İçeriğe geç

Hz. Ömer’in Amacı “Algı” mıydı?

Prof. Naci Görür aylar öncesinden merkez üssünün Sivrice olacağını da belirterek, Elazığ depremini haber verdi, ama kimse oralı olmadı. Yani maalesef bu deprem de göz göre göre geldi.

Erdoğan’ın Afrika gezisine çıkarken söylediği gibi elbette ki, “Depremi durdurma şansımız yok”, ama ya tedbir?

İşte televizyonlarda, gazetelerde yerle yeksan olmuş, 6 aylık hamile anne Pınar Dişli ve 12 yaşındaki oğlu Miraç’ın hayatını kaybettiği Mavi Göl Apartmanı’nın depremden önceki ve sonraki halini izledik. Bu apartman 2011’deki Van depreminde hasar gördüğü halde bugüne kadar hiçbir şey yapılmamış.

1999’da binlerce insanımızı yitirdiğimiz Marmara Depreminden bu yana ne değişti, şimdi bir kez daha bunu konuşuyoruz.

Ben de öncelikle o günlere ilişkin bazı notları hatırlatmak istiyorum.

Örneğin; Depremden 5 ay önce 19 Mart’ta İzmit’te düzenlenen “Kocaeli depreme hazır mı?” konulu bilimsel bir panelde, jeofizikçilerin yaklaşan tehlikeyi gözler önüne serdiği, Kocaeli’nin depreme hazır olmadığı sonucuna varıp, tüm birimleri uyanık olmayı çağırdığı ortaya çıkmıştı.

Örneğin; Depremden sonra halkın tepkisi hükümeti kızdırmış, dönemin Başbakanı merhum Ecevit ve bazı bakanlar tv yayınlarını “Bozgunculuk” olarak nitelemiş, dönemin Turizm Bakanı Erkan Mumcu ise, “Medyanın görevi, resmi organların sesini dile getirmek değildir” demişti.

Ve örneğin; Usta Gazeteci-Yazar Melih Aşık, depremden 5 gün sonra durumu şöyle özetlemişti:

“Teşhis: ‘Takdir-i ilahi…’ (Depremin bilimsel izahı yok sanki) Önlem: ‘Allah tekrarından korusun…’ (Bizim alacağımız önlem yoktur) Teselli: ‘Devlet vatandaşın yanındadır…’ (Sanki karşısında olacaktı) Tedavi: ‘Devlet yaraları saracaktır… (Eğer Cavit ‘in yaralarını sarmaktan vakit bulursa)… Türkiye’yi 35 yıldır bu siyasi meddah zihniyeti idare ediyor. Her felaketi lafla geçiştirip, yeni felaketlere zemin hazırlıyor. Ne bilimin sesine kulak vermek var lügatında, ne hırsız müteahhitten veya rüşvetçi belediyeden hesap sormak… Ne de insanları yeni bir felaketten koruyacak önlemi almak… O yüzden ABD veya Japonya’da artık sıradanlaşmış bir doğa olayı Türkiye’de doğal afete dönüşebiliyor… Halk hırsız müteahhitleri, haraççı belediyeleri, aymaz siyasetçileri hesap masasına oturtmazsa… Bilimin sesine kulak vermezse.. Daha çok acılar yaşayacağız… Çok ağlayacağız… Biline…”

-Ne Değişti?-

21 yılda ne değişti, ona da bakalım.

Dün Elazığ’da depremde hayatını kaybeden Ayşe Civelek ve 10 yaşındaki oğlu Salih’in cenaze töreninde konuşan Erdoğan, şunları söyledi:

“Tabi bu tür afetler bizler için büyük bir imtihan. Ve bu konuda Müslüman olmanın bu noktada teslimiyetin hep en güzel örneklerini vermişiz. Biz Bingöl depremini yaşadık, biz Van depremini yaşadık, biz Simav’ı yaşadık, biz Düzce’yi Sakarya’yı Bolu depremini yaşadık. Ama bu millet bütün bu depremlerde sabırla bunları aşmasını bildi, başardı. Ve şimdi yine bir imtihandayız. Biz devlet olarak, millet olarak elimizden geleni sonuna kadar inşallah yapıyoruz, yapacağız. Bütün bu enkazlardaki çalışmalarımız devam edecek. Bunun yanında da bu enkazları da kaldırarak bir diğer taraftan da gerek köylerde, gerek mahallelerdeki bu yıkımların yerine süratle TOKİ olarak hemen adımlarımızı atıp yapılması gerekenleri yapacak ve kimseyi de açta açıkta bırakmayacağız. Sizden şunu rica ediyorum. Hiç dedikodulara kulak asmayın. Kimsenin olumsuz propagandalarına kulak asmayın.”

Marmara depremi yaşandığında Başbakan Yardımcısı olan MHP Lideri Bahçeli Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda, “Ülkemiz deprem kuşağındadır. Bu nedenle, tedbirli ve hazırlıklı olmaktan, muhtemel risk ve tehlikeleri en aza indirmekten başka seçeneğimiz de yoktur. Felaketlere teslim olmak, karamsarlık salgınına boyun eğmek milli fıtrata aykırıdır. Türkiye her zorluğu aşmaya muktedirdir. Devlet seferberlik içindedir. Afet bölgesine her türlü insani yardım ve teknik destek sağlanmaktadır. İnanıyorum ki, arama kurtarma ekipleri enkaz altında bulunan kardeşlerimizi sağ salim çıkaracak, depremin acı sonuçları milli birlik ve dayanışmayla etkisiz hale getirilecektir. Rabbim her türlü afet, felaket ve musibetten Türk Milleti’ni ve Türkiye’yi korusun” dedikten sonra, “Depremi siyasi fırsata çevirmek isteyenleri Allah’a havale ettiğini” bildirdi.

Medyamız, bu defa “Bozgunculuk” yapmadı, hatta giden yardımlara atıfla deprem sonrası sokakta kalmış vatandaşlara, “Mutlu musunuz?” diye sordu!..

Bölgede incelemelerde bulunan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun tespitlerinden dün gece yarısı haberdar olduk. Feyzioğlu şu değerlendirmeleri yaptı:

“Arama kurtarmada dünya çapında bir iş çıkartıyoruz şu anda. Allah AFAD, UMKE, Türk Kızılay ve itfaiyeden razı olsun. Organizasyon düzgün yapılmış, dört dörtlük gidiyor. Devlet burada zaten, tüm Türkiye’nin kalbi burada, devletin kalbi de burada atıyor.”

Erdoğan da bu sabah Cezayir ziyareti öncesi şöyle konuştu:

“Artık kurumlarımız bu tür olaylar karşısında çok ciddi yeteneklere sahip oldular. Kızılay’ımızın durumu malum. Yardımda, iaşe konularında başarılı. AFAD aynı şekilde. Kurtarma olayında da AFAD’ın çok ciddi başarıları olduğunu gördük. Jandarma’nın, silahlı kuvvetlerimizin başarılı olduğunu gördük. Bunlar bizi bir yerde memnun ediyor. Bu kadar sıkıntılı anda bu kuruluşlarımızın müdahale edişi, aldıkları netice… 45 kurtarılan… Nereden çıkardılar bunu? Artık umutların kesildiği yerden… Bu insanı mutlu ediyor. Her ne kadar 31 vatandaşımız hayatını kaybettiyse de ama öbür tarafta 1607 yaralı çıkarıldı bu olaydan. 1503’ü taburcu edildi.”

Tüm bunlardan çıkan sonuç mu? Karar Gazetesi’nin bugünkü manşeti özetliyor; “Kurtarma Pekiyi Önlem Sıfır”!..

-Japonya Neyin Peşinde?-

Geçmişte olduğu gibi, Elazığ depreminden sonra da Japonya örneği hatırlandı. Orada daha şiddetli depremler yaşandığı halde neden tek bir kişinin burnunun dahi kanamadığı sorgulandı.

Mustafa Balbay’ın Cumhuriyet’teki bugünkü yazısından öğrendiğimize göre, Japonlar binaların sağlamlığını garantiye aldıktan sonra insanların zarar gördüğü ikinci soruna, “Eşyaların devrilmesine” eğilmişler… Şimdi de “Çiçeklerin ve saksıların depremden etkilenmemesinin nasıl sağlanacağını” araştırıyorlarmış!..

-Vali Japonya’da Ne Öğrendi?-

Benim Japonya örneği üzerinde durmamın sebebi ise bambaşka.

Elazığ depreminde hafızalara iki acı tavır kazındı. İlki Kızılay Başkanı’nın, depremin hemen peşinden twitter hesabından SMS ile para yardımı talebinde bulunmasıydı.

Diğeri de dün üç bakanın basın toplantısı sırasında mikrofonun açık olduğunu fark etmeyen Elazığ Valisi Çetin Oktay Kaldırım’ın İçişleri Bakanı Soylu’ya, “Kamuoyunda da algı çok iyi şu anda” demesiydi.

Bu sözleri duyunca, Erdoğan’ın Ocak 2017’de Vali Yardımcıları ve Kaymakamlara hitabı aklıma geldi.

İdarecilerin, sadece devletin gücünü değil, aynı zamanda şefkatini de temsil ettiğini, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” sözü ile bunun kastedildiğini vurgulayan Erdoğan, şunları söylemişti:

“İdareciler, günün 24 saati, haftanın 7, yılın 365 günü çalışacak bir tempoyla işlerine sarılmadıkları takdirde milletle güçlü bir ilişki kuramaz ve görev yaptıkları yerde kalıcı izler bırakamaz. Bu fedakârlığı göze alamayan kişi, kusura bakmasın, yanlış meslek seçmiş demektir. İdareci değil de memur olacak kişiyi sorumluluk makamına oturtmuşsak, biz de bir yanlış yapmışız demektir. “

Devamında, “Mülki idare amirlerinin, her il ve ilçede, isim-isim, ev-ev, bina-bina, sokak-sokak, mahalle-mahalle her şeye hâkim olması gerektiğini” belirtip, şu tavsiyelerde bulunmuştu:

“Yeri geldiği zaman icabında kömür ihtiyacı olanlar mı var, sizler şoförün yanına oturmalısınız, onunla beraber kömür ihtiyacı olanlara adeta kamyonla, kamyonetle kömürü bizzat kendiniz götürüp teslim etmelisiniz. Gıda ihtiyacı olanlar mı var? İcabında kamyon-kamyonet neyse onunla gidip onların gıda ihtiyaçlarını bizzat teslim etmelisiniz. Bununla adeta sizler Hz. Ömer misali o kapıları çalıp, kaymakam filanca geldi, kömür ihtiyacınız var, kömürünüzü getirdim demelisiniz.”

İşte bu konuşmayı hatırlayınca, 2017 yılından beri Elazığ Valisi olan Çetin Oktay Kaldırım’ın kim olduğunu merak ettim.

Valilik internet sitesindeki öz geçmişi çok uzun, özetleyeyim.

Bayburt İmam Hatip Ortaokulu, Erzurum Lisesi, SBF Kamu Yönetimi mezunu, İngiltere’deki Portsmouth Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış, 46 yaşında.

Meslek yaşamı, 1998’de Gümrük Müsteşarlığı Uzman Yardımcılığı ile başlamış, 5 ilçede kaymakamlık, 1 ilimizde vali yardımcılığı yapmış. 2009’da Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri, 2016’da İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olmuş.

İleri düzeyde İngilizce, orta seviyede Arapça ve Almanca, başlangıç seviyesinde de Japonca biliyor.

Tüm bu görevleri süresince, Kamu Yönetimi, Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı, Sınır Güvenliği, Yerel ve Bölgesel Kalkınma, İnsan Hakları, Avrupa Birliği, Rekabet, Kümelenme, Uluslararası İlişkiler gibi alanları kapsayan birçok seminer, program ve kursa katılmış.

Katıldığı programlardan birisi de şu: 2012-2014’te tam 3 yıl üst üste Japonya’da “Kırsal Kalkınma, Afet Yönetimi ve Japon Kamu Yönetimi Örgütlenmesi” hakkında bilgi ve deneyim edinmiş.

Ayrıca “JICA (Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı) Örneğinde bir Japonya Değerlendirmesi” başlıklı bir çalışmaya imza atmış.

Risk ve afet yönetiminde uzman… Üstelik bunun eğitimini Japonya’da almış…

En azından Prof. Naci Görür’ün uyarısından sonra kurumları harekete geçirmiş mi, vatandaşları bilgilendirici açıklamalar yapmış mı diye merak ettim; Maalesef hiçbir şey bulamadım.

Yani görünen o ki, pek de Erdoğan’ın, “Hz. Ömer misali olun” tavsiyesine uymamış!..

Evet doğru, çağımız “Algı” çağı…

Ama maalesef “Algılar”, ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyor!..

Müyesser YILDIZ

26 Ocak 2020

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/hz.-omerin-amaci-algi-miydi-26012056.html

Kategori:Uncategorized