İçeriğe geç

“Çözüm Mözüm Yok Kardeşim” mi Demiştiniz?

Başbakan Binali Yıldırım 2 Eylül’de hükümetin 100’üncü gün toplantısında “çözüm süreciyle” ilgili olarak, “Çözüm, mözüm yok kardeşim. Çözüm vatandaşta. O fırsatı kaçırdılar. Vatandaşla aramızdaki bu hainleri çıkaracağız. Terör örgütünün Kürt vatandaşlarımızın başına bela olmadan kurtaracağız. Çünkü bu terör örgütlerinin Kürtler diye bir sorunu yok. Kürt vatandaşlarımızın PKK terör örgütü sorunu var” dedi.

Bu sözlere karşılık İmralı hattındaki gelişmeleri değerlendirmeden önce gündemdeki iki sıcak konuya değinelim.

Kamuda, “FETÖ”den sonra PKK mensuplarına yönelik operasyon başlatıldı. Bölgede görev yapan öğretmenlerden 14 bininin terörle iç içe geçtiğini de bizzat Başbakan Yıldırım açıkladı.

Peki iktidar bunu bilmiyor muydu? Dahası aynen FETÖ yapılanmasındaki gibi, “Ne istedilerse veren” kendileri değil miydi?

6-7 yıl önce kurulan Oslo masasında dönemin Başbakanını temsilen oturan Hakan Fidan’ın, bölücü terör örgütü yöneticilerine şu sözlerini hatırlayın yeter:

“…geliştirilen bir özgürlük alanı açıldı. Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolare edebiliyorsunuz, çünkü dediğim gibi alandaki valiler, emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum spesifik olarak isim vererek şikayet edebileceğiniz şu adam düşmandır bu adam şeydir… Şimdi bir il Güneydoğu’da, oradan bir şey geldi dört tane isim var. Dört ismin dördüne de örgüt mensubudur, sempatizanıdır diye görüş var. Haklarında valiyi aradık, hayırdır ya dedim nedir böyle bir talep var. Efendim zaten olmayan yok ki dedi, verin gitsin dedi. Şimdi tamam dedik, öyle verdik gitti… Şimdi bizim yaşadığımız bir sıkıntıyı anlatayım size. Her sene on bin tane öğretmen alınır. Adamı alıyorsun Güneydoğu’da öğretmen açığı var. Adam ertesi sene gitmek istiyor. Dört sene, beş sene duruyor batıya gitmek istiyor. İktidar beş sene önce dedi ki, biz yerel yönetimler yasasını geçiriyoruz belli şeylerin mahalli teşkilatlarını kaldırıyoruz. Milli Eğitim, şunlar bunlar bakanlıklarını kaldırıyoruz, valiliklere ve belediyelere veriyoruz. İlk önce valiliklere, uzun vadede belediyelere gidecek… Yani daha fazla işi aşağıdakilere devredersen, merkez de daha anlamlı işlerle uğraşır.”

Ya İmralı’yla “müzakereler” başladığında, teröristbaşı Genelkurmay’dan MİT’e tüm devlet kurumlarında “kontenjan” istemedi mi? 2013’te, “Ben devleti yeniden inşa ediyorum. Kürtleri de devlete yerleştiriyorum. Devleti Kürtleştirip, Kürtleri de devletleştiriyorum” demedi mi?

Bile bile ladesten, bu noktaya… Çok geç kalınmış olsa da peki!..

İkinci konu; Çoğunluğu PKK’lı belediyelere kayyum atanması ve bu belediyelerdeki Kürtçe tabela meselesi…

Bölücü terör örgütünün değişmez ana hedefinin “ana dil” olduğu malûm. 2008’de ilk olarak Diyarbakır Sur Belediyesi “çok dilli” uygulamaya geçtiğinde, İçişleri Bakanlığı Meclis’i feshedip, Başkan Abdullah Demirbaş’ı görevden aldı. Araya AB girdi, devlet kararını yuttu. Ardından dönemin Cumhurbaşkanı Gül’den “Norşin” açılım geldi ve bölgedeki tüm belediyelerin kapısına Kürtçe tabelalar asıldı.

Ağrı Diyadin’e kayyum olarak atanan Kaymakam Mekan Çeviren’in buradaki Kürtçe tabelayı indirmesine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tepki gösterdi. “Meselemiz terördür. Kürtçe bizim dilimizdir” diyen Soylu, tabelanın hemen asılacağını duyurdu.

Bunun öncesinde Soylu’nun belediyelere kayyum atanmasıyla ilgili şöyle bir açıklaması oldu:

“Seçilmişlik, hukukun ve demokrasinin gaspı anlamına gelmez. Tam tersine hukuku ve demokrasiyi tam anlamıyla muhafaza etmek anlamına gelir. Bunu yapmıyorsanız hukuk, mahkemeler devreye girer. Seçilmişlik herkese istediğini yapma özgürlüğünü vermez.”

AKP iktidarının “seçilmişlik” adına, bugüne kadar yaptığı “hukuk ve demokrasi gaspları” bir yana; Kürtçe tabela konusundaki yaklaşımı için şunu soralım:

Evet, Kürtçe bizim dilimiz. Ancak halen yürürlükte olduğunu sandığımız Anayasa’da “devletin resmi dilinin Türkçe” olduğu yazmıyor mu? Ve belediyeler kamu kurumu değil mi? Böyle olduğunu göre, Bakanın Kürtçe tabela astırması da “hukukun ve demokrasinin gaspı” anlamına gelmez mi?

-İmralı’da Neler Pişiyor?-

Uzun bir aradan sonra İmralı’daki teröristbaşına ziyaret izni verilmesine gelelim. Bu izin, 2012’de PKK’lı teröristlerin cezaevlerinde başlatığı sözde açlık grevi, teröristbaşının devreye sokularak “grevin” sonlandırılması, ardından da bu “vesileyle” teröristbaşıyla masaya oturulması gibi yeni bir sürecin başlangıcına benziyor.

15 Temmuz darbesinin ardından HDP’liler ilk olarak, Öcalan için “ayaklanma” çağrısı yaptı. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, “Çatışmaların durması için Öcalan’dan haber alınmalı” dedi. Ardından PKK’nın siyasi uzantıları açlık grevleri başlattı.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da teröristbaşının “güvenliği ve sağlığıyla” ilgili bir sorun olmadığını bildirdi.

Yani ülkede her gün 5-10 şehit cenazesi kalkarken, devlet teröristbaşının sağlığının derdine düştü. O teröristbaşı ki, acaba bir şehidimizin tırnağına (Erdoğan Süleyman Şah Türbesi’nin Suriye’den kaçırılması üzerine dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i eleştiren MHP Lideri Bahçeli’ye, ‘Sen şu anda Genelkurmay Başkanımızın atılacak tırnağının bir paresi dahi olamazsın’ demişti ya, oradan esinlendim) değer mi?

Teröristbaşı kardeşiyle arefe günü görüştürüldü. Mesajları da tüm şehit ailelerinin mezarlıklarda ağladığı bayramın birinci günü Diyarbakır’dan duyuruldu. Yine yazık ki, ne yazık!..

Teröristbaşı, “6 ayda bu sorunu çözeriz” demiş… “Kürt sorununun 100, 200 senelik bir sorun olduğunu” söylemiş… İmralı’daki 3 arkadaşı (sekreterleri) ile çalışmalarını sürdürüyormuş… Eğer hazırsa, devletin 2 adamını, ayrıca avukatları ve eski heyetleri İmralı’ya göndermesini istemiş… Bir de “Bu bir kör savaştır. Kimse kimseyi yenecek bir savaş değildir. Belki 80 sene daha devam eder” diye tehdit savurmuş…

Kardeş Mehmet Öcalan’ın da bir “ricası” var; Teröristbaşına, “teröristbaşı” demezsek iyi olurmuş!..

Irak’ta yaşayan diğer kardeş Osman Öcalan ise bu görüşmeye Barzani’nin talebi üzerine izin verildiğini öne sürüp, “Barış projesinin Türkiye ve Kuzey Kürdistan gündemine girmesi için atılan bir ön adım olduğuna inanıyorum” demiş.

İşte bu önemli; Ağa babaların, Suriye üzerinden kapışan Barzani ve teröristbaşını barıştırıp, projelerini hızlandırmakla kalmayıp, Türkiye’ye Peşmerge ve PYD’den sonra PKK’yı da yeniden “hazmettirmeye” başlayacağı anlaşılıyor.

Teröristbaşının “barış projesine” gelince; Ne istediği ve isteyeceği besbelli… En önce kendisinin “özgürleştirilmesi”… Dağdaki, ovadaki ve yurtdışındakilere siyaset hakkı… PKK’nın bölgede “öz savunma gücü” olması… Anayasa’da Kürt kimliğinin tanınması… En son silahsızlanma vs…

Teröristbaşını yeniden devreye sokmaya ve ilk etapta onu “ev hapsine” çıkarmaya niyetlenenlere hatırlatılır ki;

– O bir “cici çocuk” değil, İmralı’da oturduğu yerden Suriye’de önce PYD’yi, sonra sözde Suriye Demokratik Güçlerini kuran ve yöneten, Bahoz Erdal’ı bunların başına “atayan” teröristbaşıdır… Ki, Kamu Güvenliği Müsteşarı da 9 Ocak 2015’te, “Siz buradan örgütü yönetiyorsunuz. Buna müsaade ediyoruz” diyerek, bu gerçeği itiraf etmiştir…

– Keza Karadeniz’de eylemler düzenleyen, en son Artvin’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konvoyuna saldıran “Halkların Birleşik Devrim Hareketi”nin kurulmasının fikir babası da odur… Sahi, Kılıçdaroğlu’na o saldırıyla ilgili soruşturma ne durumda?..

Bu suçlardan ayrıca yargılanması gereken birisiyle yeniden “çözüm sürecine” niyetlenmek, “üst akla” hizmetten başka ne olabilir?

Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Çözüm mözüm yok kardeşim” sözüne dönersek;

Eğer samimiyseniz, teröristbaşının talimatıyla Meclis’ten çıkarılan “PKK’yla müzakere yasasını” iptal edin de inanalım kardeşim!..

Müyesser YILDIZ

13 Eylül 2016

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/imralida-neler-pisiriliyor-1309161200.html

Kategori:Uncategorized