Yargının halleri tartışılırken, gündeme bir kare daha düştü. En yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın dün geceki 30 Ağustos resepsiyonunda Erdoğan’ın karşısındaki duruşu tartışılıyor.
İşte bu görüntü ve tartışma, bir dosyayı yeniden açmamıza vesile oldu.
Biliyorsunuz, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından, hemen ertesi gün ilk gözaltına alınan sivil, üstelik Anayasa Mahkemesi üyesi Alparslan Altan oldu. Gerekçe, “suçüstü” haliydi. 4 gün sonra da “deliller toplandı, kaçma ihtimali var” denilerek tutuklandı.
Tam 13.5 aydır cezaevinde. “Suçüstü” denildiğine göre, sanırsınız o gece Akıncı Üssü’ndeydi. “Deliller toplandı” denildiğine göre, sanırsınız Meclis’i veya Sarayı bombalayanlardan biriydi. Veya sanırsınız ki, Adil Öksüz’dü de “kaçma ihtimali” vardı.
Madem “suçüstü” vardı ve deliller toplanmıştı; O halde soralım, 13.5 ay geçtiği halde neden iddianamesi yazılmadı? Evet, yanlış okumadınız bu önemli tutuklamanın hâlâ iddianamesi yok, yılbaşından önce de bir gelişme beklenmiyor ve tam üç kez savcı değişti.
-Suçu “Hülleli” Atanmak mı?-
Birileri yine şaşıracak, belki de tepki gösterecek, ama geçmişte aleyhinde yazdığım “hülleli atama” haberiyle Türkiye’nin tanıdığı Alparslan Altan’la ilgili bazı gerçekleri anlatmak gerekiyor.
2001’den beri AYM’de raportör olarak görev yapıyordu. Mustafa Bumin’in Başkanlığı döneminde bu göreve getirilmişti. Kimse adını bilmiyordu. Taa ki, Mart 2010’a kadar.
Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın teklifi, dönemin Başbakanı Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün onayıyla önce Denizcilik Müsteşar Yardımcılığına atandı. 43 gün sonra da Gül tarafından AYM yedek üyeliğine seçildi. 2010 Anayasa değişikliğinin ardından ise AYM üyesi oldu. Bu hızlı yükseliş de AKP tarihine “hülleli atama” olarak geçti.
O günlerde muhalefet ayağa kalktı; Gül, Alparslan Altan’ın Anayasa Mahkemesi’nde 9 sene tecrübesi olduğunu, hukuk doktorası ve Türkiye’nin her tarafında savcılık yaptığını belirtip, “Kim ne derse desin ben doğru bir atama yaptığım kanaatindeyim. Dolayısıyla bunun takdirle karşılanmasını beklerdim” dedi. Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım atamayı, “Personelin, istikbali daha iyi olan bir göreve yükselmesine engel olmam söz konusu değildir” sözleriyle savundu.
O atamanın perde arkasını bilenler şimdi anlatıyor; “Çalışkanlığı, bilgisi”, ayrıca AYM’nin yükünü çeken raportörlerin de üye olabileceğinin gösterilmesi amacı dışında yüzde 97 engelli olan çocuğunun ağır masraflarının karşılanabilmesi için Altan AYM üyesi yapılmış. Devletin önemli isimlerinin ortak kararıyla bu formül bulunmuş.
Alparslan Altan’ın tutuklanana kadar son 4 yıl oy birliği ile AYM Başkan Vekilliğine de seçildiğini hatırlatıp, soralım:
FETÖ/PDY bağlantısı sebebiyle tutuklandığına göre ve bunun dayanağı, delili de sadece o “hülleli atama” ise bunun hesabını en önce Haşim Kılıç, Binali Yıldırım, Erdoğan ve Gül’ün vermesi gerekmiyor mu?
-Polisler Kimin Emriyle Gözaltına Aldı?-
Alparslan Altan hakkında somut bir delil olmadığını, “kanaate” göre tutuklama yapıldığını nereden anlıyoruz? En önce Anayasa Mahkemesi’nin Altan’ı oybirliği ile meslekten ihraç kararından. Ancak bu karara geçmeden önce Altan’ın tutuklanması sırasında yaşanan bazı olayları aktaralım.
AYM üyesi olduğu için normalde sadece “suçüstü” halinde hakkında arama, yakalama, gözaltı yapılması ve soruşturmanın da Anayasa Mahkemesi tarafından yürütülmesi gerekiyordu. Zira henüz OHAL ilân edilmemiş ve meşhur 667 sayılı KHK çıkmamıştı.
Alparslan Altan darbe gecesi ve ertesi gün evindedir. 16 Temmuz öğleden sonra polisler Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, “AYM üyelerinin, Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etme suçunun halen işlemeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullahçı terör örgütlenmesi üyelerinin yurtdışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alınmalarına, konut, araç ve işyerlerinde arama yapılmasına karar verilmiştir” şeklindeki yazısıyla Altan’ın resmi konutuna gidip, arama ve gözaltı işlemini başlatır.
İddia o ki, polisler eve geldiklerinde iki devlet yöneticisinin ismini verip, onların emriyle gözaltına alacaklarını söyler.
Altan’ın ailesi, o sırada kapının önünden geçmekte olan AYM Başkanı Zühtü Arslan ile Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanını olaydan haberdar edip, eve gelmelerini ister.
İki Başkan gelir, Zühtü Arslan, AYM Yasasını ve “Suçüstü” hâli olması gerektiğini hatırlatır. Diğer Başkan, “Suçüstü, terör halinde olabilir” derken, polislerin “Siz karışmayın” şeklindeki tepkisi üzerine sessizce giderler.
-Delil Yok, Kanaat Var-
AYM’nin Altan’ı meslekten ihraç kararına gelince; İktidarın OHAL ilân edip, o KHK’yı çıkardığı gün AYM Genel Kurul’u Altan’ın durumunu görüşmek üzere toplanır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan, yürütülen soruşturmayla ilgili bilgi ve belgelerin istenmesi kararlaştırılır.
Cumhuriyet Başsavcılığı sözkonusu bilgi ve belgeleri 23 Temmuz’da gönderir. Gönderilen bilgi ve belge ise KHK’dır.
24 Temmuz’da ön inceleme raporu AYM Başkanlığına sunulur. AYM Genel Kurulu 26 Temmuz’da oy birliğiyle “Altan’ın durumunun KHK’ya göre değerlendirilmesine, bunun için de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan soruşturmayla ilgili bilgi ve belgelerin ivedi şekilde gizlilik dereceli olarak istenmesine” karar verir.
Karar aynı gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilir. Başsavcılığın 2 Ağustos tarihli cevabı, “23 Temmuz’da gönderdik” olur.
Anayasa Mahkemesi’nin 4 Ağustos tarihli 26 sayfalık kararında, FETÖ/PDY’nin yapısı, faaliyetleri, Fetullah Gülen hakkında açılan davalar, MGK kararları, TSK ve yargıdaki örgütlenme, Anayasa ve OHAL Kanundaki hükümler vs. uzun uzun anlatılır.
Alparslan Altan’a sıra geldiğinde; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 16 Temmuz tarihli gözaltı kararı ile Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 20 Temmuz tarihli tutuklama kararına, en nihayetinde 667 sayılı KHK’nın 3’üncü maddesinde yer alan “üyelik, mensubiyet, iltisak veya irtibat” şartlarına atıfla, şu değerlendirme yapılır:
“Tedbirin uygulanması için mutlaka terör örgütüyle terör faaliyetleriyle ve bu arada darbe teşebbüsüyle AYM üyeleri arasında bağ kurulması aranmamış, MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen ‘yapı, oluşum veya gruplarla’ bağ kurulması yeterli görülmüştür. Diğer taraftan maddeye göre, meslekten çıkarma tedbirinin uygulanabilmesi için söz konusu bağın yapıya, oluşuma veya gruba üyelik veya mensubiyet şeklinde olması zorunlu olmayıp, iltisak ya da irtibat şeklinde olması da yeterlidir. Son olarak maddede terör örgütleri veya MGK’ca devletin milli güvenliğine karşı faaliyetle bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar ile üyeler arasındaki bağın ‘sübut’ derecesinde ortaya konulması aranmamıştır. Böyle bir bağın AYM Genel Kurulunca ‘değerlendirilmesi’ yeterli görülmüştür. Buradaki değerlendirme Genel Kurulun salt çoğunluğunda oluşacak bir ‘kanaati’ ifade etmektedir. KHK’nın 3. maddesinde bu kanaate varılabilmesi için belli bir tür delile dayanma zorunluluğu öngörülmemiştir. Bu kanaatin hangi hususlara dayanılarak oluşturulacağı, Genel Kurulun salt çoğunluğunun takdirine bırakılmıştır. Burada önemli olan belli bir kanaate varılırken keyfiyetten uzak durulmasıdır.”
Sonuç; “Anılan yapı ile ilgisi olduğuna dair sosyal çevre bilgisi ve AYM üyelerinin zaman içinde oluşan kanaatleri birlikte dikkati alınarak”, Alparslan Altan’ın meslekten çıkarılmasına oy birliği ile karar verilir.
-Erdoğan’ı En Kızdıran Şeydi-
Alparslan Altan FETÖ/PDY üyesi midir, iltisak veya irtibatı var mıdır bilinmez, ama “deliller” ortada; Sadece gözaltı ve tutuklama kararları, KHK, bir de “sosyal çevre bilgisi ve kanaat”!..
AYM’nin her kademesinde görev yapmış, 4 yıl Başkan Vekilliğine seçilmiş birisinin tam 15 yıl sonra birden ve 15 Temmuz günü “FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisaklı olduğu kanaatine varılması” haliyle şaşırtıcı!..
Gel de Özal zamanında Haşim Kılıç’ın evinde televizyon olup, olmadığı tartışmalarını ya da Erdoğan’ın 2006 ve 2007’de bürokrat atamaları konusunda dönemin Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’e yönelik şu tepkilerini hatırlama:
“Üst düzey atamalarda, ilgili bakan teklif eder, başbakan onaylar, cumhurbaşkanı da gerekçelerini göstererek, reddeder ya da onaylar. Bir insanın din ve vicdan özgürlüğünün Anayasal hak olduğu bir ülkede kendini yetiştirmiş, o kurumun içerisinde yıllarını vermiş, şu andaki iktidar da lâyık görmüş. Bunun evine elemanlar göndermek suretiyle eşinin başı örtülü mü açık mı? Kimler geliyor kimler gidiyor? Bunlar araştırılıyor. Bu ne çirkin, ne ayıptır. Böyle şey olur mu? Kafanın içindeki bölüme mi, başarısına mı, evindeki aile yaşamına mı bakacağız?.. Bu kişi bir müsteşar yardımcısı, bir müsteşar, bir genel müdür olacak. Kapıcısına soruyor ‘eşi nasıl giyinir, kimlerle görüşürler, kimler gider, gelir bu eve’ bunları soruyorlar. Allah aşkına böyle bir devlet yönetimi, böyle bir devlet yönetimi anlayışı olur mu?”
-Altan’a Göre “Suç”u… Avukatının AYM Başkanına Uyarısı-
Alparslan Altan’ın savunmasına gelince; Uzun uzun “FETÖ” ile herhangi bir bağlantısı olmadığını, darbeye ilişkin kendisine herhangi bir kimse tarafından görev verilmediğini ve teklifte bulunulmadığını, “yargı imamı” denilen kişilerin hiçbirisini tanımadığını anlatıp, şunu söyledi:
“Hakkımda neden böyle bir isnat olduğuna ise ancak şu şekilde cevap verebilirim; Anayasa Mahkemesi üyesiyken yazdığım karşı oylardan kaynaklanabilir.”
Altan’ın Avukatı Erol Aras da tam 1 yıl önce Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na yaptığı başvuruda, “Hepimiz biliyoruz ki, müvekkil AYM’nin kararlarına yazdığı karşı oylar nedeniyle siyasal iktidarın hedefi haline gelmiştir. Hukuka aykırı tutuklanmıştır” iddiasını dillendirdikten sonra şu uyarıda bulundu:
“Bir AYM üyesinin bu kadar delilden ve gerekçeden yoksun olarak üyelikten çıkarılması, diğer AYM üyeleri üzerinde mesleki güvence anlamında büyük bir baskı oluşturma ihtimalini taşır. Bundan sonra siyasal iktidarın aleyhine karar vermek imkânsız hale gelebilir. Dolayısıyla fiilen hakim güvnecesi, AYM’nin varlığı ve son dönemde hak ve özgürlüklerin son sığınağı olan bir müessesinin işlevsiz hale gelmesiyle çağdaş hukuk devleti de bitmiş olur.”
Türkiye “adalet” diye kavrulurken; En yüksek yargı organı olan AYM’nin derin suskunluğu, tüm başvuruları geri çevirip, adeta kendisini işlevsiz kılmasının sebebi bu yaşananlar mıdır bilemeyiz… Lâkin 2005’te dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, o zamanki AYM Başkanı Mustafa Bumin’in “türban”la ilgili açıklamaları üzerine, “TBMM isterse Anayasa Mahkemesi’ni kapatabilir. Bugün AB ülkelerinin bir çoğunda bizdeki Anayasa Mahkemesi’ne benzer bir kurum yok” dediğini unutmayalım.
İster misiniz, bu gidişle AYM de bir KHK ile kapatılsın!..
Müyesser YILDIZ
31 Ağustos 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/o-aym-uyesi-niye-tutuklandi-3108171200.html