1980 öncesini yaşayanlar bilir; MHP’nin unutulmaz sloganlarından birisi, “Hak, hukuk, adalet, Milliyetçi Hareket”ti.
37 yıl sonra CHP’nin bu sloganla Ankara’dan İstanbul’a “adalet yürüyüşü” yaptığını, daha önemlisi bu yürüyüşe en çok MHP Lideri Bahçeli’nin karşı çıktığını gördük.
Ayrıntı da olsa Türkiye’deki “değişim/dönüşümü” göstermesi açısından dikkat çekici ve önemli bir nokta.
Evet bir yandan yargının “AKP’leşmesini”, öte yandan yaygınlaşan adaletsizlikleri konuşuyoruz.
Erdoğan Hamburg’dan dönerken, “FETÖ, PKK, YPG konusunda Batılı liderlerin tutumunda değişiklik olup olmadığı” sorusunu şöyle cevaplamış:
“Hangisiyle görüşüyorsak bize, ‘Bununla ilgili her türlü takibi yapacağız’ diyorlar. Tabii ki zaman zaman işin yargı boyutunu da önümüze çıkarıyorlar; ‘Bunların yargıda da takibini yapacağız, ama belgeler gerekiyor’ diyorlar. Bu konuda Türkiye’deki davaların neticelenmesi, yargının hüküm vermesi büyük önem arz ediyor. Akabinde diğer ülkelere mahkeme kararıyla gidildiğinde işimizin daha da kolaylaşacağını düşünüyorum.”
Soruşturma ve kovuşturmalardaki usul/esas yanlışlıklarını gündeme getirdiğimiz için bizleri eleştiren, eleştirmekle kalmayıp “kınayanlar” var. İşte tam da anlatmak istediğimiz Erdoğan’ın bu söyledikleri.
Yargılama eksiksiz, hatasız yapılmalı ki, fırsat kollayanlara koz verilmesin, davaların içi boşalmasın, boşaltılmasın!..
Hukukun üstünlüğüne inanan ve de niyeti bağcı dövmek değil, üzüm yemek olan herkesin savunması gereken de budur.
-Tanık Dinlemek İsteyen Hakimin Başına Gelenler-
Yargının siyasallaştırılması konusuna gelince; Yeni HSK’nın geçen hafta çıkardığı son hakim ve savcı kararnamesi çokça tartışıldı, “Milliyetçi ve solcuların” tasfiye edildiği öne sürüldü. Somut örnekler verildi.
Biz de buna dair aylardır yüksek yargı çevrelerinde konuşulan çarpıcı bir örneği aktaralım.
İddia, çok önemli bir darbe davasına bakan bir mahkemenin başkanıyla ilgili.
Başkan davayı önemsemekte ve sıkı tutmaktadır. Öyle ki, heyet üyelerini bile özel olarak seçer.
Duruşmalar başlar. Sanıklar da avukatlar da önemli bir komutanın mahkeme huzurunda tanık sıfatıyla dinlenmesini ister.
Başkan, “Merak etmeyin, mutlaka çağırıp, dinleyeceğiz” der.
Lâkin hiç beklenmedik bir sırada, duruşmaların en yoğun olduğu dönemde başkanlıktan alınıp, pasif bir göreve atanır.
Başkan tam o günlerde bir başka “FETÖ” davasında bir kişi için tahliye kararı vermiştir. İtiraz üzerine tahliye edilen şüpheli yeniden tutuklanır. Görev değişikliği de buna bağlanır.
Ancak darbe davasını bilen ve izleyen herkesin aklına gelen ilk sebeb, o komutanın tanıklığı meselesi olur.
Bu değişiklik yüksek yargı camiasında da tartışılır.
Adalet Bakanlığı’nda, o başkanın “FETÖ bağlantısının tespit edilmesinden” dolayı görevden alındığı dillendirilse de çoğunluk, sorunun o komutanın tanıklığından kaynaklandığı görüşündedir.
Dahası sözkonusu komutanın, “Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ı dinlemediniz. Beni de dinleyemezsiniz” diye rest çektiği, bunun üzerine Başkanın gönderildiği öne sürülür.
Bir komutanın tanık olarak dinlenmek istenmesi veya bir şüpheli için tahliye kararı verilmesi… Sebep her ne ise, bu şartlarda “yargıç güvencesinden”, haliyle de davaların hukuka uygun şekilde görüldüğünden söz edilebilir mi?
O komutanın tanıklığı meselesi mi?.. Başkanın gitmesinden sonra yargılamayı sürdüren heyetin aldığı ilk karar, “tanık olarak dinlenmesine gerek yok” olur!..
Müyesser YILDIZ
10 Temmuz 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/bir-komutan-akar-ve-fidani-dinlemediniz-beni-de-dinleyemezsiniz-dedi-mi-1007171200.html