulmasından rahatsız değil. Rahatsız olduğu “kanlı” istenmesi!
AKP Kasım 2002’de iktidara geldi. 1 ay sonra AB Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye AB’ye ‘demirlendi’ ve Türkiye-AB ilişkilerinde ‘yalancı bahar’ başladı. Arınç’ın övünerek anlattığı o tablo işte adım adım bu sürecin eseri oldu.
16-17 Aralık 2004’te de Brüksel Zirvesi yapıldı. Sonuç bildirgesinin 17-23’üncü maddeleri Türkiye ile ilgiliydi. Birçok şey yine satır aralarına gizlenmişti. Bu zirvenin sonrasında o bildirgenin ‘gizli’ maddeleri olduğuna dair söylentiler, hatta metinler ortaya çıktı. İddiaya göre açıklanmayan maddelerden biri, “AB’nin Güneydoğu ile ayrı müzakere yürütebileceğine” dairdi. Yalanlandı tabii; ama hiç emperyalizm cephesinde ateş olmayan yerden duman çıkartılır mı? Ne “olmaz” denilenler, en önce spekülasyon, dedikodu, sehven, gözden kaçma olarak başlamadı mı?
Böyle gizli bir anlaşmaya ben de hiç ihtimal vermemiştim. Ama şu gidişata, hele de Arınç’ın sözlerine bakınca artık “neden olmasın?” noktasına geldim ve Brüksel Zirvesi sonuç bildirgesini bir kez daha okuma ihtiyacı duydum. Şu satırları buldum:
“Katılım müzakerelerine paralel olarak AB, her aday ülkeyle kapsamlı bir siyasi ve kültürel diyaloğa girecektir. Bu kapsamlı diyalog, kişileri bir araya getirerek karşılıklı anlayışı iyileştirmek amacıyla sivil toplumu da kapsayacaktır.”
Sihirli kelime diyalog!.. Müzakerenin kibarcası… BDP’lilerin, PKK’lı belediyelerin, Zanaların, STÖ görünümündeki kişi ve kuruluşların pervasızlığının, iktidarla enseye-tokat ilişkilerin sebebi bal gibi bu satırlarda gizli. Tek tek diyalog, sonra toplu ‘müzakere’ şeklinde bir yol haritası çıkmıyor mu?
Ya Başbakan Erdoğan’ın, içtiği su PKK’dan ayrı gitmeyen ve dahi AB’nin “sembolü” olan Leyla Zana’yla görüşmesi? Ne konuşuldu bilmiyoruz; ama Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay sayesinde en azından şu kadarını öğrendik: Zana, “Öcalan’ın ev hapsine alınmasını” istedi. Bir de Zana “hanımefendi” oluverdi.
Oldu da Nisan 2011’de Zana-İshak Alaton muhabbetini unutuverdik. Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen Barışı Kurmak adlı konferansta Alaton, bölge insanının Türkiye’den ayrılıp ayrılmaması konusunda “referandum” çağrısı yapmış, “Kürtlerin teskin edilmesi için” de Öcalan’ın ev hapsine alınmasını önermişti. Taraf Gazetesinin en büyük destekçisi Alaton’un “kızım” diye hitap edip alnından öptüğü Zana ise “bölünme”nin sadece Kürtlere değil Türklere sorulmasını da isteyip şunları söylemişti:
“Kürtler kendi liderlerini seçmeli. 30 yıldır Kürtleri bu aşamaya getiren Sayın Öcalan ve örgütüdür. Kürtler, PKK’nın ortadan kalkmasını istemiyor. Bu güç ortadan kalkarsa Kürtler ortadan kalkar. Bu güç kendini değiştirsin. Silahlı mücadeleyi bıraksın, gelsin siyaset yapsın.”
İşte Erdoğan 2 ay önce bu “hanımefendi” ile görüştü!.. Duyduk ki Cumhurbaşkanı Gül de yine yakın zamanlarda İshak Alaton’la buluşmuş. Alaton, Köşk polisine, “Lüzumlu Adamın Sırları”nı anlatmaya gitmiş, o vesileyle.
Alaton’un Zana’yla birlikte katıldığı o toplantıda yaptığı bir diğer açıklama da şuydu:
“Açıkça Kürt meselesinin bugün geldiği yere silahla ulaşıldı. Bunu da biliyorum. Ancak silah bundan daha fazlasını alamaz. Silahları bırakmak şart. Şiddet devam ettikçe, elde ettiklerini hızla kaybedeceklerdi ortadır.”
“Silahla bir yere varılmazdı” hani? Varıldığını gördüler… “Söz veya umut” verildi, 10 yıl geçti; onun için patronları, Türkiye’ye daha bir vurduruyor… Bölücü terörün “er veya geç” bitmemesinin, bitirilememesinin sebebi de işte o “sözler veya umutlar”dır. Her kim/kimler “özerklik” sözü verdiyse derhal nedamet getirsin. Değilse millet öyle bir nedamet getirtir ki!..
Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe’ye kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
23 Ağustos 2012
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/guneydoguya-ozerklik-sozu-verdiniz-mi-2508121200.html