İçeriğe geç

Rıza Sarraf… Leyla Zana… Ve Nuriye!..

Gazeteci-Yazar Hüsnü Mahalli aylar önce Rıza Sarraf olayıyla ilgili olarak, “Hiç kimsenin hayal etmediği kadar büyük bir olay. Türkiye ve İran’ı ilgilendiriyor. Dış politika açısından önemli” demişti.

Nitekim iktidar mensuplarının açıklamaları ve yandaş medyanın yayınlarından, bu olayın Fetullah Gülen’in iadesi veya ABD’nin PKK-PYD’ye hamiliği gibi ülkenin bir çok önemli meselesinin önüne geçtiği anlaşılıyor.

Kimi diyor ki; Rıza Sarraf dosyası üzerinden Türkiye’ye “şantaj” yapılıyor!..

Şantaj kime yapılır? Açığı olana… Gerisi tehdide girer ki, tehdit edene yapılacak muamele ve verilecek cevap bellidir!..

Bizzat Erdoğan ise, “Vatandaşımı hiçbir şey ortaya koymadan 2 yıl oldu, alacaksın. Yargılayıp, itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin” diyor.

İtirafçı kimdir; Bildiği gizli bir bilgiyi açıklayan… Ya da hapse girmemek için birileri hakkında yalan beyanda bulunan yani iftira atandır… Erdoğan’ın kastettiği elbette ki, ikinci şık olmalı… Bu durumda da yapılacak bellidir!..

-O İddianameyle Kendimizi Vurmadık mı?-

Rıza Sarraf neyle suçlanıyor?

“ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu delme, bankacılık sahtekarlığı, kara para aklama, ABD yasalarını delmek için işbirliği yapıp komplo kurmak”la.

Şimdilerde “Türkiye’ye şantaj yapılıyor… Türkiye’nin açığı aranıyor” deniyor ya, galiba ve maalesef bu konuda biz de kendi ayağımıza sıktık.

Şöyle ki; 15 Temmuz darbesinden önce hazırlanan ve Fatullah Gülen’in iadesinde “temel belge” olarak ABD’ye gönderilen “FETÖ çatı iddianamesinde”, Rıza Sarraf olayı şu ifadelerle yer aldı:

“İran’ın nükleer programı İsrail tarafından hedef alınmıştır. ABD, İran’a karşı İsrail tarafından kışkırtılıp savaşın eşiğine kadar bu gerilimi tırmandırmış, İran’a ekonomik ambargo uygulanmasını sağlamıştır. Türkiye, İran’a karşı yapılacak askeri hareketi desteklemediğini açıklamıştır. İran’ın nükleer programını barışcıl amaçlarla kullanılacağı için desteklemiştir. Ayrıca Brezilya ile birlikte inisiyatif alıp bu gerilimi ortadan kaldırmak için İran’ı ikna etmiştir. ABD ve İsrail inisiyatifleri dışında gelişen bu olaylar nedeniyle bozulup Türkiye Hükümetine karşı bir operasyona geçmek üzere ülke içinde arayışlara girişmiştir… İran’a uygulanan ekonomik ambargonun Türkiye üzerinden altın satışı ile delindiğini fark eden ABD bu işlemin organizatörü olarak gördüğü cemaatinde ortak düşmanı MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef almıştır. 7 Şubat 2012 günlü ifade krizi ortaya çıkarılmıştır… Türkiye’nin İran’a ABD askeri müdahalesine geçmişte karşı çıkması örgütü ve cemaati endişelendirmiştir. İşbirliği nedeniyle ABD’nin sevmediği İran’ı örgüt de sevmez. Hükümeti devirmek için İran’lı bir işadamının adının kullanılması ve bunun sık sık tekrar edilmesi ABD’ye bir işaret ve algılatma düşüncesidir. İran Devletinin petrol parasının ABD güdümünden çıkarak Türkiye üzerinden aktarılması ABD kadar örgütü ve cemaati de endişelendirmektedir ve büyük rüşvet operasyonu adıyla başlatılan 17 Aralık 2013 ve devamındaki olayın perde arkasında ABD-Cemaat işbirliği yatmaktadır.”

MİT TIR’ları davası gibi bu davayı da anlayamıyorum. Mâlum MİT TIR’ları meselesinde, “Suriye’ye insanı yardım” dendi, ancak sonrasında önce Cumhuriyet Gazetesi, ardından CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında “casusluktan” dava açıldı. Tamamen “insani yardım” ise bu konudaki yayınlarla ilgili olarak açılacak bir dava “iftira” davasından öte ne olabilir ki?

Rıza Sarraf olayı da öyle; Madem, İran’a ambargonun bu yolla delindiğini kabul ediyoruz, ki bizzat Erdoğan bunun tamamıyla “kendi bilgileri dahilinde ticari bir faaliyet” olduğunu söyledi, öyleyse Türkiye-ABD görüşmelerinin tümünde bu konunun ilk gündem maddesi yapılması ve “hayati” sayılmasının sebebi nedir? ABD’nin en masum taleplerimizi bile bir şeyler almadan karşılamadığını bilmez miyiz?

Hassasiyetin sebebi sadece ve sadece Rıza Sarraf’ın bir Türk vatandaşı olması mıdır?

-Leyla Zana da Kandırdı-

Bir başka vatandaşımıza geçeceğim; Leyla Zana’yı tanıyorsunuz.

Meclis’te Kürtçe yemin ettiği için hapse konduğu söylendi, ama gerçek sebep, PKK’ya yardım yataklıktı.

Onun için kanunlar değişti ve hapisten çıktı. Önce dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Vekili Abdullah Gül, ardından dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından resmi konutta ağırlandı.

Barzani’nin “Kürtlerin sümbülü” dediği biri. Zana da Barzani’ye “kardeşim”, Talabani’ye “amcam”, teröristbaşına ise “Önder rehberimiz” dedi.

Yıllarca Brüksel’de PKK’nın taleplerini dillendirdi…

2006’da Irak’ın kuzeyine yerleşeceği, eşinin burada inşaat ve yol yapım işleriyle uğraştığı duyuruldu.

Ancak İmralı’daki teröristbaşı ve Barzani arasında arabuluculuk yaptı… Teröristbaşı, “Kürt Konferansı”nda Barzani’nin yanında Zana’nın eş başkan olmasını istedi.

2007 seçimlerinden bir gün önce, “Şimdi yapmanız gereken ilk şey genel bir af çıkarmanızdır. İkincisi, Osmanlı’dan bugüne kadar olması gereken Kürdistan eyalet sistemine geçmenizdir. Bunun için Türkiye’nin eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir. Ankara, Türkiye’yi eyaletlere böl ve Kürdistan eyaletini kur. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde yapamadığını şimdi yap” çağrısında bulundu.

2012’de, “silahların bırakılmasını asla tartışmadığını” belirterek, “Bu sorun var olduğu müddetçe o silahlar Kürtlerin güvencesidir” dedi.

Yine o yıl, “Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inandığını” söyledi ve sonrasında dönemin Başbakanı Erdoğan’la biraraya gelip, “Kürt kimliğine anayasal tanıma, Kürtçe eğitim ve Öcalan’a ev hapsini” konuştu. Erdoğan da, “Sayın Leyla Zana’nın bizimle görüşmesinden, çözüm umudunu dile getirmesinden, hem BDP hem de terör örgütü çok ciddi şekilde rahatsız oldu, çok sert açıklamalar yaptılar. Şu anda mahalle baskısı uygulayarak, tehdit ederek, korkutarak sayın Zana’yı susturmaya çalışıyorlar. İşte terör örgütü ve uzantısı budur” açıklamasını yaptı.

Zana 2015 seçimlerinden sonra Meclis’te yemin ederken, “Türk Milleti” yerine “Türkiye milleti” diyerek ikinci bir yemin krizine yol açtı. Yemin törenini izleyen Erdoğan bu konuda, “Benden almayın” diyerek yorum yapmazken, yemini geçersiz sayıldı. Yeniden yemin etmediği için de Meclis çalışmalarına katılması engellendi.

Ocak 2016’da; “Kürt sorunu uluslararası bir sorundur. Bugün Kürtlere dayatılan 2. Lozan’dır” sözlerine rağmen Zana’nın Erdoğan’la Saray’da görüşmesi de gündeme geldi, ama resmi açıklamalara rağmen sonradan o görüşme gerçekleşmedi.

Leyla Zana son olarak “Barzanistan” referandumundan bir gün önce BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e mektup gönderip, “Güney Kürdistan halklarının bu meşru talebinin” desteklenmesini istedi.

Tüm bunları niye mi hatırlattım?

Birkaç gün önce Hürriyet’te haber oldu. İktidar, yemin etmediği için milletvekilliğinin düşürülmesine karar verdiği Leyla Zana konusunda acele etmeme kararı almış.

Çünkü Diyarbakır Valiliği ve Emniyeti, Zana’nın doğduğu köyde kaldığı, ciddi sağlık sorunları olduğu bilgisini vermiş. İktidar da, “Böyle bir süreçte, Zana’nın milletvekilliğinin düşürülmesi konusunun gündeme getirilmesinin hem siyasi, hem de insani açıdan doğru olmayacağı” değerlendirmesini yapmış.

-Nuriye Türk Vatandaşı Değil mi?-

Samimiyetle Zana’ya “geçmiş olsun”, iktidara da “bravo” dedikten sonra bir diğer vatandaşımızın, Nuriye Gülmen’in durumuna değineceğim.

KHK’yla işinden atıldığı için açlık grevi başlattı. Sonra DHKP-C’li olduğu iddiasıyla hapse kondu. İçişleri Bakanlığı bile hakkında “iddianame” gibi bir kitap hazırladı. Açlık grevini cezaevinde de sürdürdü. Aylardır da Numune Hastanesi’nde. Durumu o kadar ağır ki, duruşmalara gönderilmiyor.

Bugün tam 1 yıl doldu… 35 kiloya kadar düştüğü bildiriliyor…

Ve maalesef Rıza Sarraf’a “Türk vatandaşı” diye sahip çıkan, Zana’ya, “siyasi ve insani açıdan” yaklaşan devlet bu tabloyu seyredip, yatakta tahliyeyi çok görüyor!..

Unutmayalım:

1- Türkiye, Rıza Sarraf’tan büyüktür!..

2- Nuriye Gülmen de bir Türk vatandaşıdır ve onu kurtarmak için kimseyle pazarlık yapmak gerekmemektedir!..

3- O ölürse, devlet de ölmüş olacaktır!..

Tam yazıyı bitirirken, Erdoğan’ın arabaların “cam filmi” konusunda devreye girip, “mağduriyet yaratılmaması” talimatı verdiği haberini gördüm.

Bu ülkeyi yönetenler bir vakitler Diyarbakır’da “Cana geleceğine, cama gelsin” diyordu.

Demek ki, artık “cam”, “candan” önemli hale gelmiş!..

Müyesser YILDIZ

9 Kasım 2017

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/zarraba-sahip-cikanlar-nuriyeye-tahliyeyi-cok-goruyor-0911171200.html

Kategori:Uncategorized