Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, PKK’nın siyasi uzantısı HDP hakkında kapatma davası açtı. Ayrıca eski eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda HDP’li hakkında açılmış davalar var. Tüm davalarda HDP’ye yöneltilen suçlamaların başında ise Kobani olayları geliyor.
Kobani olaylarının öncesinde ve sonrasında yaşanan gelişmelerden önce şu ayrıntıyı hatırlatalım.
Yıl 2013; o zaman partinin adı HDP değil, BDP’ydi.
Bölücü terör örgütünün sözde gençlik yapılanması mensupları Cizre’de bir askerimizi bıçakladı. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, BDP için “bölücü terör örgütüne müzahir bir parti” ifadesi kullanıldı.
Dönemin Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, “müzahir parti” ile BDP’nin kastedildiğini belirterek, Genelkurmay’a şöyle tepki gösterdi:
“Genelkurmay’ın dili, çözüm sürecine hizmet etmez. 460 subay ve generali cezaevinde olunca ‘teröre müzahir’ kavramını daha dikkatli kullanmalı.”
Bu tepkiden bir gün sonra Hasip Kaplan, Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği’nin kendisini arayıp özür dilediğini, ayrıca bu açıklamayı düzelteceklerini söylediğini açıkladı. Gerçekten de kısa bir süre sonra Genelkurmay internet sitesinden o bölüm çıkarıldı.
İktidarın “çözümcü” medyası da bu rezaleti, “BDP zılgıtı çekti Genelkurmay özür diledi… Genelkurmay bir ilke imza attı… Genelkurmay BDP ile ilgili yanlıştan döndü…” başlıklarıyla alkışladı!..
PKK’nın siyasi uzantısı için “müzahir (yardımcı)” denmesine bile tahammül edemeyip Genelkurmay’a “özür” diletenler nereden nereye geldi, değil mi?
Ülkede Savcı Yok Muydu?
Kobani olaylarına gelelim.
Tarih 6-7 Ekim 2014: ABD’nin bir diğer terör aygıtı IŞİD, Suriye’de PKK’nın merkezi haline gelen Ayn el-Arab’ı, yani Kobani’yi kuşattı. YPG’li teröristler Türkiye üzerinden silah nakli yapmaya kalktı. Buna izin verilmeyince de HDP Merkez Yürütme Kurulu’nun çağrısıyla ülkenin dört bir yanında olaylar çıkarıldı. 40’ın üzerinde insan hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı.
Ancak o vakitler ülkede ya bir savcı yoktu ya da ülkeyi CHP yönetiyor olmalıydı ki, HDP hakkında dava açmak, HDP’nin kapatılmasını istemek kimsenin aklına gelmedi!..
Bir kişi hariç. MHP Lideri Devlet Bahçeli, HDP’yi suçlayıp kapatılmasını istemekle kalmayıp, dönemin iktidarına şu sözlerle yüklendi:
9 Ekim 2014: “Hükümet silik ve sessiz bir gölge gibi vahim gidişatı izlemekte, sonuçsuz güvenlik toplantılarıyla, eften püften açıklamalarla, suya sabuna dokunmayan pansuman önlemlerle vakit kaybetmektedir. Barbarlar, Türkiye düşmanları, vatan, bayrak ve millet muhalifleri sözde çözüm ve barış sürecinin sağladığı gevşek ve müsait zeminden azami derecede istifa etmektedir… Maalesef Türkiye, AKP’nin PKK’yla kurduğu kanunsuz ve ahlaksız müzakere çarkının diyetini, süreç hıyanetinin bedelini ödemektedir… Hükümet, şu anki alacakaranlık manzaradan birinci derecede sorumludur… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘çözüm sürecinin sabote edilmesinden’ bahsetmesi, Başbakan Davutoğlu’nun ‘hiçbir vandalizme çözüm sürecini kurban vermeyiz’ demesi hala devleti yöneten teslimiyetçi ruhun akıllanmadığını, ıslah ve terbiye olmadığını göstermektedir.”
14 Ekim 2014: “Diyebiliriz ki, günlerce sahnelenen terörist ve bölücü isyan provalarının görünürdeki sorumlusu HDP ise, arka plandaki gerçek suçlusu ihanete çanak tutan AKP Hükümeti’nden başkası değildir.”
18 Ekim 2014: “Bunun müsebbibi tutarsız, işbirlikçi ve teslimiyetçi AKP Hükümeti’dir… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağır hakaretler ettiği, akan kandan mesul tuttuğu, bedel ödeyeceklerini söylediği HDP’liler, şu işe bakınız ki, Kandil-İmralı arasında mekik dokumak için hıyanet limanından demir almışlardır… Başbakan ve Hükümet üyeleri, bölücüleri şiddetle eleştirirken, Türkiye’nin güç ve kudretinden bahsederken; sütre gerisinde teröristlerle pazarlık yürütülmesi, ihanet sürecinin canlı tutulması Türk milletine zulüm, eşkıyalığa ortak olmaktır… PKK’nın silah bakımını yapan, silah başına çağıran AKP’dir.”
Peki iktidardakiler neler söyledi?
Erdoğan, “Eğer bir siyasi parti tabanını sokağa davet ediyorsa, yakmaya, yıkmaya çağırıyorlarsa, buna zemin hazırlıyorsa, hiç kimse kusura bakmasın ben orada tarafsız davranamam.” sözleriyle tepki gösterdi… Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, HDP’yi kurnazlıkla suçladı… Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Bir siyasi parti böyle bir eylemsellik çağrısı yapamaz, bu olaylara kapı açamaz. Açarsa, hukuki ve siyasi meşruiyetini tartışmaya açar, bunu yitirmeye başlar.” uyarısında bulundu… AKP sözcüsü Beşir Atalay, “HDP’yi güya Türkiye partisi olarak kurdular, ama şu an ne kadar göstermelik olduğu ortaya çıktı… Bunlar sanki özgürlük savunucusu; ama görüyorsunuz, zamanı gelince şiddeti devreye soktular. Bu, onlara çok zarar verecek.” dedi.
Bu arada, olayların gece yarısı İmralı’daki teröristbaşından alınan mesajlarla “durdurulduğu” ortaya çıktı!..
Yasak Kitap Delilse
O halde, Kobani olaylarına ilişkin olarak teröristbaşının “değerlendirmelerine” de bakalım.
Malûm, gerek Kobani davasında, gerekse Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı kapatma davasında teröristbaşı sanık değil; sadece eski eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Üstündağ ile HDP yöneticileri ve milletvekilleri suçlanıyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, teröristbaşı ile yapılan müzakerelerin anlatıldığı, ülkemizde yasak olan “İmralı Notları” adlı kitabı resmen delil gösterdiğine göre, biz de buna müracaat etmeden önce şunu belirtelim.
Kobani olaylarından sonraki bir görüşmede HDP heyeti, dönemin Kamu Güvenliği Müsteşarı’nın 5 bin adet basılan kitaptan yakındığını, bazı yerlerinin çıkarılmasının gündeme geldiğini ve dağıtımın durdurulduğunu belirtip, teröristbaşının görüşünü sorar. Teröristbaşı da, “İç eğitim amacıyla kullanılabilir. Müzakereyi sabote etmemesi gerekir. Süreci etkileyecek bölümlere gerek yok.” talimatını verir!..
“İmralı Notları”nın Kobani’yle ilgili bölümlerine gelirsek;
Olaylardan 15-20 gün önce, 14 Ağustos 2014’te teröristbaşı, kendisiyle görüşen heyete şunları söyler:
“Figen’i ben buldum. Selahattin’i adım adım ben büyüttüm… Kobani’de savaştınız, kaybettiniz. Ben 100 bin gerillayı harekete geçirirsem, çok çok beni öldürürler, ama ikinci günde kendisi de ölür. Suriye konusuda nihai kararı burada devletle biz vereceğiz…”
Sonrası mı? O vahim olaylara rağmen, İmralı ile müzakereler hız kesmez. Örneğin 4 Şubat 2015’teki görüşmede teröristbaşı, cemaat ve polisleri suçlayıp şunları anlatır:
“6-7 Ekim, 29 Kasım Cizre’deki olaylar, Bingöl, yargısız infazlar, Yüksekova, Diyarbakır’da astsubayın vurulması aynı darbenin birer parçasıdır. Bizim üst aklı bulmamız lazım. Bu üst akıl kimdir? Ben değilim, HDP de değil. Selahattin Bey, hepsi gidiyordu. O mektup o akşam yazıldı ve provokasyon durduruldu. Ben olmasaydım 6-7 Ekim’le birlikte HDP kalmazdı. Bu pratiğimizle darbe mekaniği yarım kaldı.”
Görüşmelere katılan “devlet yetkilisi” de, “Bu senaryolara gelmemek lâzım.” yorumunu yapar.
Devam edelim. Kobani olaylarına rağmen 14 Mart 2015’te teröristbaşının, “Bu müzakere karar toplantısıdır. Kabine toplantısından bile daha önemlidir.” dediği, Kamu Güvenliği Müsteşarı’nın da “tarihi” olarak nitelendirdiği görüşme yapılır. Görüşmede, “Teröristbaşının yanına kadın mahkûmların gelmesi”nin yanısıra “çözüm sürecini izleme komitesinin” kimlerden oluşacağı konuşulur. Kamu Güvenliği Müsteşarı, “heyetle belirlenen isimler” diyerek, “Deniz Ülkü Arıboğan, Avni Özgürel, Kadir İnanır, Ahmet Taşgetiren, Hilal Kaplan” gibi isimleri verir. HDP heyetinin, Hilal Kaplan’la ilgili çekinceleri olduğu vurgulanır. Pervin Buldan, “Hilal Kaplan’ın kendileri hakkında neredeyse küfür ve hakaret derecesine varan yazılar yazmasından” yakınıp, Nihal Bengisu Karaca üzerinde ortaklaştıklarını kaydeder. Teröristbaşı ise Karaca’yı gözünün tutmadığını belirtir.
Konu, Kobani’ye geldiğinde de teröristbaşı, şunları anlatır:
“HDP ve DTK bu katliamların hesabını sormadı. Hükümet ve devlet de bu konuda tek bir dava açmadı. Onlar bir tek Yasin Börü için 35 kişiye ağır müebbet istiyorlar. Yasin Börü’nün korkunç propagandasını yaptılar, ama bizimkilerle ilgili ortada hiçbir şey yok. Ben şimdi bunu buradan cezaevinden söylüyorum. Siz de AKP’yi hizaya getirecek siyaset yapmıyorsunuz. AKP’ye sormuyorsunuz, soruşturma açtırmıyorsunuz. Bu kadar olay oldu, hesap soracaksınız. Bu Yasin Börü olayı da cemaatin yaptığı bir olaydır. Heyet öyleymiş, böyleymiş. Peşinden koşmayın, bu işlerle uğraşın. Burada cemaat oyunu nettir. 6-7 Ekim, ben mektup yazmasam darbe olacaktı. Hiçbiriniz bunun farkında değildiniz. Bırakın 40 kişiyi, sınırsız ölümler yaşanacaktı. Selahattin de bu işin bilincinde değildi. Dürüstlüğünden hiç şüphem yok, ama doğru algılayıp güçlü refleks gösterme konusunda yetersizlikleri var. Onu da götüreceklerdi.”
Kobani olaylarından 5 ay sonra gerçekleşen bu görüşmeden birkaç not daha aktaralım.
Kamu Güvenliği Müsteşarı, “çözüm sürecine” ilişkin olarak, “Sıkıntı yok. Yol haritası, izleme kurulu; bütün bunları tartışacağız.” deyip, güvenlik güçlerinin hükümete operasyon baskısı yaptığını, ancak hükümetin direndiğini söyler.
Teröristbaşı, Kandil ile iletişim kanallarının açılmasının öneminden söz eder.
Kamu Güvenliği Müsteşarı, “Bu konuda siz de haksızlık yapıyorsunuz. Siz buradan örgütü yönetiyorsunuz. Buna müsaade ediyoruz. Heyetlerin geliş gidiş imkanlarını da sağlıyoruz. Bunlar hiç yokmuş gibi değerlendiriyorsunuz.” karşılığını verir.
AİHM’in Teröristbaşı Kararına Dikkat
Şuraya geleceğiz; görüldüğü üzere, teröristbaşı gırtlağına kadar olayların içinde, ama her ne hikmetse, sözkonusu davalardan muaf!..
Bunun “neden”ini bir yana bırakıp iktidara, özellikle de davaların açılmasını sağlayan Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Bahçeli’ye şunu hatırlatalım.
Bilindiği gibi; AİHM 18 Mart 2014’te teröristbaşı hakkında oybirliğiyle dikkat çekici bir karar aldı. Kararda, teröristbaşı hakkında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 10 yıl sonra gözden geçirilmesi ve bu konuda yasal düzenleme yapılması gerektiği bildirildi.
Gerekçe, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının, mahkûmlara gelecekte şartlı tahliye umudunu vermemesi” idi.
O vakitler, “PKK ile girilen barış sürecinin derinleşmesi ve Öcalan’ın özgürleştirilmesine katkı” olarak değerlendirilen bu karar için önümüzde 3 yıl var. 25 yıllık bekleme dönemi 2024’te sona ereceğinden, Ankara her halükarda teröristbaşının cezasını gözden geçirmek durumunda kalacak.
İşte en azından bunun, yani teröristbaşının “özgürleşmesi” ihtimalinin önünü kesmek için onun da bu davalara dahil edilip yargılanması ve İmralı’dan gerek terör örgütünü gerekse HDP’yi yönettiği için hakettiği cezaya çarptırılması gerekmiyor mu?
Müyesser YILDIZ
30 Nisan 2021