İçeriğe geç

O Ülkenin Suriye “Harp Oyunu”ndan Haberimiz Var mı?

Türkiye 7 Haziran seçimlerinden hükümet çıkarmaya çalışırken ABD kuvvetleri, 1 Kasım seçimlerine hazırlanırken de Rusya tereyağından kıl çekercesine geldi, güneyimize yerleşti.

Rus uçağını düşürmemizden sonra ise İngiltere’sinden NATO’suna havadan, karadan, denizden sadece bölgeyi değil, Boğazlarımızı da istila etti.

Diyeceksiniz ki, NATO’yu Erdoğan ve iktidar göreve çağırdı. Doğru, daha önce de PKK için çağrı yapmışlardı, ama duyan olmadı.

Türkiye dışında bölgede iki kişi daha NATO’nun kapısını çaldı. Barzani ve Suriye’deki PYD’nin başkanı Salih Müslim. Müslim, NATO veya BM kararı olmadan Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edemeyeceğini, ederse “hak ettiği cevabı vereceklerini” söylerken, Barzani, NATO’da temsilcilik istedi.

NATO’nun gelişinin uçak kriziyle ilgili olmadığını bizzat Genel Sekreter Stoltenberg açıkladı. Geliş amacı, “daha iddialı bir Rusya’ya karşı askeri kapasiteyi ve caydırıcılığı güçlendirmek” imiş.

Öyle bir karmaşanın içine düştük ki, kimin eli kimin cebinde belli değil.

Güya, Rusya da IŞİD’le mücadele ediyor, ama ABD ve NATO, “Rusya’ya karşı caydırıcılığını” güçlendiriyor.

Güya Yunanistan’la aynı ittifaktayız, ama Çipras uçak düşürme olayında Rusya’ya sahip çıkıyor. Aynı Yunanistan, Rusya’nın Ortadoğu’ya gönderdiği S-300 hava savunma sistemini bertaraf etmek için İsrail’le işbirliği yapıyor.

Hem Batı’nın, hem Rusya’nın “göz bebeği” Kıbrıs Rum kesimine gelince; ABD ve AB’nin NATO üyeliğine izin vermemiz için bastırdığı Rumlar, bir yandan koalisyon güçlerine üslerini açarken, öte yandan Rusya’ya Kıbrıs’ta askeri tesis açma teklifinde bulunuyor. Rum Lider Anastasiadis, Rus uçaklarının ihtiyaç anında Ada’da ikmal yapabileceğini ve askeri üsleri kullanabileceğini açıklıyor.

Savaşıyormuş gibi yapıp bölgeyi paylaştıkları görülmüyor mi?

Rusya, Suriye’ye ilk geldiğinde ülke güvenliğinden sorumlu üst düzey bir yetkili, Suriye için “Kore’nin bölünmesi senaryosuna benziyor” demişti.

Galiba tam da bu oluyor!..

NATO’nun Misyonu

Konumuz Soğuk Savaş döneminde SSCB’ye, Demir Perde ülkelerine karşı kurulmuş, Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’nun bu çağda ve bu bölgedeki misyonu. Daha önce birkaç kez dikkat çektim, yeniden hatırlama zamanıdır.

2008’de ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Orta Doğu ve Güney Asya alt komitesinde NATO’nun misyonuyla birlikte İsrail-AB-NATO ilişkisi masaya yatırıldı.

Öncelikle Fransa’nın durumu ele alındı. Fransa o tarihte NATO’nun askeri kanadında değildi. Denildi ki, “Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönmesi, İsrail’le birlikte rol oynadığı Akdeniz Diyalogu Projesi açısından çok önemlidir”. Bu toplantıdan aylar sonra, Obama yeni başkan olmuştu; Türkiye, Fransa’nın NATO’ya dönüşüne onay verdi.

Toplantının ikinci konusu, Türkiye’nin imkânsız hale gelen AB üyeliğiydi. Farklı bir model üzerinde durulması ve bu modelin İsrail için de düşünülmesi gerektiği konuşuldu. Öngörülen, tam üyelik olmayan, farklı bir ilişki biçimiydi.

Üçüncü konu; Yeniden organize edilen NATO’nun karar mekanizmalarında değişikliğe gidilmesi ve uzun vadede İsrail’in de tam üye olmasıydı.

Ya NATO’nun yakın vadedeki görevi? Toplantıda, NATO ve İsrail’in Ortadoğu’da ortaklaşa gerçekleştirebileceği faaliyetler ele alınıp, “bunun, İsrail halkının güvenliği açısından büyük teminat olacağı” vurgulandı. Özetle de şu hususların altı çizildi:

“Bugün Batı’ya yönelik tehdidi, Cihadizm veya İslamcı terörizm temsil ediyor… Artık global cihad tehdidiyle savaşta, NATO başlıca araç olmalı… Global tehditle etkili mücadele için de, NATO’nun yetki alanındaki iç ve dış güvenlik sınırlarını genişletmenin yolları bulunmalı…Soğuk Savaş’ta, geçmişte Berlin Duvarı vardı. Bugün eğer medeniyet ve barbarlık arasında bir sınır varsa, bu Orta Doğu olacak. İsrail bugüne kadar kendi imkânları ile mücadele etti, ancak bugün düşmanlar, geçmişten farklı. İsrail’in güvenliğini sadece komşuları tehdit etmiyor, yeni devletsiz güçler, radikal, fanatik örgütler var. İran bir başka örnek… Tahran’a, İsrail’in NATO’ya alınmasından daha güçlü bir sinyal verilemez… İsrail-AB-NATO işbirliğinin geliştirilmesi, ABD tarafından da net olarak desteklenmektedir.”

Bugüne gelirsek; NATO, Akdeniz’e yerleşti… Son NATO zirvesinde, “açık kapı politikasıyla” genişleme kararı alındı. İlk etapta Karadağ başta olmak üzere Rusya açısından önemli Balkan ülkelerine üyelik çağrısında bulunuldu.

NATO’nun yeniden Rusya’yı kuşatması mı acaba? ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, NATO’nun Balkanlardaki gelişmesinin Rusya ya da başka bir ülkeye karşı atılmış bir adım olmadığını belirtip, “NATO hiç kimseye tehdit değil, bir savunma ittifakıdır. Sadece güvenlik sağlamayı amaçlar. Rusya ya da başka bir ülkeye odaklanmış değildir” dediğine göre, değil gibi.

Öyleyse, Suriye, IŞİD bahanesiyle önce Rum kesimi, sonra Barzani ve nihayet İsrail’in NATO üyeliği kapımıza dayanırsa, şaşırmayalım.

15 Yıl Önceki Harp Oyununda NATO’nun Görevi

2003 yılında 1. Ordu’da yapılan bir seminerden “darbe” çıkarıp, “Yeni Türkiye’nin kurulmasında” en büyük engel olarak görülen TSK’yı dönüştürdük, yani harp oyunu ve senaryolarını çok sevdik ya!..

ABD’de o NATO-İsrail planları masaya yatırılmadan 8 yıl önce önce, 2000’nin başlarında İngiltere Savunma Akademisi’nde bir “harp oyunu” oynanır.

Oyunda, Türkiye dahil 50 ülkenin kurmay subayı rol alır. Senaryonun oynanması öncesi Akademi Komutanı Türk subayını çağırıp, “Oynadığımız bu senaryo sizce sorun yaratır mı?” diye sorup, sonraki yıl bu eğitime Suriyeli subayları da davet edeceklerini söyleyerek, “niyet yoklaması” yapar. Çünkü senaryonun konusu, o tarihte aramızda hiçbir sorun bulunmadığı, IŞİD veya Suriye’de iç karışıklıklar, mülteci sorunu olmadığı halde Türkiye-Suriye gerilimidir.

Senaryonun ana başlıkları şöyledir:

“Gerilim artınca Türkiye, BM nezdinde girişimde bulunur. En öncelikli konu BM’nin, olası mülteci sorunuyla ilgili alacağı tedbirlerdir. Bu arada BM, Avrupa’daki NATO ordusunu görevlendirir. Bölgeye müdahale edecek gücün komutanı kesinlikle bir Türk Subayı olmayacak ve Yunanistan da bu organizasyona katılmayacaktır. Hârekat alanının kapsamı ise tüm Akdeniz ve Akdeniz’e sınırı olan ülkelerdir. Yani Türkiye de hârekat alanı içindedir ve Suriye’den sonra en sıcak bölgedir. Senaryo uyarınca, Türkiye’nin tüm askeri üs bölgelerini NATO Ordusu’na açması gerekecektir.”

Senaryo güya tümüyle “askeri sonuç” odaklıdır, yani “siyasi sonuç” öngörülmez. Ancak satır aralarında bolca, “tarihi etnik haklara” vurgu yapılır.

Alt tarafı bir senaryo, ama en azından adamların Suriye’yle ne zamandan beri ilgilendiklerini göstermesi açısından kayda değer.

Dahası şu anda gelinen nokta, senaryonun ana hatlarıyla epeyce örtüşüyor.

İngiltere demişken; Putin’in, Türkiye’nin düşürdüğü Rus uçağının kara kutusunu çözmek için İngiliz uzmanları Rusya’ya davet etmesi çok ilginç ve dikkat çekici, değil mi?

Müslümanlar İçin Kim Savaşacak?

Varlık sebebini, “İsrail’in güvenliğini sağlamak” olarak açıklayan ABD ve yeni yerini yine “İsrail’in güvenliği” şeklinde konumlandıran NATO ülkemizde, bölgemizde… Papa, 3. dünya savaşından söz ediyor…

Ve 2 gün önce NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg IŞİD’e karşı savaşmak üzere Suriye’ye asker göndermeyeceklerini, bunun yerine yerel güçlerin kuvvetlendirilmesi gerektiğini belirtirken, “Bu savaşı Müslümanlar için yürütemeyeceğiz” diyor.

Acaba ne söylemek istiyor?

Görünürde bir tarafta Suriye’deki Araplar, Türkmenler, Kürtler… Öbür tarafta “Müslüman görünümlü, Haçlı zihniyetli” IŞİD var.

Ya gerçekte? Hafta başında Hürriyet Gazetesi’ne konuşan, Türkiye mesaisi epey fazla olan ABD Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Nicholas Burns’un anlattıkları, NATO Genel Sekreteri’nin sözlerine ışık tutar nitelikteydi. Burns şu tabloyu çizdi:

“Türkiye ve Ortadoğu açısından tehlike zamanlardan geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz belki de 1967 ve 1973 savaşlarından sonra Ortadoğu’daki en derin kriz. Belki de bugünkü kriz o dönemlerden daha da derin, zira İsrail’in komşularından daha da geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Bir anlamda bu İslam’ın geleceğine dair bir savaş. Sünni İslam’ın kendi içinde bir savaş. Şii İslam’ını temsil eden İran ile Suudi Arabistan arasında açık bir rekabet var.”

Peki, “İslâm’ın geleceğine dair savaşta” Türkiye’ye biçilen rol? İşte Burns’un cevabı:

“Şu ortamda en güçlü Müslüman ülke Türkiye. En güçlü orduya sahip olan Müslüman ülke de Türkiye. Türkiye’nin barış için oynayabileceği emsalsiz bir rol olduğuna inanıyorum. Diğerlerine örnek ya da ilham olacak başka bir Müslüman ülke var mı? Yok! Dolayısıyla da Türkiye’nin oynayacağı en önemli rol o, örnek ülke olmakta. İşte tam da bu yüzden demokratik haklar ve basın özgürlüklerine bağlı olmak çok çok önemli.”

Örnek olmak, ilham olmak… Demokratik haklar ve basın özgürlüğüne bağlı olmak… Tamam da Türkiye’nin NATO ve bilimum Batı ülkelerinin üssü haline getirilmesi niye? Ve “en güçlü orduya sahip Müslüman ülke” vurgusu ne?

Yıllar önce “misyon” yapılan Müslümanın Müslümanla büyük savaşı, daha açık ifadeyle, Sünni İslam’la-Şii İran’ın savaşında Türkiye’ye biçilen “emsalsiz rolün” işaretleri mi?

Müyesser YILDIZ
10 Aralık 2015

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/o-ulkenin-suriye-harp-oyununda-neler-konusuldu-1012151200.html

Odatv yeni link: https://www.odatv4.com/yazarlar/muyesser-yildiz/o-ulkenin-suriye-harp-oyununda-neler-konusuldu-86139

Kategori:Uncategorized