İçeriğe geç

Korucuların Türkçe-Kürtçe Yemini Ne Anlama Geliyor?

16 Nisan’da referanduma sunulacak olan yeni anayasa teklifini hazırlayan isimlerden Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, eski TESEV’ci Mehmet Uçum AKP’de milletvekiliyken “Kürt sorununun” çözümü için özetle şunları söyledi:

“Ülkemizin kurtuluş felsefesi 1920 Meclis’inde ve 1921 Anayasası’nda karşılığını bulan kapsayıcı Anadolu felsefesiydi. Bütün Anadolu kimlikleri eşit unsurlar olarak sürecin içindeydi. 1924’le birlikte kuruluş felsefesine geçildi. Kuruluş felsefesi dışlayıcı ve baskıcı ulus yaklaşımı üzerine kuruldu. Bu felsefeden tek etnik ve dilsel kimlik esaslı Türk Milleti ideolojisine dayanan devlet pratikleri çıktı. Kuruluş felsefesi 2002’den itibaren Türkiye toplumu tarafından tasfiye sürecine sokuldu. İkinci kuruluş dönemi diyebileceğimiz bu sürecin felsefesi kapsayıcı ve özgürlükçü millet yaklaşımıdır. İşte bu yaklaşımı benimseyen Türkiye toplumunun bugün oluşturmaya çalıştığı millet artık Türkiye milletidir…. AKP, Kürt sorunun çözümü için Türkiye milleti inşaasına çalışıyor.”

Uçum 2015 seçimlerinden önce de, “Türkiye’ye özgü başkanlık modeli, üniter yapı içerisinde adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği bir esasa dayandığından, Kürtlerin yaşadığı bölgeler de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü yerel-bütünleştirici merkez yapısını kurmak hedeftir” dedi.

“PKK’yla kurulan masa devrildiğine ve çözüm süreci buzdolabına kaldırıldığına” göre, bunların geçmişte kaldığı belirtilebilir.

-Demokratik Cumhuriyet Kimin Tezi?-

Lâkin referandum kampanyasına hızla giren Mehmet Uçum farklı ifadelerle olsa da benzer görüşleri savunmaya devam ediyor.

Mesela Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında, Anayasa değişikliği ile yapılanın rejim değil, sistem değişikliği olduğunu kaydettikten sonra şunları anlattı:

“Birinci kurtuluşla cumhuriyeti kazandık, ikinci kurtuluşla demokratik bir cumhuriyet kazanmış olacağız. Türkiye aslında kuruluşunu tamamlıyor ve bunun ilk adımı da anayasa değişikliğidir. Erzurum, Sivas Kongresi ve Kurtuluş Savaşımız aynı zamanda kapsayıcı bir anlayıştır. 1924 yılından sonra sürdüremedik, ama bu kapsayıcılığı ihya eden politik yaklaşımlarla sorunlarımızın çözüleceği anlaşıldı. Son 15 yılda bu kapsayıcı anlayışla kurtuluşumuzun felsefesi canlandırıldı. Ancak süreç henüz tamamlanmadı.”

“Demokratik cumhuriyet” ne mi?

İmralı’daki teröristbaşının;

“Demokratik kurtuluş ve demokratik yaşam süreci. Ben bu deyimi rastgele seçmedim. Ben ilk günden demokratik cumhuriyeti savundum, onlar beni anlamadılar… Kürtler kendi kendilerini yönetecektir. Şu anda yasa dayatırsak büyük alerji yaratır. İleride olabilir. AB Yerel Yönetim Özerklik Şartı’ndaki şerh kaldırılırsa mesele önemli ölçüde çözülecek” dediği,

“Eski yaşam alışkanlıkları top yekûn bırakmak gerekir. Neden? Çünkü bu bir rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, 1950 çok partili hayata geçişten çok daha önemli, bu hepsinden daha derinlikli olacak. Başarılı olursak, yepyeni bir Cumhuriyete…” sözleriyle anlattığı,

İktidar-AKP-HDP ve MİT’in “Dolmabahçe mutabakatında”;

Sırrı Süreyya Önder’in, “Başlangıcından bugüne bu sorun devletin dönüşümüyle ilişkilidir… Bu itibarla süreç, Cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla gelişmek durumundadır” diye açıkladığı,

10 maddelik mutabakatta da vurgulanan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yıkılmasının adıdır.

Bu iddianın sahibi kim miydi?

Dolmabahçe mutabakatı üzerine, “Bugün yeniden Milli Mücadele şartları oluşmak üzeredir. Sevr’ciler, sömürge piyonları, işgâl kalıntıları, esaret şak şakçıları yeni baştan gözlerini açmışlar… Çanakkale’de püskürtülenler, AKP’ye nüfuz etmişlerdir… Öcalan’ın 10 maddelik ihanet metni, Türkiye’nin mezarını kazmak, üniter milli devletin ve bin yıllık millet varlığının mahvı demektir… Öcalan’ın demokratik siyaset uydurması, Türk demokrasisine biçilmiş bir kefendir. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanmasıyla ilgili zırvası, çözülmenin artan dozda yaygınlaştırılmasıdır. Sanki aksi varmış gibi, özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleriyle ilgili hezeyanı parçalanmanın habercisidir. Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışa atıf yapması, Türkiyeliliğin açıkça tescil hazırlığı, Türk kimliğinin silinme rezilliğidir” diyen Bahçeli’ydi.

-Referandum Öncesi Isınma Hareketleri-

İmralı’da örgütü yönetme toplantılarından birinde teröristbaşı, “Şimdiye kadar olanlar ısınma hareketiydi” diyordu.

Gerçekten epey “ısınma hareketi” yapıldı. Mesela dil konusunda.

Önce ana dilde kursla başlandı…

Bölücü terör örgütü ve sahipleri, “ana dilde eğitim” istedi. Özel okullarda ana dilde eğitime izin verildi…

Devlet kurumu olan belediyelerde PKK, “çok dilli” uygulamaya geçti. Bu uygulamayı yapan başkanların bir kısmı şimdi hapiste, ama iktidarın atadığı kayyumlar da belediyelere asılan çift dilli tabelaları sahiplendi…

Gerçekte terör örgütüne yardım ve yataklıktan mahkûm olduğu halde Leyla Zana’nın hep Meclis’te Kürtçe yemin ettiği için hapse atıldığı söylendi.

Ve dün Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Derecik Beldesi’nde 174 güvenlik korucusunun hem Türkçe, hem de Kürtçe yemin ederek görevlerine başlamasına tanık olduk…

Köy korucuları devlet memuru olduğuna göre, Kürt kökenli vatandaşlarımız yarın Meclis ve TSK başta olmak üzere tüm kamu kurumlarında da “Kürtçe yemin” istemez mi?

Bu, topyekûn devlette “çift dilliliğe” ısındırma;

Daha önemlisi, MHP’nin yeni anayasa teklifi ile değişmediğini vurguladığı Anayasa’nın ilk 4 maddesinden biri olan, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” maddesinin delinmesi değilse, nedir?

-İstanbul’dan Yükselen “Özerklik” Çağrısı-

Dünün ikinci önemli gelişmesine, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın İstanbul için özel bir yasa istemesine ve “Malatya’nın, Denizli’nin Diyarbakır’ın yasasıyla İstanbul’u yönetiyoruz, olmuyor, yürümüyor. Diyorum ki, İstanbul kendi kendini yönetsin, başka müdahaleler olmasın, kendi kararını kendi versin” açıklamasına geçelim.

Topbaş’ın adını koymadan dillendirdiği; Erdoğan’ın daha 1993’te, “Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey olabilir”, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un da 2015’te, “Türkiye’ye özgü başkanlık modeli, üniter yapı içerisinde adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği bir esasa dayandığından, Kürtlerin yaşadığı bölgeler de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü yerel-bütünleştirici merkez yapısını kurmak hedeftir” diye anlattığı “özerklik”tir!..

Peki Erdoğan, Uçum ve Topbaş’ın bu görüşleriyle;

Bahçeli’nin sahiplendiği Ahmet Türk’ün 2014’teki, “Biz halkların birlik ve beraberliğinden yanayız. Halkların yönetime katılacağı, sosyal, kültürel ve ekonomik kararlarını kendileri verebileceği bir özerkliği savunuyoruz. Bunu sadece Kürtler için istemiyoruz. Hem Karadeniz’de, hem Ege’de, hem Marmara’da, hem de İç Anadolu’da yaşayan halklar da yönetime katılmalı… Ulus devlet mantığı geçti. Türkiye artık tek merkezden yönetilmemeli”,

Veya HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın 2015’teki, “Demokratik özerklik sadece bu bölge için değil, İzmir’deki Konak, Ankara’daki Çankaya için de önemlidir. Yerel yönetim bu bölgedeki ekonomi, dil, kültür, sorunlarını çözer. Küçük bir anayasa değişikliğiyle bütün ülke nefes alır” sözleri arasında ne fark var?

Erdoğan’ın dün Çanakkale’de, “Türkiye Cumhuriyeti bizim ilk değil, son devletimizdir. Osmanlı da bizimdir, Selçuklu da bizimdir, binlerce yıllık tarihimizde gelip geçmiş tüm devletler bizimdir” demesi önemli ve anlamlıydı.

Özellikle de birilerinin bu devleti, Türk Milleti’nin “son devleti” kılma, yerine ise “Türkiye Milleti devleti” veya “Yeni Türkiye Demokratik Cumhuriyeti Devleti” kurma hesapları böylesine ayan beyan ortaya saçılmışken!..

Müyesser YILDIZ

19 Mart 2017

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/korucularin-turkce-kurtce-yemini-ne-anlama-geliyor–1903171200.html

Kategori:Uncategorized