ABD’nin hazırladığı, eş başkanlığını da Türkiye, İtalya ve Yemen’e verdiği BOP, diğer adıyla Genişletilmiş Orta Doğu Projesi veya Bush’un ifadesiyle, “Büyük Haçlı Seferi Projesi” yürürlükte mi? Yürürlükte.
BOP’da sadece Irak ve Suriye’nin değil, Türkiye ve İran’ın bölünmesi de var mı? Var.
CIA’nın 21. yüzyıl için hazırladığı projeksiyonda, “Sünni dolunayı ile Şii hilâlin savaşı”, yani Müslümanın Müslümana kırdırılması öngörüldü mü? Evet.
Daha 2005 yılında NATO’nun yeni misyonunun, “Cihadizm ve İslamcı terörizmle savaş, yeni Berlin duvarının da Ortadoğu” olmasına karar verilirken, “İran tehdidine karşı İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve bunda Sünni Türkiye’nin rolüne” ilişkin yol haritası çizildi mi? Çizildi.
2010’da aramızdan su sızmazken, Suriye Devlet Başkanı Esad, Barzani’nin PKK’ya desteğine dikkat çekip, “PKK bugünün meselesi değil. Sevr’e kadar götürebiliriz” diyerek, bu planların bozulması için, “Türkiye-Suriye-İran’ın birlikte hareket etmesi gerektiğini” söyledi mi? Söyledi. (Ülkemizi yönetenler ilk kez ne zaman ‘Önümüze Sevr kondu” dedi? Sadece 7 ay önce. Yani Basra harap olduktan sonra)
Devam edelim.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg IŞİD’e karşı savaşmak üzere Suriye’ye asker göndermeyeceklerini, bunun yerine yerel güçlerin kuvvetlendirilmesini istediklerini belirtip, “Bu savaşı Müslümanlar için yürütemeyeceğiz” dedi mi? Dedi.
2007’de dönemin ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısıyken, “Türkiye Müslüman bir toplum içindeki en başarılı laik demokrasidir. Bunun, Geniş Orta Doğu için de olumlu yankıları var. Türkiye, bölgesel liderlik rolünü üstlenebilir… Irak, İran ve Suriye’ye komşu olan Türkiye, bizim Geniş Orta Doğu’daki çıkarlarımız için kritik önemde” diyen Nicholas Burns 1 Kasım seçimlerinden sonra da, “Türkiye ve Ortadoğu açısından tehlike zamanlardan geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz belki de 1967 ve 1973 savaşlarından sonra Ortadoğu’daki en derin kriz. Belki de bugünkü kriz o dönemlerden daha da derin, zira İsrail’in komşularından daha da geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Bir anlamda bu İslâm’ın geleceğine dair bir savaş. Sünni İslâm’ın kendi içinde bir savaş. Şii İslam’ını temsil eden İran ile Suudi Arabistan arasında açık bir rekabet var” diye konuştu mu? Konuştu.
-Halep Halep’ten İbaret Değil-
Listeyi daha da uzatmak mümkün, ama dün akşam Rus Büyükelçi’nin öldürülmesine varan Halep konusuna gelelim.
Irak’ta kadim Türkmen kentleri Musul-Kerkük yağmalanırken, Türkiye’nin tarihi kırmızı çizgileri silinip, “Tüm etnik gruplara eşit mesafedeyiz” denmese;
ABD askerleri 2004’te Felluce’de katliama giriştiğinde, bunun “soykırım” olduğunu söyleyen dönemin AKP Milletvekili Mehmet Elkatmış ABD’nin tepkisi üzerine susturulup, tasfiye edilmese ve o katliamların emrini veren komutanı bugün ekibine alan yeni Başkan Trump’ın göreve başlamasını dört gözle bekliyor olmasak;
Musul-Kerkük’ün Türkmenlerin yönetiminde olması için değil, adeta Barzani’ye bağlanması için çalışmasak;
Savaştan kaçıp, Türkiye’ye sığınmaya çalışan Türkmenler arasında ayırım yapmasak;
15 Temmuz’dan sonra “FETÖ’cü pilotlar vurdu” denilen Rus uçağından atlayan pilotu öldüren “Türkmen komutana” o günlerde “kahraman” gözüyle bakmasak;
İsrail’le birlikte Türkiye’nin bölünmesini de kapsayan “Büyük Kürdistan”ın kurulması planları yapan Suudi Arabistan öncülüğünde “İslâm Ordusu” kurulmasa, öncelikli düşman olarak İran belirlenmese ve Türkiye de bu orduya dahil olmasa,
Arap Baharı başlatılıp da Suriye’yle ilişkilerimiz tepetaklak edilirken, ABD’nin, Türkiye’ye Halep’in kuzeyine kadar gitme “havucu” uzattığını bilmesek;
Pentagon adına çalışan düşünce kuruluşu Rand’in Suriye’nin üçe-dört bölünme planından, bu plana göre, Suriye’nin kuzeyi yani “Kürt koridorunun” ABD’nin, Halep ve civarındaki “Sünni bölgenin” de Türkiye ve Suudi Arabistan’ın garantörlüğüne bırakıldığından haberdar olmasak;
Geçtiğimiz haftalarda Neçirvan Barzani Türkiye’ye geldiğinde, “Kürdistan Bölge Yönetiminin” Ankara’da temsilcilik açmasının görüşüldüğünü, yani “Kürdistan’ın bağımsızlığını” tanıyacağımız sinyalinin verildiğini, buna karşılık İran Meclis Başkanı Ali Laricani’nin, “Bize göre Irak’ın toprak bütünlüğü korunmalı. Bu tip oyunlar peşinde olan ülkeler de bu meselelerin onların da başını ağrıtacağını anlamalıdır” diyerek, “Bağımsız Kürdistan”ı veto ettiğini duymasak;
Sadece birkaç gün önce devletin Anadolu Ajansı, “Suriye’de İran komutasındaki Şii milislerle Esad ordusunun kuşatmasındaki doğu Halep’te ateşkesin yeniden sağlanması konusunda uzlaşmaya vardığı” haberini aktarırken, “Türkiye’nin muhalifler, Rusya’nın ise rejim güçleri adına garantör olduğu” şeklinde bir ifade kullanmasa;
Ve dün, Rus Büyükelçi öldürülmeden sadece birkaç saat önce ABD Dışişleri Bakanı Kerry’yle Riyad’da biraraya gelen Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cübeyr, “Dünyayı, İran’ın Bahreyn, Yemen, Suudi Arabistan, Suriye ve Irak’taki tehlikeli hamlelerine karşı güçlü tedbirler almaya” çağırmasa;
Halep meselesinin gerçekten sadece Halep ve insani bir mesele olduğuna dair zerre tereddüt duyulmaz.
Ne yazık ki, Halep’in “kıyamet senaryonun” yani Türkiye ile İran’ın “koçbaşı” yapılmak istendiği Sünni-Şii savaşının merkez üslerinden birisi olarak görüldüğü ortada.
-Rusya ve İran Karşıtı Gösteriler, Manşetler Kimin Organizasyonu?-
Rusya’yla ilişkilerimizin düzeldiği, düzelmesi için çaba gösterildiği, ABD’yi dengelediğimiz vs. görüşlerine katılamıyorum. Sadece “miş” gibi yapılıyor… Birkaç ticari ilişki dışında temel konularda aramızda büyük uçurumlar var…
Öte yandan Rusya ile İran’ın ittifakı, ortaklığı, işbirliği tartışmasız bir gerçek. Türkiye Halep üzerinden İran’la karşı karşıya geldiğinde, getirildiğinde de Rusya’nın duracağı yer belli.
Şuraya geleceğim;
Hal böyleyken, hele de Halep’te ateşkes konusunda Rusya’yla birlikte “garantörlüğümüzden”, çözüm için ortak çabalardan söz edilirken, son 1 haftada İstanbul ve Ankara’da Rus ve İran temsilcilikleri önünde yapılan Halep protestoları neyin nesi, kimin işiydi? Ya iktidara yakın bazı gazetelerde Rusya ve İran’ı açıktan hedef alan manşetler?
Neden bunlara “dur” denilmedi?
Acaba Rus Büyükelçiye suikast düzenleyen o katil de bu eylemlere katılmış veya o manşetlerden etkilenmiş olabilir mi?
Burada bir ara verip, o eylemler ve manşetler öncesinde Türkiye dışında hangi ülkelerin Halep’te olanlar için Esad, Rusya ve İran’ı hedef gösterdiğini hatırlatalım:
7 Aralık’tı; ABD, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere liderleri Halep’teki duruma ilişkin olarak yayınladıkları ortak bildiride, “Gözlerimizin önünde insani bir felaket yaşanıyor” diyerek, bu üçlüyü suçladı.
Suikast ve suikastçıya dönersek;
O polis için “FETÖ”cü deniyor, talimatı Fetullah Gülen’in verdiği söyleniyor.
Doğrudur, ama “FETÖ” eşittir “ABD-CIA” demek olduğuna, haliyle de başımızı çok ağrıtacak bu suikastın gerçek adresi gösterildiğine göre, ABD’yle birlikte yürümeye, “dostum” demeye devam edecek miyiz?
Suikastçının, saldırıyı Halep için yaptığı ve El Nusra’nın sloganını attığı bildiriliyor.
Doğrudur, ama terör örgütleri listesinde olsa bile iktidarın da El Nusra’ya bakış açısı belli değil mi? Çok değil, 2 ay önce 19 Ekim’deki Muhtarlar toplantısında bizzat Erdoğan şunları anlatmadı mı?
“Dün akşam Sayın Putin’le bir görüşmem oldu ve bu görüşmede Halep’i konuştuk. Saat 22 itibariyle orada hava bombardımanlarını durdurduklarını, durduracaklarını ifade ettiler. Ve El Nusra’nın orayı terk etmesi noktasında kendilerinin ricaları oldu. Arkadaşlarımıza bu konuda gerekli talimatı verdik, onlar da bu çalışmayı yapmak suretiyle El Nusra’yı Halep’ten çıkarma ve Halep halkının bu noktadaki huzurunu sağlama için bir çalışmanın içerisinde olalım diye aramızda böyle bir mutabakatı görüştük.”
Adım adım nasıl bir batağa çekildiğimiz ve ayılarla nasıl yatağa sokulduğumuzu özetlemeye çalıştım.
15 Temmuz teşebbüsü aklımızı başımıza getirmedi, ama inşallah bu son vahim olay epeydir yitirdiğimiz “T.C. devlet aklının” bulunup, ülkemizin boğulmaktan kurtarılmasına vesile olur.
Müyesser YILDIZ
20 Aralık 2016
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/rusya-ve-iran-karsiti-gosterileri-kim-orgutledi-2012161200.html