10 gün önce Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesi 15 Temmuz darbe davasına ilişkin gerekçeli kararını açıkladı. Karar ilginçti, çünkü “FETÖ”nün müsebbibi olarak Cumhuriyet rejimi suçlanıyordu. Nedense fazla tartışılmadı. Oysa çok önemliydi.
Neden mi? Bunun için bir başka davanın sürecini, iddianamesini ve sonuçlarını hatırlamamız gerekiyor.
9 Kasım 2005’de Şemdinli’de bir PKK’lıya ait kitabevinin bombalanması davasından söz ediyoruz. Bunun TSK’ya kurulan kumpasların miladı olduğu çok sonra anlaşıldı.
Olay yaşandığında, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, bunu hemen “Susurluk”a benzetip, “Ucu nereye varırsa varsın, üzerine gidileceğini” söyledi.
Helsinki Yurttaşlar Derneği, İHD, Mazlum-Der, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü’nden oluşan İnsan Hakları Ortak Platformu, Gül’ü ziyaret edip, “Devlet içindeki yasadışı yapılanmaların önüne geçilmesini” istedi. Gül de, “Soruşturmayı sessizce yürütüyoruz, ancak kimsenin kararlığımız konusunda şüphesi olmasın. Önemle üzerinde duruyoruz ve neyse gerçekleri ortaya çıkartacağız” dedi.
Yüksekova’da “Öcalan’a özgürlük” yürüyüşü yapıldı… JİTEM masaya yatırıldı… Dönemin DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, “Hükümet üzerindeki statükocu güçler Türkiye’nin dönüşmesini istemiyor. Olaylar, AB sürecinde değişimi engelleme çabasıdır” değerlendirmesini yaptı… PKK’lı olduğu bilinen ve sonradan Şemdinli belediye başkanı seçilen kitapevinin sahibi Seferi Yılmaz, “Derin devlet olgusunun tamamen dağıtılması” gerektiğini bildirdi…
Tesadüf, tam patlamanın yaşandığı gün AB Türkiye İlerleme Raporu ve Katılım Ortaklığı Belgesi çıkmıştı. Sivil-asker ilişkilerinin ilk kez çok geniş şekilde ele alındığı raporda, “Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesinin hazırlanması, MGK’nın yapısı ve TSK İç Hizmet Kanunu’nun değişmesi, Jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması, valiler ve kaymakamların Jandarma üzerindeki denetiminin güçlendirilmesi” isteniyor, ayrıca “TSK personelinin iç ve dış politika, özellikle de Irak, Kıbrıs, teröririzm, laiklik, Türkiye-AB ilişkileri konularında görüşlerini açıklamasından” duyulan rahatsızlık vurgulanıyordu. Dahası vardı; Sınırların mayınlardan temizlenmesi, köy koruculuğunun kaldırılması, profesyonel bir sivil sınır muhafız teşkilâtının kurulması gibi…
Bu arada bir de AB Komisyonu’nca iç hizmete yönelik olarak bazı Avrupa Parlamentosu üyelerine gönderilen “gizli” bir belge ortaya çıktı. Belgede, bazı komutanlar hakkında değerlendirme yapılıyordu. Onlardan birisi Yaşar Büyükanıt’tı, “katı çizgide” olduğu belirtiliyordu.
Şemdinli olayında hedefe oturtulan isim Büyükanıt’tı. Ama mesele bununla kalmadı, ABD raporunda yazanlar, Şemdinli’den sonra adım adım hayata geçirildi. TSK’ya dair düzenlemelere ilave olarak önce Barzani, sonra PKK açılımları başladı…
-Sarıkaya’nın Meşhur İddianamesi-
Şemdinli davasının Savcısı Ferhat Sarıkaya idi. 2006’da iddianamesini hazırladı. İddianameden çok bir “manifesto” gibiydi. Zira “Genel değerlendirme” başlığı altında şu tespitler yapılmıştı:
“Kabul edilmesi mümkün olmayan şey demokraside ve evrensel haklar sisteminde elde edilen bunca kazanıma ve güçlü bir devlet sistemine sahip olunmasına rağmen 20. yüzyılın başında Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında uygulanan olağanüstü güvenlik tedbirlerinin bugün de sürdürülmek istenmesidir.”
“Şemdinli olayının bir amacı, Türkiye’nin temel politik yönelimlerinin (modernlik projesi, AB süreci) akamete uğratılması ve merkezdeki siyasî/bürokratik yönetim elitinin güç ve yerlerini muhafaza etmesi olabilir.”
“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilânında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre, siyasetin gizli ajandası bu iki temel tehdidi içermektedir. Ayrıca çevreden gelerek merkezi ele geçirme çabası içerisinde olan unsurlar modernlik projesinin sahibi olan sivil/askerî bürokratik eliti oldukça rahatsız etmektedir.”
“Yüzyıllardır akrabalık ilişkileri içerisinde harmanlanan Suriye-İran-Irak’taki yapılar büyük ölçüde Doğu-Güneydoğu ile benzerlik taşımaktadır ve etkileşim içerisindedir. Çözüm, buraları da içine alacak bütüncül projeler üretmeksizin mümkün değildir.”
Özetle Sarıkaya imzalı iddianamede, hem Cumhuriyet, hem TSK suçlanıyordu.
Çok az sayıda insan bir savcının böyle bir iddianame yazamayacağını söyledi. Sözkonusu bölümlerin Başbakanlık’ta kaleme alındığı iddiaları da gündeme geldi.
Ancak o iddianameden sonra Savcı Ferhan Sarıkaya neredeyse “kahraman” ilân edildi. Sarıkaya dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’a “çete” suçlamasında bulunduğu için HSYK tarafından meslekten ihraç edildiğinde ise malûm çevreler, bunun “Dreyfus davası” gibi topluma mal edilmesini istedi. Bu olay üzerinden Türk sistemi ve devlet düzenini tepeden tırnağa değiştirip, ıslah edecek reformların tetikleneceği söylendi.
-Sarıkaya’nın İtirafları-
Sarıkaya’nın 2011’de göreve döndüğü, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ise itirafçı olduğu malûm.
“FETÖ”nün, Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olmasını önlemek için bu kumpası kurduğunu anlatan Sarıkaya, iddianamenin bazı bölümlerini kendisinin yazmadığını da şöyle itiraf etti:
“O dönemde Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan İlhan Kaya konuyla ilgilenmeye başladı. Kaya ile ailecek görüşmeye başladık. Görüşmelerde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ismini gündeme getirmeye başladı. İlhan Kaya, altımızdan girdi üstümüzden çıktı, ‘Büyükanıt’ın ifadelerini getir iyi olur, iyi olur, darbe yapma imkânı var gibi’ söylemleri oluyordu. ‘Bir kitapevinin bombalanması olayı nasıl Büyükanıt’a bağlanır’ diye kafamda soru işaretleri vardı. Ancak, TBMM’deki komisyona ifade veren Mehmet Ali Altındağ’ın ifadesinin getirilmesinde ısrarcı oldu. İlhan Kaya’nın yönlendirmeleri sırasında basiretim bağlandı. Ben de ifadeyi getirerek, dosyaya koydum. İddianamenin bir kısmını kendim yazdım. İlhan Kaya da birkaç paragraf ekledi. Herkes, ‘Bu iddianameyi bir savcı yazamaz’ diyordu, ben onurumu, gururumu ayaklarım altına alıp ‘ben yazmadım’ diyemiyordum. Terör kısımlarını ben yazmadım.”
İşte Türkiye, Şemdinli’nin de bir kumpas olduğunu ancak bundan sonra anladı. Ama bu olayla birlikte tetiklenen “TSK’daki reformlar” ve “PKK açılımları” konusunda çoktan Üsküdar geçilmişti!..
-FETÖ’nün Müsebbibi de Cumhuriyet İse-
Sarıkaya’nın iddianamesinde Cumhuriyet’in “modernleşme projesinin” gereği olarak sadece “Kürt milliyetçiliği” değil, “Siyasal İslâm”ın tehdit sayılmasının da eleştirildiğinin altını çizip, Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 5 Temmuz darbe davasıyla ilgili gerekçeli kararına geçelim. 30 Kasım 2017 tarihli kararda, şu ifadeler kullanıldı:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günden bu yana askeri darbeleri ve müdahaleleri, yaşına göre sık yaşamış bir devlettir. Cumhuriyet rejimi ile birlikte devleti kuran kadrolar olan ‘elitist asker bürokrasisi’nin laik ve seküler yapısı ile, devletin sahibi milletin binlerce yıldır süregelen kanıksanmış inanç ve gelenekleri çelişmiştir… Devletin merkezindeki bürokratların seküler yapısına ‘merkez’; kendisini gelenek, görenek ve inançları ile ortaya koyan milletin muhafazakar ve kapalı yapısına ‘çevre’ diyen bir kısım tarih, siyaset ve sosyoloji yazarları vardır. Bu merkez ve çevre kavramları, devleti kurup yönetenler ile yönetilen halk arasındaki farklılıkları ifade etmesi bakımından yerinde tanımlar olmuştur. Zaten, erken Cumhuriyet döneminde laik ve demokratik sisteme geçiş, kolaylıkla olmamıştır. Kurucular, tercihini batıdan yana kullandığından, devletin daha dünyevi olmasını, dinin devlet işlerinden sıyrılarak, insan vicdanına gönderilmesini istemişler. Fakat yönetilenler ve onlar gibi düşünen bir kısım siyasetçi ve bürokratlar, milletin yani çevrenin taleplerini göz ardı edememiştir. Bu uyuşmazlık, demokrasinin olmazsa olmazı olan çok partili yaşama geçişi dahi geciktirmiştir.”
Topu topu 15 sanığın olduğu ve 14’nün beraat ettiği bir davada, böylesi “tarihi, siyasi, sosyolojik” analizler yapılmasının, Ferhat Sarıkaya gibi Cumhuriyet rejiminin suçlanmasının sebebi, anlamı, hedefi nedir?
-Erdoğan’ın Görüşleri-
Şimdi de Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan sonra yaptığı bazı açıklamaları hatırlayalım:
3 Ağustos 2016: Tek parti döneminden itibaren uzun süre, fevkalade yanlış bir şekilde, ‘irtica paranoyasıyla’ ve devlet imkânlarıyla dini cemaatlerin üzerine gidildiği dönemlerde, her grup gibi, bu yapı da milletimizin kolları, kanatları altında varlığını sürdürmüştür.
15 Ekim 2016: Bu manzara bize, dinimizin anlatılması ve anlaşılması konusunda önemli boşlukların olduğuna işaret ediyor. Şüphesiz bunda tek parti döneminde dine ve dini hayata hâkim olan sorunlu bakış açısının etkisi çoktur. Çünkü bu dönem Kur’an-ı Kerim’in gizli bir şekilde öğrenilmek zorunda kalındığı çok zor bir dönem olmuştur. Camiler yıkıma terk edilmiş, dini eğitim yasaklanmış, ölüleri yıkayacak gassal dahi bulanamamıştır. Âlimler derdest edilmiş, kamusal alanda mütedeyyin insanların kendi değerleriyle, kendi kimlikleriyle var olmasına imkân verilmemiştir. Bu da dini alanda ciddi bir boşluğun oluşmasına neden olmuştur. FETÖ elebaşı gibi şarlatanlar da oluşan bu boşluğu fırsata çevirmişlerdir. Artık bizim geçmişe takılıp kalmadan, ancak bunlardan ders çıkararak geleceği planlamamız gerekiyor. Bir daha FETÖ benzeri yapıların milletimize, gençlerimize musallat olmasının önüne geçecek adımları atmamız önem arz ediyor. Bunun da yolu, dini bilgisi yüksek, ilmini amale çeviren, toplumla beraber olan, mütevazılıkten taviz vermeyen hocalarımızın sayısının artmasından geçiyor.
29 Ekim 2016: Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra, özellikle tek parti devrinde, çok yanlış bir şekilde milletimizi geçmişinden kopartıp, suni bir çağdaşlaşma projesinin içine hapsetmeye çalıştılar. Bizim, çağın gereklerine uygun şekilde hareket etmekle, yani çağın idrakine hitap etmekle ilgili bir sorunumuz, bir sıkıntımız yok. Biz, milletimizi köklerinden kopartıp, ona yeni ve asla kendisine uymayacak bir elbise giydirme projesine karşı çıkıyoruz… Kıyafetiyle, sazıyla, sözüyle, duruşuyla Anadolulu olmayı, yani bu milletin öz evladı olmayı hakir gören bir zihniyetin coğrafyamızda kabul görmesi mümkün müdür?
5 Ağustos 2017: Ülkemizde zihinleri bilgiyle, gönülleri imanla dolu nesiller yetişmesi birilerinin hep korkulu rüyası olmuştur. Bir dönem zirveye çıkan imam hatip okulu alerjisinin gerisindeki sebep de budur. Ona da tahammül edemediler. Niye? Çünkü imam hatipte farklı bir nesil gelir endişesi taşıdılar… FETÖ terör örgütü, işte bu zaafı kullanarak ülkemizde kök salmış ve milletimizin başına bela olmuştur.
29 Eylül 2017 : Bu topraklarda bin yıllık geçmişi olan köklü dini müesseselerin kapılarına kilit vuruldu, yerlerine de günümüz ihtiyaçlarına uygun kurumlar ihdas edilmeyince, böyle bir tehlike ortaya çıktı. Ülkemizde milletimizin değerlerine karşı ilk savaşı dediğim gibi tek parti zihniyeti açmışsa, ikincisini de aynı kafaya sahip 28 Şubatçılar yapmıştır.
Gerekçeli kararı yazan mahkeme heyeti, bu görüşlerden mi etkilendi bilinmez, ama inşallah Şemdinli’de olduğu gibi başka bazı “açılımların” tetikleyicisi ve habercisi değildir!..
Müyesser YILDIZ
18 Şubat 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/ya-semdinlideki-gibi-bir-oyun-varsa-18021807.html