Erdoğan, “İnlerine girdik… Bitirdik…” diyordu, meğer öyle değilmiş. Cemaatle-iktidar yargısı arasında Silivri’dekileri tahliye etme/etmeme üzerine müthiş bir bilek güreşi yaşandı.
Sayelerinde sanki kalmış gibi bir taraf, “Adalet yerlerde sürükleniyor” diye bağırırken, karşı taraf daha önce hiç yapılmamış gibi, “Yargı darbesi”nden söz ediyor.
Kimse kusura bakmasın, ama yine bir “bile bile lades”, her iki tarafın “kazan-kazan” durumuyla karşı karşıyayız sanki. Ne oldu “Kabataş görüntülerine” veya “Sümeyye’ye suikast yazışmalarına”?..
Niye mi böyle düşünüyorum?
İktidar medyası Yeni Şafak ve diğerleri günler öncesinden alarm zilleri çaldı, Cemaatin “tahliye oyununu” yazdı, HSYK’yı göreve çağırdı.
Çanak-çömlek patladıktan sonra Başbakan Davutoğlu, “Pensilvanya’dan talimat kayıtlarının ellerinde olduğunu” açıkladı.
Sormazlar mı; Madem biliyordunuz, niye engellemediniz de yargı böylesine yerlerde süründürüldü?
Olaydan sonra her kesimden hukukçular bile ortadan ikiye bölünmüşken, Davutoğlu ve bakanları hemen teşhisi koydu; “Bu hükümete karşı bir yargı darbesidir”!..
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un tespiti ise daha çarpıcıydı; “Gördünüz mü tehdidin çapını” dedi.
Bir yandaş yazarın kaleminden de şu satırlar döküldü:
“Her şerde hayır vardır misali, bu kumpasın da Yargı’daki paralel şebekenin varlığını göstermesi bakımından hayırlı sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Kamuoyu, paralel yapının devlet içindeki etkinliğini, bu olayla bir kez daha görme fırsatı buldu. Millet, bu ülkede ‘Terör örgütü lideri’ konumundaki Fethullah Gülen’in talimatıyla hareket eden, cezaevinden adam kaçırmaya çalışan hâkimlerin olduğunu öğrendi.”
Bu neyin sevinci böyle?!.
Her taşın altında “paralel” aramanın, her olayı “paralele” bağlamanının aşındırdığı inandırıcılığın kurtarılmasına mı?
Erdoğan dışında “paralelle” kimsenin mücadele etmediği iddialarına “kapak” gibi cevap verilmesine mi?
“Sıradanlaşan düşmanın” seçim üzeri canlanmasına mı?
Hasret kalınan “darbe”nin gelmesine mi?
Hepsine mi?
Cemaatin kazancı ve sevinci mi; Gövde gösterisi… Daha ne olsun?
-TÜBİTAK Başkanını Kim Kurtardı?-
Çok değil, 10-15 gün önce yaşanan bir olayı hatırlatmak istiyorum. “Kumpas” davalar sürecinde TÜBİTAK’ın rolü malûm. Bu kurumdan tutuklananlar, işlerine son verilenler oldu. Ama tüm bunlar yaşanırken Başkanlık yapan Prof Dr. Yücel Altunbaşak’a kimse dokunmadı, kimse hesap sormadı. Oysa Cemaatin ABD’de kurduğu Charter Okullarından birisinin de kurucusuydu.
Altunbaşak nihayet Eylül’de dolacak olan görev süresinin bitimini beklemeden TÜBİTAK Başkanlığı’ndan ayrıldı. Ama nasıl bir ayrılma?!.
TÜBİTAK’ın bağlı olduğu Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık olayı tv’de canlı yayında, “Ne istifa, ne görevden alınma. Karşılıklık mutabakatla görevden ayrılma olarak açıklayabiliriz” gibi büyük bir itinayla izah etti.
Altunbaşak’ın “mutabakatla” görevden ayrılıp, 4 gün sonra gözaltına alınması üzerine de Bakan Işık’ın hemen Başbakanlık Konutu’na giderek, Davutoğlu’na bilgi verdiği bildirildi. Bakan Işık, Altunbaşak’ın görevden ayrılmasının soruşturmayla bir alakası olmadığını belirtirken, niye gözaltına alındığını bilmediğini, araştıracağını söyledi.
Düşündüm de Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ıncı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ya da HAVELSAN Genel Müdürü Prof. Ömer Faruk Ağa Yarman gibi isimler gözaltına alınıp, tutuklanırken böylesi bir özen gösterilmiş miydi?
Kumpasların merkezi TÜBİTAK’ın Başkanının görevden ayrılması üzerine medyanın topyekûn tutumu da ilginçti. Tümü Altunbaşak’ın ne kadar başarılı bir bilim adamı olduğunu anlattı. Altunbaşak’ın Gülen’in ABD’de kurduğu Fulton Science Academy’nin kurucu olduğunu bir teki bile hatırlamadı, hatırlatmadı. Ama Savcılık ifadesinde soruldu, o da şunları söyledi:
“ABD’de çalıştığım dönemde, 2000 yıllarında Fulton Science Academy olarak bilinen bir okulun kuruluşunda benim de imzam istendi. O yıllarda paralel devlet yapılanmasının ABD’deki okulları bilinmediği için bir Türk okulunun açılması için imzam istendi. Daha sonra okulun şu anda paralel devlet yapılanması olarak bilinen Fethullah Gülen yapılanması ile bağlantılarını öğrenince istifa ettim. Hiçbir toplantısına katılmadım. Fiziksel olarak ayak basmadım. Oturduğum bölgenin iyi okullarından olmasına rağmen çocuklarımı göndermedim ve uzak durdum.”
Altunbaşak’ın bir diğer özelliği, TÜBİTAK Başkanı iken aynı zamanda Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi’nin Bilim Kurulu başkanlığı görevini yürütmesiydi.
Gözaltına alındığında 16 Nisan’da Zaman Gazetesi’nde şöyle bir haber çıktı:
“Eski TÜBİTAK Başkanı Yücel Altunbaşak’ın gözaltına alınması, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü fena kızdırdı. Edinilen bilgiye göre Gül, kendisinin atadığı ve aynı zamanda hemşehrisi olan bir bürokratın ‘anlaşılmaz sebeplerle’ gözaltına alınmasına sert tepki gösterdi ve anında devreye girdi. Gerekli girişimlerde bulunan Gül, Altunbaşak mahkeme tarafından serbest bırakılana kadar avukatından sürekli bilgi aldı. Abdullah Gül’ün kendisinin yurtdışından getirdiği ve çok değer verdiği Altunbaşak’a ilişkin operasyonu, aynı zamanda kendisine yönelik bir hamle olarak gördüğü öğrenildi.”
Eski Cumhurbaşkanı Gül’den herhangi bir yalanlama gelmediği gibi, 3 gün sonra Zaman’ın Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal şunları yazdı:
“Yargı gemi azıya aldı. Tek örnek, bir iddianame olsa keşke… Hafta içinde TÜBİTAK Başkanlığı’ndan istifa eden Yücel Altunbaşak, operasyonun hedefiydi. Eski Cumhurbaşkanı Gül’ün yakından hemşehrisi ve yakından tanıdığı bir isim Altunbaşak. Gül, gözaltına alınmasına isyan etti, kızdı. Telefona sarıldığı yayıldı kulislere. Savcının ismini öğrendi önce. Avukattan sürekli bilgi aldı. Altunbaşak, gözaltı süresi dolmadan adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi. Ve oradan serbest bırakıldı. Yoksa ertesi güne sarksaydı, Gül’ün isyanı kamuoyuna yansıyabilirdi… Gül’den, sadece yakından tanıdığı Altunbaşak’ın başına gelenlere değil, kim olursa olsun hukuksuzluklara, haksızlıklara maruz kalanlara karşı ayrım yapmaksızın isyan etmesi beklenirdi…”
Bu satırlar da yalanlanmadığına göre, demek ki “yargıya müdahalesine” göz yumulanlar, bir de göz yumulmayanlar vardı. İktidar cenahı bunlar yazılmamış gibi, sus-pus. Erdoğan’a yakın isimler ise “Bize böyle bir bilgi gelmedi. Gül kendisi sızdırmış olmalı” yorumunu yapmakla yetiniyor.
-İktidarın Beceriksizliği-
Silivri tahliyelerine ilişkin “oyuna” dönelim. Erdoğan’a yakın üst düzey bir AKP’liye neler olduğunu sordum. Kelimesi kelimesine şunları söyledi:
“Geçen hafta bu tip girişimlere karşı tedbir alınması konuşuldu. Adalet Bakanı bürokrat. Müsteşarı Vekil. Hamle yapacak irade yoktu. Tamamen beceriksizlik. Oysa daha önce Gaziantep’te aynı şeyi denediler. Bir iki hamle daha bekliyoruz.”
-Bin-Bin 500’ü Azılı-
Aynı isim, bundan sonrası için alınacak tedbirlerle ilgili olarak da şöyle konuştu:
“Bir formül bulunabilir, mutlaka bulunmalı. Şu anda yargıda 5 bin civarında paralel mensubu var. Bunlardan bin-bin 500’ü azılı. İlk etapta en azından ilk etapta bunlar devre dışı bırakılacak.”
-Davutoğlu’nun Hukuk Danışmanı Yok mu?-
Bilindiği gibi tahliye kararlarını Asliye Ceza Mahkemeleri verdi. Ancak Başbakan Ahmet Davutoğlu dün Gümüşhane’de partisinin mitinginde, “Asliye hukuk mahkemesi yetkili olmadığı halde, yasaların dışına çıkarak tutuklularla ilgili tahliye kararı aldı” dedi.
Bu yanlışlık, önemli bir ayrıntıyı ortaya çıkardı. Bizzat AKP’liler, Davutoğlu’nun ekonomi, siyasi danışmanı olduğunu, ama hukuk danışmanı bulunmadığından şikâyet ederek, karışıklığın da bundan kaynaklandığına dikkat çekti.
Ülke ve “paralelle mücadele” kimlere emanet, görüyorsunuz?
Paşakapısı’na kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
27 Nisan 2015