Geçen hafta bugün yenilenen İstanbul seçiminden birkaç gün önce bir hukuk devletinde olmayacak bir şey oldu; akrabası, avukatı ya da devlet görevlisi olmayan bir kişi İmralı’ya giderek teröristbaşıyla görüştü ve onun seçimlere ilişkin mesajını alıp Devletin ajansı AA eliyle kamuoyuna duyurdu. Aynı kişi bir şey daha yaptı; televizyona çıkıp milyonların gözünün içine baka baka, “Abdullah Öcalan benim kanaatimce bir Kürt isyanı lideridir. Ama aynı zamanda yerli ve milli bir şahsiyettir.” dedi. Yani terörü, teröristi ve bölücülüğü övdü.
Çok az kişi, Tunceli Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Kemal Özcan’ın hangi hak ve hukukla İmralı’ya gidebildiğini sorgularken, Erdoğan dahil herkes teröristbaşının HDP’ye yönelik “Seçimde tarafsız kalın” mesajını yorumladı.
Erdoğan, “Bunun organizasyonunda, İmralı’dan böyle bir açıklama yapılmasında iktidarın bir katkısı oldu mu?” sorusunu, “Bizim derdimiz o değil, çünkü oralardan bize ne gelir gelmez bunları az çok kestiriyoruz” diye geçiştirdi.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik de şu değerlendirmeyi yapmakla yetindi:
“Bahsettiğiniz kişi başvurmuş, başvurusu kabul görmüş. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla ve kendisinin bahsettiğine göre, bu tip çalışmaları olan birisi olduğu görülüyor. Bu başvuru kanuni mekanizmalar içerisinde gerçekleştirilmiş, olumlu karşılanmış ve bu görüşme gerçekleşmiştir… Burada şöyle bir şey yapılıyor; Sanki seçime dönük olarak biz bunu organize ettik, buradan medet umduk gibisinden. Halbuki bu haberlerin yayınladığı tarihte bile terörle ilgili tutumumuzu net bir şekilde söylüyorduk.”
Oysa -ve şayet halen bir hukuk devleti isek- hepimizin, en önce de Cumhuriyet Savcılarının, “Nasıl gitti?” sorusunu sorması gerekmiyor muydu?
Doç. Dr. Ali Kemal Özcan, nasıl gittiğini şöyle açıkladı:
“İmralı Adası’na gitmenin kolay olmadığını herkes bilir. İmralı gibi yere devletin onayı, bilgisi olmadan gidilmesi imkansız. Gittiğinizde de devletsiz görüşülmez.”
Devletin Böyle Bir Yetkisi Var mı?
Peki, devletin böyle bir yetkisi var mı?
Evet, vardı; ama artık yok!..
En başından anlatalım.
“Çözüm sürecinde”, bu konuda yetkilendirilen MİT’in kanununda çeşitli değişiklikler yapıldı. O yasa 17 Nisan 2014’te Meclis’te kabul edildi, 26 Nisan’da da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Yasa değişikliğinin yayımladığı gün, İmralı’daki teröristbaşı şunu söyledi:
“MİT Yasası görüşmelerin önünü açıyor. Bundan sonra görüştürmek istediği herkesi gönderebilirler.”
Oysa bu ilk adımdı, arkası gelecekti.
1 ay sonra Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve Pervin Buldan’dan oluşan HDP heyeti İmralı’ya gittiğinde teröristbaşı, bunu tamamlayacak olan ikinci adımdan söz etti; hatta önündeki dosyadan buna ilişkin yasa tasarısını çıkarıp okudu ve onların görüşlerini aldı.
Sözkonusu tasarı, birkaç cümle değişikliğiyle 26 Haziran’da Meclis’e sunulacak, 10 Temmuz’da da kabul edilecek olan “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair” kanun tasarısıydı. Görüşmede şu konuşma yaşandı:
Önder: Dün Başbakanlık binasında Beşir Atalay, Efkan Ala ve Bekir Bozdağ ile son gelişmeleri değerlendirdik. Toplantının sonuna doğru Hakan Bey’i de çağırdılar. Toplantımız onunla beraber devam etti. Size bir sunum yaptıklarını ve sizin de önemli ölçüde onayladığınızı, ortaklaştıklarını söylediler…
Öcalan: Elimde belge var. Size okuyayım. Bu belge hayata geçmeli. Eğer uygulanırsa, bu çerçeve yasasıdır. Devrim niteliğindedir. Ortadoğu devrimine de kapı aralayacak, o kadar önemlidir. Bana doyurucu geldi… MİT Yasası’yla birlikte müzakerenin çerçevesini tamamlıyor… Daha önemli olan şey bunun zamanlamasıdır. Bizim bunu aylarca beklemeye tahammülümüz yok. Meclis ne zaman tatile giriyor?
Buldan: Bu ay sonu gibi.
Öcalan: Yani 20-25 gün var şurada. Şimdi siz hemen buradan çıkar çıkmaz Ankara’ya gidip, Beşir Bey, Efkan Bey ve diğer muhataplarınızla görüşeceksiniz, ‘Apo ile oyun olmaz. Bunu aylarca bekleyecek halimiz yok.’ diyeceksiniz. Bu haliyle bile kabul edebiliriz ve Meclis kapanmadan bunun çıkması lazım, yoksa ben bilmem.
Devlet Yetkilisi: Sayın Başkan, bu süre konusunu bu şekil sınırlandırmasanız, bunu muhataplarıyla görüştükten sonra ifade etseniz daha yerinde olmaz mı?
Öcalan: Cumhurbaşkanlığı seçimi olmadan öncesinde çıkması lazım. Bunu Kandil’e de söyleyin, azami Haziran sonuna kadar çıkması lazım. Çıkmazsa ben garanti veremem. Siz bunu görüşün ve bakanların bu konudaki düşüncelerini alın. AKP tekrar uyduruk nedenlerle karşı çıkar ve bunu kabul etmezse tam bir savaş çıkar… Bu yasayla bütün sorunlar çözülecek; muhataplık falan, hepsi çözülecek… Muhtemelen 10 gün içinde tekrar geleceksiniz. Bu kanun bir günde çıkar. Çıktıktan sonra Cumhurbaşkanlığı meselesini bütün yönleriyle ele alacağız.
HDP heyeti, o yasanın Meclis’te kabulünden 2 hafta önce İmralı’ya gittiğinde ise Sırrı Süreyya Önder, “Bugüne kadar kimsenin başaramadığını siz burada başardınız. Müzakere ile devlete yasa çıkarttırdınız. Bence bu yasa tarihidir. Meclis’e de geldi. Bu topraklarda eşi benzeri yok. Ne Müslümanlar ne Aleviler ne de sosyalist yapılar bunu başarabildiler. Siz başardınız… Bu yasa çıktıktan sonra bize sayfalar dolusu sövseler bile bence önemsememek gerekir. Bugüne kadar kim hangi mücadeleyle devlete neyi kabul ettirmiş; buna bakmak gerekir” dedi.
Pervin Buldan, Kandil’dekilerin yasanın önemini vurgulayıp Meclis kapanmadan çıkması gerektiğini söylediğini anlattı.
Teröristbaşı da şu karşılığı verdi:
“Benim için çok basit bir yasadır. Önemli olabilir, ama bana göre bir devlet kendini bu hale düşürmemeli. Bir yasa çıkarmayı bu kadar farklı bir tablo içine koymamalıdır… Bu yasa devletin hayrı içindir, benim için değil. Ama onlar anlamıyorlar. Anlamadıkları için de yasayı çıkarırken ile Hakan Bey’i de heyeti de çok zorlamışlar. Bu kadar basit yaklaşıyorlar.”
Kamuoyunda “PKK’yla müzakere yasası” olarak bilinen 6 maddelik bu yasada ne vardı? Ana hatlarıyla;
Hükümetin, “gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verip, bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları görevlendirmesi, gerekli mevzuat çalışmalarını yapması”…
“Çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya Bakanlar Kurulu’nun yetkili olması”…
“Çözüm süreci kapsamında yapılan çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetlerinin Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından yürütülmesi”…
Bir de “Verilen görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğunun doğmaması”…
İşte bu yasaya göre, Doç. Dr. Ali Kemal Özcan İmralı’ya gönderilebilir ve bu görevlendirmeden dolayı herhangi bir hukuki, idari veya cezai sorumluluğu olmayabilirdi!..
1 Yıl Önce Yürürlükten Kalktı
Ancak artık öyle değil. Çünkü o yasa geçen yıl 25 Temmuz’da ortadan kalktı.
Şöyle ki;
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte, malûm, Bakanlar Kurulu’nun tüm yetkileri Cumhurbaşkanlığı’na devredildi. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı da kapatıldı.
Ancak yeni sistemle ilgili olarak çıkarılan Cumhurbaşkanlığı yetki kanunu ve kararnamelerinde bu yasayla ilgili herhangi bir düzenlemeye yer verilmedi, yani fiilen lağvedilmiş oldu.
Böylece, bırakın özel şahısları veya parti heyetlerini, kamudaki görevlilerin dahi terör örgütleri ile ilişki kurup arabuluculuk kimliğiyle temasının hukuki altyapısı kalmadı.
Hâl böyle iken ve de Devletin bilgisi dahilinde -ayrıca o yasa kapsamında- İmralı-Kandil arasında mekik dokuyan HDP’liler bile “terör örgütünün propagandasını” yaptıkları, teröristbaşına “sayın” dedikleri için tutukluyken veya yargılanırken, son postacı Doç. Dr. Ali Kemal Özcan’a hiçbir bir şey sorulmaması normal midir?
Bir hukuk devletinde, “Ben yaptım, oldu” denebilir mi?
Müyesser YILDIZ
30 Haziran 2019
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/imrali-ziyaretini-hic-boyle-okumadiniz-30061929.html
Odatv yeni link: https://www.odatv4.com/yazarlar/muyesser-yildiz/imrali-ziyaretini-hic-boyle-okumadiniz-30061929-164017