30 Ağustos Zafer Bayramımızın yıldönümünü kutluyoruz. 95 yıl önce bugün binlerce insanımız kefen giyip, bu toprakları bize vatan yaptı, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü kazandırdı. Minnettarız, borçluyuz. Büyük Önder Atatürk başta olmak üzere tümünün ruhu şad olsun.
AKP yola çıkarken, 3 Y’yi (Yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) kaldırma sözü verdi… AB cennetini vaad etti… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin özellikle dış politikada o güne kadarki duruş ve hassasiyetlerini, “Bu çağda kırmızı çizgiler olmaz” anlayışıyla, bir bir ortadan kaldırdı.
Malazgirt Zaferi’nin yıldönümü için hazırlanan Erdoğan’lı afişlerde şu söz vardı:
“Geçmişi olmayanın geleceği yoktur.”
Bunun gibi bir şey oldu; “Yeni Türkiye” kurulurken, geçmişimiz yokmuş, asırlık düşmanlarımız pusuda beklemiyormuş gibi davranıldı!..
Şimdi?
Erdoğan, Malazgirt’in yıldönümünde şöyle haykırdı:
“Sultan Alparslan kimlerle mücadele etmişse, Sultan Kılıç Arslan kimlerle mücadele etmişse, biz de 15 Temmuz’da onlarla mücadele ettik. 15 Temmuz’da Osmangazi kimlerle mücadele etmişse, Fatih Sultan Mehmet Han aynı şekilde kimlerle mücadele etmişse, Abdülhamid-i Sani Han kimlerle mücadele etmişse, Gazi Mustafa Kemal kimlerle mücadele etmişse, biz de onlarla mücadele ettik. Kardeşlerim, oyun aynı, hedef aynı, sadece senaryo farklı, figüranlar farklı. Bu oyunda FETÖ bir piyondur, PKK, YPG, PYD bir piyondur, DEAŞ bir piyondur, diğer terör örgütleri birer piyondur, hepsi de gözünü vatanımıza dökmüş olan güçlerin kullandıkları birer araçtır. Bizim mücadelemiz sadece araçlara değil, asıl onları kullananlara karşıdır. Bu gün milletçe 7 düvele karşı mücadele ediyor olabiliriz. Ama unutulmasın; Anadolu, tarih boyunca 7 düvele bedel bir güç olmuştur.”
Ve şunu sordu:
“Kefenleri giymeye hazır mıyız?”
Tarihimizi bilen Türk Milleti’nin her ferdi, her daim kefen giymeye hazır oldu, ki her Allah’ın günü gelen şehitlerle giyiyor da zaten; Lâkin 15 yılda “Cennet” vaadinden, bu noktaya nasıl geldik; Sormayalım mı?
2002’de başımızda sadece PKK belası vardı. Şimdi kendilerinin sıraladığı gibi, “YPG, PYD, DEAŞ ve FETÖ” de var.
15 yılda bu kadar terör örgütü Türkiye’nin başına nasıl musallat oldu? PKK’yla masaya kimler oturdu? PYD’yi kimler ağırladı? Devleti FETÖ’ye kimler teslim etti?
BOP projesi devreye sokulduğunda, “Önümüze Sevr konuyor” diyenleri kimler “Ergenekoncu” ilân edip, hapislere tıktı? Kimler, “Ulusalcılığı” tehdit sayıp, “Milliyetçiliği ayaklar altına aldı”, “Türk Milleti” demekten ısrarla imtina etti?
Bu coğrafyadaki yegâne teminatımız TSK hangi dönemde önce çuval, sonra kumpaslar, en nihayetinde 15 Temmuz’la “kuşa”a çevrildi?
Hangi ara TSK’ya komutan bulamaz, pilotlarımızı eğitecek öğretmen için o terör örgütlerinin patronundan medet umar hale düştük?
Sevr’in en büyük ayağı “Kürdistan”a kimler yeşil ışık yaktı?
İşte kadim Türkmen kenti Kerkük’e de göz diktiler. Kerkük İl Meclisi “Barzanistan” referandumuna katılma kararı aldı. Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen tek tepki, “Hatalar zincirine yeni bir halka daha eklenmiştir” oldu. Peşmergesini eğitip, maaşını ödemek, “Türkiye Kerkük’e karışırsa, biz de Diyarbakır’a karışırız” diyen Barzani’yi kırmızı halıyla karşılamak, ona “KAK” diye hitap etmek, bezini Çankaya Köşkü’ne asmak acaba bu “hatalar zincirinin” kaçıncı halkalarıydı?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Barzani’nin ayağına gidip, “Kürdistan Bölgesi ve Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin referanduma bağlı olmadığını”, yani referandumdan dolayı bir yaptırım uygulanmayacağını açıklarken, MHP Lideri Bahçeli, “Bağımsızlık referandumu, savaş sebebi sayılmalı” diyor… Başbakan Binali Yıldırım, “Savaşın devletler arasında olabileceğini” söylüyor…
Yunanistan’ın Ege’de 12 mili ihlaliyle ilgili “savaş sebebi” kararı var da ne oluyor? Bu 15 yılda tüm adalarımızı silahlandırıp, burnumuzun dibine kadar gelmediler mi? En son bir adaya Bizans bayrağı çekmediler mi?
Peki Yunanistan bu cüreti nereden buldu; 7 yıl önceki şu “açılım”dan olabilir mi?
“On yıllar boyunca, bir yandan ‘Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkedir’ tekerlemesi söylenirken, onun hemen yanında bir tekerleme daha vardı, o da ‘Türkiye dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkedir’ tekerlemesi. Denizlerin gereği on yıllar boyunca yerine getirilmedi, ama sanal düşmanlar için bu ülkenin kaynakları, enerjisi, umudu heba edildi, gitti. İçerde ve dışarda üretilen sanal düşmanlarla uğraşmaktan, Türkiye, denizlerine, madenlerine, akarsularına, en önemlisi de insanına, insan potansiyeline, gençlerine, çocuklarına, eğitime, yani geleceğe vakit ayıramadı, kaynak ayıramadı. Hükümet olarak bu anlayışı tersine çevirmek, statükoyu kırmak ve ezberleri bozmak için 8 yıldır kararlı bir mücadele veriyoruz.”
“Tekerleme”ydi… “Sanal düşmanlar vardı”… Öyle mi?..
Madem ki, bugün “7 düvele karşı savaş veriyoruz”; Şunları da soralım:
Atatürk’ün, “Düşmanın elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır” dediği Kıbrıs için “Çözümsüzlük politikalarının terk edildiğini” söyleyen, merhum Denktaş’a olmayacak suçlamalarda bulunanlar kimlerdi?
Ya, Türkiye’nin aynı zamanda NATO toprağı olduğunu açıklayan, NATO’nun Karadeniz’de daha etkin olmasını isteyenler?
Bugün gazetelerde bir haber var; Suriye sınırına örülen modüler güvenlik duvarının üzerine askerlerimiz tarafından Türk Bayrakları ve Atatürk portresi çizilmiş. Bayrakların altına da, “Beklediğim; Ne araçtır, ne topraktır, ne taştır. Beklediğim; Kardeşimdir, evladımdır, yuvamdır. Beklediğim; Tarihimdir, namusumdur, atamdır. Beklediğim; Şerefimdir, özünde vatanımdır. Yüreğin pırıl pırıl, gün gibi meydandadır. Kulağın komutanda, gözlerin düşmandadır. Ordular kımıldanır, an olur bir sözünden. Bir millet bakmaktadır senin bir çift gözünden” dizeleri yazılmış.
Muhteşem!.. Lâkin sadece Suriye değil, İran sınırına da “Türk seddi” inşaa etme noktasına nasıl ve niye gelindi?
Çok değil, 8-9 yıl önce aradaki mayınlı arazileri kaldırıp, Suriye ile ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapmıyorlar mıydı?
Ve “Hudut namus, şereftir” diyen muhalefete, “Mayınlar ve dikenli tellerle hudutlar korunmaz. Sınır ötesi ile ilişkilerin geliştirilmesi ve ekonomik açıdan kazanımların olması önem taşıyor” diye had bildirmiyorlar mıydı?
Çuvaldızı “7 düvele” batıralım da ya iğneyi kime batıracağız; “Kefen giyme” noktasına geldiysek, bunun sebeplerinden biri Türkiye’nin böyle “deney tahtasına” çevrilmesi değil midir?
En ufak bir özeleştiri, bir özür gelmemesi ve söylemle eylem arasındaki bariz farklara rağmen, “Hatadan dönüldüyse, ne âlâ” diyelim!..
Lâkin şu Putin örnekli övünme yok mu?
Sarayı görünce; “Büyük devlet olmanın işareti bu eserdir” demiş.
Büyük olmanın ölçüsü buysa; Osmanlı’da ne kadar çok saray vardı, değil mi?
Müyesser YILDIZ
30 Ağustos 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/buraya-nasil-geldik-3008171200.html