İçeriğe geç

“İntihar” Denilmişti… İşte Behçet Oktay’ın 7 Yıl Sonra İlk Kez Ortaya Çıkan Görüntüleri…

Ergenekon kumpasıyla başlayan o karanlık süreç, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ete kemiğe bürünüyor.

Her ne kadar dün Ergenekoncular ve Balyozcular için atılan manşetler, üretilen iddia ve ithamlar bugün neredeyse kelimesi kelimesine FETÖ için tekrarlanarak, Türkiye için hayati bir soruşturmanın inandırıcılığına bilerek veya bilmeden hâlel getirilse de ortaya çıkarılması elzem konular var.

Mesela Ahmet Özal’ın, “Babamı FETÖ öldürdü” demesi değil de Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Daire Başkanı Behçet Oktay’ın ölümü gibi…

– Nasıl Ölmüştü?-

Ergenekon davalarının tam gaz sürdüğü dönemde bir yerlerden silah ve patlayıcı fışkırtılırken, o gün FETÖ’yle “beraber yürüyen” iktidar medyası, sanıklardan eski Emniyet Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’le ilişkilendirmeye çalıştıkları Behçet Oktay’ın üzerine gitmeye ve “Ne zaman görevden alacaksınız?.. Daha ne bekliyorsunuz?..” diye yazmaya başladı.

Hedefteydi. 1 hafta boyunca makamında uyudu. Evinde değil, makamında tutuklamalarını bekledi.

Özellikle “Ergenekon’un silahları” konusunda önemli tespitleri olduğu, bu kumpasta Emniyetin kayıt dışı silahlarının kullanıldığı bilgisine ulaştığı öne sürülüyordu. Ki, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da bu silahların TSK envanterinde olmadığı, başka güvenlik güçlerine bakılması gerektiği mesajını vermişti.

Behçet Oktay sıkıntılıydı. Son günlerde birtakım görüşmeler yaptı. Nihayetinde ailesine, “En tepedekiyle görüşüp, bildiklerini aktardığını” söylediğinde rahatlamıştı.

Birkaç gün sonra 25 Şubat 2009 saat 02.00’de Ankara Dikmen’de beylik silahıyla intihar ettiği haberi geldi. Yanında sadece bayan arkadaşının erkek kardeşi olduğu belirtilen birisinin olduğu, ilk müdahaleyi onun yaptığı ve çağrılan ambulansla Gazi Üniversitesi Hastanesi’ne götürüldüğü, ama kurtarılamadığı açıklandı.

Üstünkörü gerçekleştirilen olay yeri incelemesi, Behçet Oktay’ın yanındaki şahıs ve yol boyunca ambülansta yaptığı telefon görüşmeleri, gidilen hastane, otopsi, cebinden alınan anahtarla makam odasındaki kasasının açılıp evrakların alınması, ölümünden sonra telefonunun defalarca kullanıldığının anlaşılması, soruşturma süreci, aileye olayın üzerine gidilmemesi yönünde yapılan baskılar gibi bir yığın iddia, soru ve şüpheyle kapanan bir “intihar”…

Ölümünden 6 yıl sonra geçen yıl Behçet Oktay’ın, bugün FETÖ’den tutuklu İstihbarat Dairesi eski Başkanı Ramazan Akyürek’in talimatıyla “Hizbullahçı” denilerek, Abdurrahman Doğru adıyla dinlendiğinin ortaya çıkması veya ailenin, Behçet Oktay’ın ölümünden sorumlu tuttuğu bazı emniyet ve yargı mensuplarının FETÖ soruşturmasından sonra görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması da bu dosyanın yeniden açılmasına yetmedi.

-Baş, Göğüs, El ve Ayaklarında Travma var-

Büyük bir dosyadan söz ediyoruz. O yüzden soruşturmaya dair çok dikkat çekici bazı hususları aktarmakla yetineceğiz.

25 Şubat günü sabah saat 09.35’te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Ölü Muayene Tutanağı’nda, Oktay’ın sağ şakağındaki kurşun deliği tarif edildikten sonra, “Sağ ve sol kol dirsek büklümlerinde birer adet iğne izlerinin bulunduğu, vücudunda başkaca herhangi bir travmatik lezyon saptanmadığı” tespiti yapıldı.

Gazi Üniversitesi müşahade dosyasına göre, Oktay’ın saat 02.22’de hastaneye getirildiği, 02.40 itibarıyla ölü kabul edildiği belirtilip, “Her ne kadar kesin ölüm sebebi belli ise de giriş ve çıkış lezyonlarının tam olarak tefriki, atış mesafesinin yapılabilmesi ve toksolojik incelemeler bakımından klasik otopsi yapılmasının uygun olacağı kanaati” aktarıldı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 20 Nisan 2009’da olayın “intihar” olduğu sonucuna vararak, kovuşturmaya yer yok kararı verdi. Aile itiraz etti, bu itiraz da “takipsizlikle” sonuçlandı.

Nihayetinde yine ailenin itirazı üzerine dosya Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gitti. Mahkeme Başkanı, o dönemde kendisi de çeşitli kumpaslara maruz kalan Osman Kaçmaz’dı. Mahkeme, 26 Ocak 2011’de şunu söyledi:

“Soruşturma sırasında tanık olarak beyanı alınan Halil Kesici isimli şahsın soruşturma aşamalarındaki çelişkili ifadeleri, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu’nun 16 Haziran 2010 tarihli maktul Behçet Oktay’a ait raporu ve yine Prof. Dr. Özdemir Kolusayın’ın 22 Ekim 2009 tarihli Behçet Oktay’ın baş, göğüs, el ve ayaklarında travmatik belirtilerin bulunması, olay anında ölenin yanında bulunan şahsın elinde barut izi kalması, ölüm anında kandaki alkol miktarının kişinin direncini yok edecek derecede yüksek olması nedeniyle Behçet Oktay’ın ölümünün intihar olarak kabul edilmesinin pek mümkün olmadığına dair bilimsel mütaalası, el svapları ve diğer delillerin mahkemesince değerlendirilmesi uygun olacağı sonucuna varılmakla takipsizlik kararının kaldırılmasına…”

-Tv Gösterileriyle Karar Veren Mahkeme “Böyle Bir Örgüt Olamaz” Dedi-

Aile ve avukatlarının yeni iddia ve soruları vardı; Behçet Oktay’ın vücudunun çeşitli yerlerindeki travmalar… 13 kaburga kemiğinin kırık olması… Solak biriyken sağ elinde ve elin üstünde değil içinde barut izine rastlanması… Tabancada bir adet patlamamış merminin bulunması gibi…

Davaya bakan Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesi, Behçet Oktay’ın “intiharı” sırasında yanında bulunan Halil Kesici alehyine açılan davayla ilgili olarak 9 Mayıs 2013 tarihinde verdiği “beraat” kararında, bu iddiaları şöyle cevapladı:

KABURGALARININ KIRIKLIĞI : Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporuna göre, Behçet Oktay’ın cesedinde otopsi raporunda belirtilen ekimoz ve kırıkların tümünün sağlık ekiplerince yapılan yeniden canlandırma işlemi sırasında oluşmasının kuvvetle muhtemel olduğu belirtilmektedir…

SAĞ ELDE BARUT İZİ VE TV DİZİLERİ : Bilindiği üzere özel harekat birimlerinde her iki el ile de silah kullanma eğitimleri verilmektedir. Bu durum gerek davada dinlenen özel harekat polislerince açıklanmış, gerek ise televizyonlarda özel harekat birimlerinin eğitim ve tatbikatlarına ait görüntülerde izlenmektedir. Hatta bu gösterilerde tek elin yaralanması durumunda diğer tarafındaki silahı çekip kullandıkları, bu amaçla tek ellerinin vücutlarına bağlandığı defalarca seyredilmiştir. Kaldı ki, özel harekat birimlerinin iki elleri ile silah kullanmalarına yönelik eğitim almadıklarını ileri sürmek akla abestir…

SİLAH UZMANI HAKİM VAR, BİLİRKİŞİYE GEREK YOK : Olayda kullanılan silah toplu bir tabancadır. Emniyet tertibatı bulunmamaktadır. Bu tip tabancaların yere düşmesi veya taşınırken horozuna sertçe vurulması halinde patlamayı önleyecek hiçbir tertibat yoktur… Bu nedenle maktulün tabancasındaki fünyesinde iğne izi bulunan bir adet merminin şüphe uyandıracak bir durumu bulunmamaktadır. Bu husus bilirkişilere sorulmamıştır. Bu tip silahı olanlara, bilenlerce bu tavsiye edilmektedir. Nitekim mahkememizin bir üyesi bu silahtan atış poligonlarında defalarca atış yapmış, uzmanlarınca kendisine bu durum defalarca anlatılmıştır.

CEBİNDEN KASA ANAHTARININ ALINMASI : Devletin güvenliğiyle ilgili bu kadar önemli yerde görev yapan kişinin kasasındaki belgelerin kendisiyle kaim kalmayacağı, bunların mirasçılarına verilmeyeceği, gösterilmeyeceği de gayet tabiidir ve arkasında art niyet aramanın bir anlamı yoktur.

-Hiç Böyle Devasa Bir Örgüt Olur mu?

Ülkemizi ve devleti, sadece askeriye, mülkiye, adliye değil tepeden tırnağa ahtapot gibi saran bir örgütle karşı karşıya olduğumuzu artık en yetkili ağızlar itiraf ediyorken, gelin şimdi de o mahkemenin kararının sonuç bölümünde ailenin iddialarıyla nasıl alay edildiğine bakalım:

“Katılanların iddiasına göre, karakol polisinden ambulansın doktoruna, şoförüne, kanını değiştirecek adli tıp uzmanlarına, gizlemeleri mümkün iken gizlemeyip ellerindeki tüm telefon kayıtlarını gönderenlere, maktulün kız arkadaşının kardeşi olan sanıktan apartman yöneticisine vs. herkesi organize eden, Özel Harekat Daire Başkanlığına, devletin her birimine nüfuz etmiş bu güçlü örgüt aşifte (afişe demek isteniyor) olmamak için maktulü öldürmüş, ancak katılanların yakaladığı yukarıda ileri sürdükleri açıkları vermişler, delilleri bırakmışlardır. Bu güçlü örgüt raporları değiştirirken, daha sonra katılanlara göre konuşmaması için ödüllendirdikleri sanığın elindeki barut izleri olduğuna dair raporu yine de vermişler veya değiştirmemişler, yok etmemişlerdir. Katılanların yakaladığı açıklara havi telefon kayıtlarını da yok etmemişler. Üstüne üstlük eksik olanları da tamamlamışlardır. Böyle güçlü bir grup, böyle bir insanı öldürmek istediği takdirde ya hiç iz bırakmaması veya yanında kimsenin bulunmadığı bir esnada faili meçhul bir cinayet işlemesi gerekirdi. Eğer öldürenin aşifte (afişe demek isteniyor) olmasını istiyorlar ise çok daha net deliller bırakabilir, görgü tanıklarını öldüreni görmedikleri yönünde değil, gördükleri yönünde yönlendirirlerdi. Böyle düşünmek için bilirkişi olmaya gerek bulunmamaktadır. Katılanlar bilirkişi olmadığı gibi. Kaldı ki, ağır ceza mahkemeleri bu işlere bakan mahkemelerdir.”

-Oktay’ın Son Görüntüleri ve Son Bilirkişi Raporu-

Bu örgütün nasıl bir örgüt olduğunu gözlerimizle gördüğümüze göre, devam edelim:

Behçet Oktay’ın ailesi, özellikle de kız kardeşi Şule Oktay tüm bunlara rağmen pes etmedi.

Yıllardır bir sır gibi sakladığı ağabeyinin otopsi görüntüleri ile Amerikan Adli İnceleme Uzmanları Enstüsüsü üyesi de olan Ulusal Kriminal Büro’ya 1.5 yıl önce yaptırdığı incelemenin sonuçlarını ilk kez bizimle paylaştı.

İşte Ulusal Kriminal Büro’nun tespitleri ve soruşturma sürecine ilişkin eleştirilerinin özeti:

– Elindeki yara, dosyadaki bilirkişi profesörün raporuna göre de ölüm öncesi canlı iken oluşmuş olabilir…

– Sağ kol ve vücudundaki ekimozların yine çok kuvvetle muhtemel canlıyken oluştuğu…

– Bilekteki morluğun bileği kavrama izi, parmaklardaki morluğun da sert bir yer yüzeyi veya duvara sürtünme izi olduğu değerlendirilebilir…

– Adli Tıp Kurumu raporunda, “Göğüs kafesi kırıklarının yeniden canlandırma anında da oluşması mümkün” deniliyor. Ancak yeniden canlandırmanın ambülansta mı, hastanede mi yapıldığına dair dosyada herhangi bir bilgi yok…

– Ayrıca Adli Tıp Kurumu’nun “Göğüs kafesinin yeniden canlandırmada kırılması da mümkündür” görüşü, mahkemenin gerekçeli kararına “kuvvetle muhtemelen hastanede kırıldığı” şeklinde geçmiştir…

– Dosyada sunulan ve incelenen belgeler yanlışlık ve eksikliklerle doludur…

– Ölümün birçok nedeni olabilir, fakat olgunun asıl sebebinin beyin olduğu unutulup, kalp tedavisine yönlendirilmesi yanlıştır. Tıbbi tetkiklerin yeterince yapılmadığı, tedavinin hatalı yönlendirildiği düşünülmektedir. Bu nedenle olgunun ve davanın yeniden açılıp, bilimsel olarak değerlendirilmesi gerekir…

– Maktul bu kadar alkollüyse, yemek yediği restorandan olay yerine nasıl gitti?.. Bu güzergahtaki MOBESE kameraları neden incelenmedi, yanında başka bir kimse olup olmadığına niye bakılmadı?.. Savcının MOBESE kameralarının incelenmesi talebi oldu mu?..

– Bu emniyet müdürünün, ölümüne yaklaşan son 2 saat içerisinde bir yerde, bir şekilde sanki eli kolu bağlanarak darp edildiği görüşü hakimdir…

Ulusal Kriminal Büro, Behçet Oktay’ın sadece otopsi görüntüleri ve dava dosyasını değil, tabancasından kanlı fanilasına, görgü tanıkları olduğu belirtilen kişilerin konumundan arabanın etrafındaki kan izlerine kadar her şeyi inceleyip, “karanlık noktaları” tek tek sıraladıktan sonra raporu şöyle sonuçlandırdı:

“Hazırlık soruşturmasındaki eksiklikleri nedeniyle bu hadisenin tekrar baştan incelenmesiyle, Behçet Oktay’ın ölümünün kimlerin işine yarayacağının, hayatta kalmasının kimleri zora soktuğunun, son altı ay içerisinde istisnasız kimlerle temaslarının olduğunun HTS kayıtları dahil, araştırılmadan bu hadisenin karanlıkta kalacağı düşünülmekte ve eksik yargılama yapıldığı değerlendirilmektedir.”

Bu da bizim sonuç bölümümüz:

İşte Behçet Oktay’ın vücudundaki izlerin görüntüleri… İntihar mı, cinayet mi, karar sizin…

Susurluk’tan 15 Temmuz darbesine; Polis Özel Harekata düzenlenen saldırılar kesinlikle tesadüf değil. O yüzden Behçet Oktay olayının aydınlatılması, devletin namus borcudur…

Müyesser YILDIZ

15 Ağustos 2016

Kategori:Uncategorized