Terör devleti İsrail’in son saldırılarının ardından yöneticilerimiz “Ümmeti ayağa kalkmaya” çağırmakla helâk olurken, Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan’dan öğrendik; Hamas lideri bayram mesajında, “Sadece ve özellikle İran’a teşekkür etmiş”!..
Yeni Şafak’ın eski Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül ise bugünkü yazısında, her yerde ve her alanda Türkiye’ye saldıran, Türkiye ile adı konulmamış bir savaş yürüten İsrail’e karşı, bizim de “etkili ve akıl dolu bütün araçları seferber etmemiz gerektiğini” vurgulayıp, “Filistin’i savunmak Türkiye’yi savunmaktır. İsrail’i zorlamak, coğrafyayı korumaktır.” dedi. Karagül, Erdoğan’ın dünyayı harekete geçirmek için gösterdiği olağanüstü çabalar ile “Azerbaycan’ın Karabağ ve işgal altındaki topraklarını kurtarma mücadelesini hangi şevkle desteklemişsek, Kudüs ve Filistin şehirlerinde yaşanan zulme karşı da aynı hissiyatla harekete geçiyoruz.” sözlerine dikkat çekerken de şunları kaydetti:
“Evet, Filistin’de de ‘harekete geçiyoruz’. Evet, Türkiye döndü. Bütün jeopolitik hesaplar çökecek!”
“Birçok Sorunun Anahtarı Yakın Tarihimizde”
Bu ifadeler ve bölgeye Türk barış gücü gönderilmesi çağrıları, Erdoğan’ın 7 yıl önce gençlere yaptığı bir tavsiyeyi hatırlattı.
Tavsiyenin sebebi, IŞİD’in Musul Başkonsolosluğumuzu basıp, diplomatlar ve vatandaşlarımızı rehin alması üzerine CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidarı eleştirmesiydi.
“Bu ülkeyi Ortadoğu bataklığına sürüklüyorsunuz ve çıkıp kahramanlık edebiyatı yapıyorsunuz.” demişti.
İşte buna öfkelenen dönemin Başbakanı Erdoğan da AKP Meclis Grup Toplantısında Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabının ön sözünden bir bölüm okuyup şunları söyledi:
“CHP’nin Genel Müdürü son zamanlarda çok sık olarak Ortadoğu’dan bataklık diye bahsediyor. İşte bu tarih bilmezliktir, bu apaçık cehalettir. Bütün bunların ötesinde Ortadoğu’ya, milyonlarca insanın yaşadığı, milyonlarca insanın vatanlarının olduğu bir bölgeye bataklık demek ırkçılıktır, ayrımcılıktır, bilinç altındaki faşizmin ortaya çıkmasıdır… 100 yıl önce dedelerimiz için İstanbul neyse Medine oydu, İzmir neyse Beyrut oydu, Ankara neyse Halep oydu. Bugün ise anamuhalefet partisinin genel müdürü bu coğrafyaya bataklık diyor… Bataklık denilen o coğrafyaya dünyanın her yerinden geldiler, yatırım yaptılar, ticaret yaptılar, işbirliği yaptılar, ama bizim hükümetlerimiz bataklık diyerek o coğrafyaya sırtlarını döndüler.”
Konuşmasının sonunda da, “Gençler yakın tarihimizi çok iyi öğrenmeliydiler. Birçok sorunun anahtarı yakın tarihimizdeydi.” diyerek, Osmanlı’nın son dönemlerini anlatan Zeytindağ’nı mutlaka okumalarını tavsiye etti.
İsrail’den İki Cihanda Davacı Olmak
Bundan 4 yıl sonra 2018’de Uluslararası Zeytindağı Barış Ödülleri Töreni ve “Kudüs’ün Son Yüzyılı” Belgeseli’nin galası vardı. Haliyle gündem Filistin ve Kudüs’tü. Erdoğan törende özetle şöyle konuştu:
“Uluslararası toplumun, özellikle de görevi barışı ve güveni temin etmek olan uluslararası kuruluşların riyakarlığı artık gizlenemez, saklanamaz, daha önemlisi tahammül edilemez bir boyuta ulaşmıştır. İşte bu çarpıklığa karşı itirazımızı biz ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyerek dile getiriyoruz. Dünyadaki ülkelerin güvenliğini 5 ülkenin keyfine bırakan bir sistemin sürdürülebilirliği yoktur. İnsanlığın tamamına hizmet edecek bir uluslararası güvenlik mimarisi kurulana kadar bu mücadelemizi sürdüreceğiz… Biz insanlığın, özellikle barış merkezi olması gereken Filistin’in ve Kudüs’ün adını zulümle yan yana yazan İsrail yönetiminden iki cihanda da davacı olacağız… ‘One minute’ derken herkesin hissiyatını dile getirdik. Ne zaman insanlığın tamamı zalimlere, ‘One minute’ derse, işte o zaman bu zulüm bitmiş demektir. Bir İsrail ziyaretim oldu, zaten bir kere gittim. Filistin tarafına geçerken bizi 45 dakika oyaladılar. Bırakıp dönmek de mümkün değil. Fakat Şaron ikili görüşmede çok enteresan bir şey anlattı: ‘Hayatta en çok zevk aldığım şey Filistinlileri öldürürken tank üstündeki görevimdi.’ Ne oldu sonra? Kaç yıl… Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste… Bu iş böyle.. Onun için adil, dürüst olacaksın, zulmetmeyeceksin ve bizlere düşen İnşallah o güne kadar mücadeleyi sürdürmek ve Filistinli kardeşlerimizin sesini duyurmaktır.”
Yalnızca Jandarmanın Esvabı Bizimdi
Dört gün önceydi; Jandarma Genel Komutanlığı resmi sosyal medya hesabından etkileyici bir fotoğraf paylaştı. Bu, Kudüs’teki Türk askerlerinin fotoğrafıydı. Altına, “Kudüs-ü Şerif Sancağında görevli Türk Jandarması, 1904” notu düşüldü.
Şimdi yeniden Osmanlı’nın ve Arap ülkelerinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki durumunun anlatıldığı, Erdoğan’ın tavsiye ettiği o kitaba dönelim.
İşte Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden bazı fotoğraflar:
“Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi.”
“Kamame Kilisesi’nin Hıristiyan milletler arasında bölünmüş olduğunu bilirsiniz, içerisinin her parçası ve kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdir. Anahtar bir hocada durur. Bütün bu kıtalarda biz işte bu hocanın görevini yapıyoruz. Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar; her şey Arapların veya başka devletlerin… Yalnızca jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.”
“Osmanlı saltanatı som bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap, yahut yarı Araptır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rastgeliyordum… Suriye, Filistin ve Hicaz’da, ‘Türk müsünüz?’ sorusunun birçok defalar cevabı; ‘Estağfurullah!’ idi… Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu… Halep’den Aden’e kadar süren o koca memlekette bir Arap meselesi vardı zannetmeyin. Arap meselesi denen şey Türk düşmanlığı idi.”
“Osmanlı İmparatorluğu Trakya’dan Erzurum’a doğru koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi… Fedakarlık ve feragat gibi, vazifeden üstün hareketler istenen işlerde ve zamanlarda iltimas ve imtiyaz kadar zararlı ne olabilir? Büyük harpte bazı cephelerimizin en hazin hali, siperin manevi şerefinin ve maddi hakkının geridekiler tarafından yenmiş olması idi… İktidar filinin hortumu, başarı yemi gevelemediği zaman, tersine kıvrılır ve üstündekini yutar.”
“Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene ‘Benim Ahmed’i gördünüz mü?’ diyor. Hangi Ahmed’i gördük mü? Yüz bin Ahmed’in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkartarak trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: ‘Bu tarafa gitmişti.’ diyor. O tarafa; Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdad’a mı? Hayır. Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Anadolu demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar; hepsi ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdeleri kapatmış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, O’nu övündürecek bir haber verebilsek ne iyi olurdu… Fakat biz Ahmet’i kumarda kaybettik!”
Kırtasiye ve Maaş İmparatorluğu’nun Tarihi
Kitaptan bir başka bölüm:
“Cemal Paşa artık ordu kumandanı değildir. Büyük adamların, küçük adamları adam yerine saymak ve onlarla görüşmek sırası gelmiştir. Arkadaşım Y.K. sordu: ‘Paşam söyler misiniz, bu harbe niçin girdik?’ Üç dört yıl içinde bunalttığı bir nefesi boşaltmış gibi ohlıyarak bekledi. İşte cevap: Aylık vermek için. Ve ilave etti: Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya öbür tarafla birleşmeli idik… Kırtasiye ve maaş imparatorluğunun tarihi işte böyle biter.”
Hiç Kurcalamayalım Mı?
Zeytindağı’nda adeta günümüzü yansıtan o kadar çok tespit var ki!..
Hani şimdilerde, devlet-mafya tartışmalarında suçlanan bazı isimler, “vatana, millete çok hizmet ettiklerini, bu yüzden hedef alındıklarını” söylüyor ya, buna cevap niteliğinde olan şu notla bitirelim:
“Cemal Paşa, merhum Mahmut Kamil Paşa hakkında bazı şüpheleri olduğunu Enver Paşa’ya yazarken, ‘Eğer’, diyordu, ‘Erzurum cephesinde vatana iyi hizmet ediyorsa, hiç kurcalamayalım.’… Enver Paşa’nın bu şifreye cevabı: ‘Hiçbir vatan hizmeti, vatana yapılmış olan fenalığı mazur gösteremez, vesika bulursanız hemen bana bildiriniz.’…”
Sizce de bu kitabın bir kez daha okunması ve tavsiye edilmesi zamanı değil mi?!
Müyesser YILDIZ
17 Mayıs 2021
Odatv link: https://odatv4.com/erdoganin-tavsiye-ettigi-kitapta-ne-yaziyor-17052144.html