Erdoğan’ın geçen haftaki KKTC ziyaretinden akıllarda kalan, Külliye müjdesi oldu. Oysa ziyaret sonrasında gazetecilerle sohbetinde yöneltilen bir soru üzerine dikkatlerden kaçan önemli bir konuya daha değindi. Soru şuydu:
“Kıbrıs Rum kesiminin NATO üyeliği ile ilgili son yıllarda bir hareketlenme var. AB ile NATO ilişkilerini güçlendirmek bağlamında bazı açıklamalar yapılıyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı raporlar basına yansımıştı. Think-tank’ler epeyce çalışıyor… BM ve AB’deki temsiliyetten sonra, Kıbrıs Rum kesiminin Ada’nın tek sahibiymiş gibi NATO’ya üye yapılmasını ihtimal dahilinde görüyor musunuz? Eğer böyle bir gelişme olursa Türkiye’nin buna vereceği cevap ne olur?”
Erdoğan, şu karşılığı verdi:
“NATO’nun kendi sözleşmesine baktığımız zaman, burada bizim olumlu bir cevap vermediğimiz sürece bir defa Güney Kıbrıs’ın NATO’ya girmesi mümkün değildir. Bunu Yunanistan için yaptılar, ama şu anda böyle bir durum söz konusu olamaz. Çünkü artık Yunanistan’ı NATO’ya üye yaptıkları zamanki gibi bir hükümet yok Türkiye’de. Şimdi biz varız. Biz olduğumuz için de, hele hele Güney Kıbrıs’ı asla ve kat’a sokamazlar, alamazlar. Burada Türkiye’yi baypas etmeleri mümkün olmadığına göre, Güney Kıbrıs’ı almaları da mümkün değildir.”
Meselenin Tarihçesi
Rum kesiminin NATO’ya alınması, neredeyse 30 yıllık geçmişi olan bir mesele. Özetlemeye çalışalım.
NATO-AB işbirliğinin geliştirilmesi kararı 90’larda alındı. Bu amaçla da Avrupa Güvenlik Savunma Politikası (AGSP) oluşturulup, bir Avrupa Ordusu kurulması planlandı. Plana göre, Avrupa Ordusu NATO’nun güç ve imkanlarından yararlanırken, Türkiye gibi AB üyesi olmayan ülkeler karar mekanizmasında yer almayacaktı. O vakitler Rum kesimi henüz AB’ye alınmamıştı, ama bunun özellikle Yunanistan’a üstünlük sağlayacağı açıktı. Haliyle de dönemin iktidarları ve Genelkurmay bu plana karşı çıktı. Geçen süreçte projenin adı Berlin Plus oldu. Son dönemde ise PESCO (Daimi Yapılandırılmış İşbirliği – Permanent Structured Cooperation) kuruldu.
AKP iktidarının daha ilk yılında AB’den müzakere tarihi alma uğruna Ankara veto hakkını kullanmayıp, Rum kesimi AB üyesi yapılınca, AGSP meselesinin boyutu genişledi.
17 Aralık 2004’teki AB zirvesinde bu defa Gümrük Birliği’ni AB’ye katılan Rum kesimi dahil 10 yeni üyeye de uyarlaması için Türkiye’ye bir Ek Protokol imzalattırıldı. Bu aslında Rum kesiminin tanınması anlamına geliyordu, ama yine müzakere tarihi verilmedi. Sadece müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlayacağı bildirildi, yani tarih için tarih alınabildi.
O zirveden iki ay sonra İngiltere Avam Kamarası Dış İlişkiler Komitesi bir Kıbrıs raporu yayımladı. Raporda, Rumların güvenlik endişesine değinilip, “Kıbrıs’ın güvenliğinin NATO veya AB güçlerince sağlanmasından” söz edildi.
Bunu, 26 Nisan 2005’te yapılan AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısı izledi. Bu toplantının ardından yayımlanan Ortak Tutum Belgesi’nde, “Rum yönetiminin Konvansiyonel Silahlar ile Çifte Kullanımlı Mallar ve Teknolojiler Hakkında Wassenaar Anlaşması’na katılımı da dahil olmak üzere uluslararası örgütlere ve mekanizmalara üyeliği konusunda Türk politikasının değiştirilmesi” istendi.
Nihayetinde 3 Ekim 2005’te açıklanan Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB)’nin 7. maddesinde Türkiye’nin, AB üyesi ülkeleri de ilgilendiren uluslararası anlaşmalar ve organizasyonlardaki pozisyonunu, AB ve üyelerinin politikalarına uygun hale getirmesi öngörüldü. Anlamı açıktı: Türkiye’nin önüne Rum kesiminin NATO, OECD gibi ekonomik ve askeri örgütlere katılımını veto etmemesi şartı konmuştu.
Tartışmalar oldu. Bunun üzerine AB Dönem Başkanlığı hukuki geçerlililiği belirsiz, herkesin kendisine göre yorum yapmasını sağlayacak üç satırlık bir açıklama yaptı. Nitekim AKP iktidarı NATO’daki veto hakkımızın korunduğunu savunurken Rum kesimi, AB’nin açıklamasının MÇB’nin bir parçası olmadığını öne sürdü.
Erdoğan’ın Politikası
Bu süreçlerde Erdoğan’ın tavrına da bakalım.
AKP iktidarından önce 5 Aralık 2001’de partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada, AGSP konusunda yaşanan gelişmelerin gündemin önemli bir maddesi olduğunu vurgulayıp, “Bu konu, belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana önüne çıkmış en ciddi problemlerden bir tanesidir. Neden hükümet bu konuda ne Meclis’e ne de kamuoyuna açıklama yapmaktan kaçınmaktadır? Böyle bir devlet yönetimi, böyle bir demokrasi anlayışı olmaz, kabul edilemez.” demişti.
Ancak iktidar olduktan sadece 17 gün sonra ve henüz Başbakan değilken, AB Kopenhag Zirvesi’ne hazırlık gerekçesiyle Avrupa turuna çıktı. Bu turların birisinde önce “Kıbrıs, AB ve AGSP gibi konuların paket olarak ele alınabileceğini” söyledi. Gazeteciler, “bunun önemli bir politika değişikliği anlamına gelip gelmediğini” sorunca da şunları anlattı:
“Bundan önce Kıbrıs, AGSP ve AB politikalarını ilintisiz göstermek yanlış bir yaklaşımdı. Gerçeği görmemek mümkün değil, gerçekte bu var… Aslında bu işin suni yanıydı. Herkes bunun aslında bir biriyle ilintili olduğunu biliyordu. Ama ne diyorlardı: ‘Kıbrıs ayrı bu konu ayrı’. Şimdi, geliyorlar söylenen hep şu: Kıbrıs sorunu halledilmedikçe, Türkiye Kopenhag’dan tarih alamaz.”
Erdoğan birkaç gün sonra, gezinin Portekiz ayağında ise “paket” söylemini terk edip Kıbrıs sorununun Türkiye’nin müzakere tarihi alması veya almamasından ayrı olarak ele alınması gerektiğini belirtti ve “Biz bunu AB süreciyle ilintili hale getirmeyelim. O zaman konu çok farklı bir çözümsüzlüğe gider.” dedi.
BOP Kraliçesi Rice Güvence Vermişti!..
Erdoğan son olarak AB ile MÇB’nin imzalandığı 3 Ekim 2005 günü, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’la telefonda görüştü. Görüşmede bu konunun da ele alındığı kaydedildi.
Diplomatlar, Rice’ın MÇB’ye Rumların isteği üzerine giren o maddenin NATO’yla ilgili olmadığını söyleyip, bunun Türkiye’nin haklarını ihlal etmeyeceği konusunda Erdoğan’a güvence verdiğini bildirdi. Erdoğan da görüşme hakkında, “Türkiye’ye şu andaki müzakerelerle ilgili bugüne kadar olduğu gibi desteklerinin devam ettiğini ifade ettiler. Bizler de ‘Kendilerine şu ana kadar atılması gereken adımları Türkiye olarak biz attık, bundan sonra bizim atabileceğimiz adım yoktur.’ dedik.” açıklamasını yaptı.
NATO’nun Planları
Diyebiliriz ki, AB’nin Türkiye İlerleme Raporları hariç Rumların NATO üyeliği meselesi o tarihten sonra hemen hemen hiç gündeme gelmedi.
Ta ki geçen yıl, NATO’nun yeniden yapılandırılması amaçlı, iki koldan başlatılan çalışmalara kadar.
Bir yandan Almanya ve Fransa, Rum kesimi ve Avusturya gibi NATO üyesi olmayan ülkelerin NATO zirvelerine davet edilmesi ve NATO’da karar alma süreçlerini hızlandırmak için üye ülkelerin kararları veto etmesini zorlaştırılması gibi önerilerin yer aldığı bir rapor hazırladı. Haliyle raporun hedefinin, Türkiye’nin vetosunu aşıp Rumları arka kapıdan NATO’ya dahil etmek olduğu yorumları yapıldı.
Öte yandan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in oluşturduğu uzmanlar grubu da benzer önerilerde bulundu ve tüm bu çalışmaların 2022 zirvesinde ele alınacağı bildirildi.
Geçtiğimiz Mayıs’ta ise şöyle bir gelişme yaşandı:
Türkiye, Avrupa Ordusu’nun yeni versiyonu olan PESCO kapsamındaki bir projeye başvurdu. İşte bu başvuru iki farklı değerlendirmeye yol açtı.
Bazı kaynaklar; PESCO üyesi olan Yunanistan ve Rum kesiminin, Türkiye’nin katılımını bir tür “Truva atı” olarak görüp, veto yetkisini kullanacağı tahmininde bulunurken, kimi kaynaklar; Türkiye-PESCO işbirliğinin, AB ile NATO arasındaki ilişkileri iyileştirmesinin yanı sıra Türkiye, Rum kesimi ve Yunanistan arasında normalleşme sağlayacağı görüşünü savundu.
Toparlarsak; biliyoruz ki Erdoğan’a yöneltilen sorular önceden belirleniyor veya kontrolden geçiriliyor. Durum bu olduğuna ve de yıllardır Rum kesiminin NATO üyeliği, en azından kamuoyu önünde konuşulmadığına göre, Erdoğan’a böyle bir soru neden soruldu?
Amaç sadece Rum kesimi ve hamilerine bir de bu konu üzerinden mesaj vermek miydi, yoksa Rumların NATO üyesi yapılması için Ankara yeniden sıkıştırılmaya mı başlandı? Örneğin Türkiye’nin, PESCO’nun bir projesine kabul edilmesi karşılığında böyle bir şey mi istendi?
Bir yanda NATO’ya tam bağlılık beyanları, ABD-AB ile yeni bir “beyaz sayfa” açılımı… Öte yanda bu konunun yeniden gündeme gelmesi ve sözkonusu güçlerle aramızda yeni bir sorunun daha uç vermesi!..
Erdoğan’ın sözlerinden, kesinlikle taviz verilmeyeceği anlaşılıyor. İnşallah öyle olur!.. Ama ya NATO’daki kararların oybirliğiyle alınması sisteminden vazgeçilirse, Ankara’nın B planı nedir?.. NATO’ya “bağlı” kalmaya, ABD’yi “dost ve müttefik” saymaya, AB’yi de “medeniyet projesi” görmeye devam mı?!
Müyesser YILDIZ
25 Temmuz 2021