TBMM’nin Irak’ın işgâlini öngören 1 Mart tezkeresini reddetmesinden 25 gün sonra Utah Üniversitesi’nde bir konferans veren Türkiye uzmanı CIA ajanı Henri Barkey, “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” söylemişti.
Yıllar sonra ortaya çıkan bu sözlerin ne anlama geldiğini 2007’den sonra, Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla yaşayarak öğrendik.
5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush arasında başbaşa yapılan ve Türk tarafının kuvvetle muhtemel tutanak tutmadığı görüşme de dönüm noktası niteliğindeydi. Çünkü “Ergenekon”u da konuştukları öne sürülmüştü.
İşte o kumpaslarla TSK’nın bel kemiği kırıldı, yüzlerce subay tutuklandı, binlercesi yargılanıp tasfiye edildi.
Ne zaman ki 2013’te 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonları yapıldı, AKP iktidarı, “Milli orduya kumpas kuruldu” itirafıyla, eski ortağı “FETÖ”yü işaret etti. Gerek Erdoğan, gerekse dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, “Millet hepimizi affetsin” dese de, “Balyoz da Ergenekon da bal gibi vardı, ama sulandırıldı” görüşünü savunanlar çıktı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son Başbakanı Binali Yıldırım gibi…
AKP’nin “kumpas” itirafından sonra Anayasa Mahkemesi Balyoz kumpası davasında verilen kararları bozdu. Yapılan yeniden yargılama sonucunda tüm sanıkların “delil yetersizliğinden” beraati kararlaştırılırken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararı 7 kişi açısından temyiz etti.
Başsavcılığın talebi tam 5 yıldır Yargıtay’da bekliyordu. Bu dosyanın ne zaman ele alınacağı sorulduğunda ise “Beklesin” deniyordu.
Bekliyordu, ama şöyle de garip bir durum vardı: hem “Balyoz darbe planında suç işlemek amacıyla anlaştığı” öne sürülerek cezalandırılmaları istenen 7 ismin dosyası Yargıtay’daydı hem de Balyoz kumpasında görev almış hakim savcılar yine ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay’da yargılanıyordu.
Kendilerini Neyle Savundular?
Bunun anlamı ne mi? Somut örnekle anlatalım.
Sadece 25 gün önce, 24-25 Mayıs’ta Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde Balyoz kumpası davasının soruşturma ve yargılama aşamalarında görev yapan 50 hakim ve savcı hakkında “devletin güvenliğine ilişkin bilgileri açıklama, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, görevi kötüye kullanma” suçlamalarıyla açılan davanın ikinci ve üçüncü celsesi yapıldı.
Sanıklardan Balyoz kumpası davasına bakan kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üyesi Ali Efendi Peksak, yapılan yeniden yargılama sonucu verilen beraat kararlarının “delil yetersizliğinden” verildiğini hatırlatarak, bu durumda bir kumpastan söz edilemeyeceğini öne sürdü. Peksak, 7 isim hakkındaki beraat kararının temyiz edildiğini vurgularken de, bazı siyasilerin ve Binali Yıldırım’ın, “Balyoz da Ergenekon da sapına kadar vardı.” dediğini kaydedip, “Kumpas söz konusu ise Temmuz 2020’de Yassıada kararları yok sayılırken, Balyoz niye gündeme bile gelmedi?” diye sordu.
Yine Balyoz mahkemesinin eski başkanı Ömer Diken, kendisini şu sözlerle savundu:
“Birkaç marjinal grup hariç, herkes Balyoz darbe planın olduğunu kabul etmektedir. Eski Başbakan Binali Yıldırım, ‘Ergenekon, Balyoz sapına kadar vardı.’, Cumhurbaşkanı Erdoğan da ‘Ergenekon, Balyoz yalan değil, oldu.’ dedi. Star’da Yakup Köse, 28 Şubat’ın FETÖ’ye bağlanmaya çalışılmasından duyduğu rahatsızlığı aktarırken, ’28 Şubat kırmızı batıcıların, Balyoz’un bir üst devrelerinin yaptığı darbedir.’ diye yazdı.”
Diken de 7 kişinin durumuna işaret ederken, “Yargıtay bunu sonuçlandırmadan, bu davanın açılması doğru değildir. O yüzden o dosya sonuçlanana kadar bu davayla ilgili durma kararı verilmesini istiyorum.” dedi ve 1. Ordu Komutanlığı’nda yapılan seminere ait olduğu öne sürülen ses kayıtlarından bölümler okuyup, “2002’de iktidara gelen AK Parti hükümetinin hedef alındığı net olarak ortadadır.” iddiasında bulundu.
Önce Servis Sonra Onay Mı?
20 Eylül’e ertelenen o davadaki bu savunmalardan 21 gün sonra, 16 Haziran sabahı, iktidarın gazetesi Sabah, Yargıtay’ın 7 kişinin beraat kararını bozduğunu duyurdu.
Herkes bu gelişmeyi Sabah’ın internet portalına 07.35’te yüklenen haberden öğrendi. Oysa o günkü gazetenin birinci sayfasında da “Yargıtay’dan amiral bildirisi için emsal olacak karar. Balyoz Planı’nda 7 kişinin beraat kararı bozuldu” başlığıyla yayımlanmıştı.
Bu da kararın o sabah değil, en erken bir gün önceden temin edildiğini gösteriyordu.
Anlam ve önemi mi? Sanıklara, avukatlarına verilmemiş, dahası imzalar tamamlanmadığı için UYAP’a da yüklenmemiş bir kararı iktidar gazetesi temin etmişti.
“Gazetecilik başarısı” denebilir!.. Ancak imzalar tamamlanmadığı için henüz “yok hükmünde” olan bir kararın, sonuçlanmış gibi kesin bir dille duyurulması, en azından henüz imzalamamış üyeler için bir “yönlendirme” veya “baskı” sayılmaz mıydı?
Nitekim, sözkonusu karar, Sabah’ta yayımlandıktan saatler sonra UYAP’a yüklendi. 7 isim ve avukatları da ancak o zaman karara ulaşabildi!..
Ulaşılınca şu da görüldü; kararın tarihi 14 Haziran’dı. Ne tesadüf; yine tutanak tutulup tutulmadığı tartışmalarına yol açan, Erdoğan’ın bu defa Biden’la başbaşa görüştüğü gün!..
Sabah’ın sunumuyla, “Amiraller bildirisine emsal olacak” bir karar… Kim bilir, belki amiraller soruşturmasıyla birleştirilecek… Dahası ABD-NATO’nun Türkiye’den yeni talepleri dikkate alındığında, belki de yeni “deliller” çıkarılıp Balyoz, Ergenekon, 28 Şubat, hatta hatta 15 Temmuz’a bağlanacak… Yani “TSK’yla mücadeleye devam” denilen bir sürecin başlangıcı olur mu, olur!..
O İsimden Suç Duyurusu
Konuyla ilgili sıcak bir gelişmeyi aktaralım.
Yargıtay’ın hakklarındaki beraat kararını bozduğu 7 isim arasında yer alan emekli Kurmay Albay Erdal Akyazan bu sabah Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gidip, bir şikayet dilekçesi verdi. Dilekçenin konusu ne mi?
Kararın Sabah Gazetesi internet portalında yayımlanma saatine dikkat çektikten sonra şunları anlattı:
“Bozma kararının haber portallarına düşmesi üzerine şehir dışında bulunmam nedeniyle Avukatım Selda Uğur Akyazan aynı gün saat 10.30 sularında Yargıtay 16. Ceza Dairesi kalemine bizzat gitmiş ve Yazı İşleri Müdürü dahil kalemde bulunan diğer görevlilerden, gazetede yer alan haberin asıl kaynağı olan sanık müdafii olarak talep etmiştir. Kendisine, ‘Kararın henüz imzalanmadığı, bu nedenle verilemeyceği, UYAP sistemine öğlen gibi yüklenebileceği’ söylenmiştir. Açıklandığı üzere; bozma kararı 14 Haziran tarihinde verilmiş ise de Yargıtay 16. Ceza Dairesi Yazı İşlerie Müdürü ve diğer görevlilerin müdafiime ifade ettiklerine göre, 16 Haziran saat 10.30 itibarıyla karar henüz imzalanmamış durumdadır. Zira avukatım kararı alamadan geri dönmek durumunda kalmıştır. İmzalanmamış olduğu beyan edilen karar aynı sabah 07.35’te Sabah gazetesi internet haber portalına Mevlüt Hasgül imzasıyla yüklenmiştir. Yükleme saati itibarıyla henüz mesainin başlamamış olduğu dikkate alındığında, karar kuvvetle muhtemel bir gece önce Yargıtay bilgisayarları dışındaki bir sistemden sızdırılmış olmalıdır. Bunun nedeni de Yargıtay bilgisayarlarındaki kayıtlara, ilgili kişi ve yapılan iş bağlamında tespit yapmak üzere erişim kolaylığıdır. Bu durumda Yargıtay 16. Ceza Dairesinde görevli olan kamu peronelinden bir ya da bir kaçı, imzalanmadığı için sisteme yüklenmemiş olan yargı kararını ‘önceden’ Mevlüt Hasgül’e servis etmiş olmalıdır. İmzalanıp imzalanmamış olmasından bağımsız olarak resmi olarak yayımlanmasına henüz karar verilmemiş olan bir yargı kararının önceden basına servis edilmesi duraksamasız şekilde suç teşkil eden bir fiildir. Yargıtay Kanunu’nun 40. Maddesi, ‘Daireler heyet halinde çalışır, heyet bir başkan ve dört üyenin katılımıyla toplanır. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder…’ şeklinde düzenlenmiştir. Karar imzalanıp, sisteme yüklenerek alenileştirilinceye kadar müzakerenin devam ettiğinin kabul edilmesi gerektiği açıktır. Zira aksi durum hukuken savunulabilir değildir. Bu tür uygulamalara geçmişte Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından sıklıkla başvurulduğu her kesimce çok iyi bilinmektedir. Bahse konu haberde yer alan ‘Amiraller bildirisi için emsal karar’ nitelemesinin algı yaratmaya yönelik olduğu da ayrı bir vakıadır.”
Sonuç bölümünde de şu taleplerde bulundu:
“Sunulan açıklamalar ve re’sen tespit edilecek diğer hususlar ışığında; açıklanıncaya kadar gizli kalması gereken yargı kararını hukuka aykırı olarak basına servis eden/edenlerin tespit edilmesi, bu davranışın belli bir çıkar karşılığı yapılıp yapılmadığının belirlenmesi, fail/faillerin FETÖ ile ilgili/iltisaklı kişi ya da kişiler olup olmadıklarının tespiti ve yürütülecek soruşturma neticesinde sorumlu/sorumlular hakkında kamu davası açılarak cezalandırılmasının sağlanması…”
ABD’li General Neyi Not Etmişti?
“2021/126844” soruşturma numarası verilen bu başvurudan bir sonuç çıkması umudu var mı bilinmez; ama Erdal Akyazan kimdir, çok çarpıcı bir örnekle hatırlatalım.
Balyoz kumpasında 16 yıl hapis cezasına çarptırılan, yıllarca hapiste yatan, o dönemin hakim ve savcılarının çocuklarına hitaben, “Babanı Sana Şikâyet Ediyorum-Gelecek Kuşaklara Balyoz Gerçekleri” adlı bir de kitap yazan Akyazan, 2013’te cezaevindeyken kendisiyle yapılan bir röportajda bakın hangi anısını anlatmıştı:
“Yıl 1997. New York’ta BM Ana Merkezi’nde görevliydim. NATO, BM’nin kendisini görevlendirdiği varsayımına dayalı bir Barış Gücü tatbikatı planladı. Tatbikat, Mons/Belçika’da icra edilecekti. Ben de BM genel sekreterinin temsilcisi olarak gözlemci sıfatıyla Belçika’ya gittim. Jenerik (sanal) bir senaryo kurgulanmıştı. Ancak jenerik ülkenin Libya olduğu çok belli idi. İsimler her şeyi açıklıyordu. Libya değil ‘Likya’, Sirte Körfezi değil ‘Sirke Körfezi’, Kaddafi değil ‘Cadasi’ gibi… Harita, coğrafyası bozulmuş Akdeniz Havzası idi ve tüm ülkelerin yerleri kolayca belirlenebilecek durumdaydı. Tatbikat 10 gün sürdü. Hazırladığım gözlemci raporunu ABD’ye dönmeden önce NATO yetkililerine sundum. Amacım, eğer soru olursa yüz yüze görüşme imkânı sağlamaktı. Raporda özetle şu hususlara yer vermiştim: ‘Anlaşılır biçimde, BM üyesi bir ülke hedef olarak gösterilmiştir. Barış Gücü harekâtı değil, ülkeyi işgal harekâtı prova edilmiştir. Gözetilen siyaset BM’nin uluslararası ilişkiler siyaseti değil, ABD’nin ulusal siyasetidir. BM, ABD çıkarlarını meşru kılmak için kullanılmıştır’. Ortalık karıştı tabii. Ama bütün baskılara rağmen raporumu değiştirmedim ve BM’ye sundum. O zaman ABD’li bir general bana, ‘Bunu not ederiz’ demişti. Bence istediklerini de söylediklerini de yaptılar. Sizce?”
ABD ve NATO’yla “yeni sayfa” açılırken, biz de bunları not edelim istedik!..
Müyesser YILDIZ
18 Haziran 2021