Üç gündür 6 muhalefet partisi kurmaylarının açıkladığı, liderlerin de “görkemli” bir törenle altına imza attığı 48 sayfalık “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” tartışılıyor.
İktidar ve medyasının, sözkonusu metne yönelik tepkileri malûm. Muhalefet cephesinde ise destekleyenler çoğunlukta, ama eleştirenler de var.
Haklı ve dikkat çekici eleştiriler ilk etapta “kimlik siyasetinin” önünün açılması, laiklik ilkesininin yeterince vurgulanmaması ve 1921 Anayasası’nın övülmesi üzerinde yoğunlaşıyor.
Biz de bunlardan “1921 Anayasası” meselesini değerlendirmek istiyoruz.
Mutabakat Metni’nde, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini sona erdirirken geçmişe geri dönmüyor, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz.” denilip, “Türkiye, parlamenter demokrasi bakımından köklü bir geçmişe sahiptir. Kesintiye uğrayarak halkın iradesinin engellendiği dönemler olsa da güçlü bir parlamenter demokrasi kültürüne sahibiz. Bununla birlikte ülkemizde hiçbir zaman gerçek anlamda çoğulcu demokrasiye geçiş de mümkün olmamıştır.” tespiti yapıldıktan sonra şu ifade kullanılıyor:
“1921 Anayasası’nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir.”
Devamında da “vesayet” vurgusuyla, 1961 ve 1982 Anayasaları eleştiriliyor.
Bir: PKK’nın Özlemi
Peki böylesi bir “mutabakat”; “Armudun sapına, üzümün çöpüne bakmayalım.” veya “Şimdilik demokrasi aşkına ve parlamenter düzen adına bir tarafa bırakalım.” denilip geçilebilecek bir konu mudur?
Hayır, değil.
Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce yürürlükte olan 1921 Anayasası’nın temel özelliklerinin altını çizelim.
“Türkiye devleti” deniyor, “Devletin dininin İslâm olduğu” belirtiliyor ve “kuvvetler birliği ile vilayetlere muhtariyet verilmesini” öngörüyordu.
İkincisi; 1921 Anayasası kimin değişmez talebidir? Tabii ki, evvela İmralı’daki teröristbaşının ve onun güdümündeki PKK-HDP’nin.
Tam da 1 yıl önce “1921 Anayasası’nı İsteyenler Kim?” başlıklı yazımızda HDP’lilerin buna ilişkin açıklamalarına yer vermiştik. O yüzden detaylara girmeyip teröristbaşının görüşünü aktarmakla yetinelim.
“Açılım-saçılım” sürecinde tam olarak şunu istemişti:
“1921 Anayasası o dönemin ilerici bir anayasası olup, Cumhuriyeti kuran anayasadır. Biz bu anayasanın bugün tekrar uygulanmasını istiyoruz. Üniter devlete ve cumhuriyete bir diyeceğim yok. Sadece Türk ulusunun, Türkler, Kürtler ve diğer kültürler olarak demokratik tarzda yeniden örgütlenmesini istiyoruz.”
İki: AKP’nin Vizyonu
Yine biliyoruz ki, 1921 Anayasası sadece teröristbaşının, PKK-HDP’nin özlemi değil; AKP’nin de “vizyonu”!..
Sırasıyla hatırlatalım.
Erdoğan 1993’te Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken, “İkinci Cumhuriyet” tartışmaları kapsamında, “Türkiye Cumhuriyeti’nin katı üniter bir anlayışa sahip olmasını” eleştirmedi mi? “Türkiye Türklerindir” gibi tezleri yanlış bulduğunu belirtip, “Osmanlı eyaletler sistemi benzeri” bir sistemi savunduğunu söylemedi mi? Ve de “Milli tanımı ümmet kavramı içinde düşünmüyorum ki. İslâmi devlet planı içinde düşünüyorum.” demedi mi?
Erdoğan’ın meşhur Diyarbakır açılımının mimarlarından AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan, “Kürt sorununa Sevr ve Lozan görüşmelerindeki perspektiften bakamayız. Lozan’ı unutalım.” açıklaması yapmadı mı?
Abdullah Gül AKP’nin Dışişleri Bakanı iken, “1921 Anayasası’nın Türkiye’nin en özgürlükçü anayasası” olduğunu söylemedi mi?
2006’da, AKP’nin merhum Genel Başkan Yardımcısı Mir Dengir Fırat, “Bu Cumhuriyet’in sahipleri, bu Cumhuriyet’i kuran 1921 Meclisi’ni teşkil edenlerdir, doğrudan doğruya halkı temsil eden ve bu ülkeyi kuran iradedir. AK Parti, her ne kadar 14 Ağustos 2001’de kurulmuş gibi görünüyorsa da resmen aslında AK Parti felsefesi, 1921’deki 1. Meclis’in felsefenin birebir aynısıdır.” diye konuşmadı mı?
2013’te CHP ve MHP “açılım sürecine” karşı çıktığında dönemin Başbakanı Erdoğan şunları söylemedi mi?
“Şöyle biraz daha geçmişe, Osmanlı’ya gittikleri zaman Doğu-Güneydoğu’nun Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler, Doğu Karadeniz’in Lazistan eyaleti olduğunu görecekler. Bunlar bizim tarihimizin, bize devrettiği mirastır. Bunları görmemezlikten gelemezsiniz.”
Erdoğan’ın Temmuz 2014’te açıkladığı Cumhurbaşkanlığı “vizyon belgesinde” şu ifadelere yer verilmedi mi?
“23 Nisan 1920 Meclisi bu toprakların ilk demokratik, katılımcı, ademi merkeziyetçi anayasal düzenini inşa etmişti. Hiçbir etnik ayrıma dayanmayan, ideoloji barındırmayan, milletin iradesini siyasal işleyişin merkezine yerleştiren, merkez ile yerel arasında demokratik bir denge kuran bu anayasa, tam anlamıyla bir toplum sözleşmesi mahiyetindeydi… Yeni anayasa yeni bir gelecek demektir. 77 milyonun tamamının özgürce paydaşı olacağı bir anayasa demektir. Geçmiş deneyimlerden sonuçlar çıkarmalı ve olumlu kazanımları muhafaza etmelidir. Millet siyaset kurumuna inşa emri verirken, 21. yüzyılı doğru okumamızı ve ona hazırlıklı bir inşa gerçekleştirmemizi beklemektedir.”
Biraz sonra dikkat çekeceğimiz ayrıntılar nedeniyle; sözkonusu “vizyon belgesi”nin Ömer Çelik, Mahir Ünal, Yalçın Akdoğan, Süleyman Soylu ve Hüseyin Çelik’ten oluşan bir heyet tarafından hazırlandığının, ayrıca Osman Can, Etyen Mahcupyan, Vedat Bilgin, Naci Bostancı, Savaş Barçın gibi gazeteci ve akademisyenlerden oluşan bir grubun katkıda bulunduğunun açıklandığını belirtip devam edelim.
“AKP’nin bu görüşleri geçmişte kaldı, artık milli ve yerli bir politika izliyor.” diyen olursa diye, şunu da hatırlatalım:
Geçen yıl bu zamanlar Erdoğan, “Ülkemizde yeni bir Anayasa tartışması başlamalıdır.” çağrısında bulununca, dönemin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “1921 Anayasası’nın Türkiye’de yaşayan herkesin, her düşüncenin, her inancın, her anlayışın yansıdığı bir toplumsal sözleşme metni olduğunu” anlatıp, “Cumhuriyeti, 1921 Anayasası’nın ruhuyla taçlandıracağız” demedi mi?
Üç: Davutoğlu’nun Hedefi
Meselenin asıl önemli kısmına gelirsek;
Şimdi 6 muhalefet lideri arasında yer alıp, bu mutabakat metnini imzalayan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Nisan 2015’te, Başbakan’ken açıkladığı AKP Seçim Bildirgesi ve Yeni Türkiye Sözleşmesi’nde de 1921 Anayasası’na atıfta bulunulmadı mı?
Şimdi tüm bunlardan hareketle; “Anlaşılan o ki, 1921 Anayasası fikrinde Davutoğlu ve Ali Babacan’ın etkisi, Abdullah Gül’ün de gölgesi var.” denebilir mi? Denebilir.
Ancak Erdoğan’ın 2014’te açıkladığı “vizyon belgesi”ni hazırlayan isimlerden Osman Can üzerinden hemen bir başka ayrıntıyı hatırlatmamız gerekiyor.
Dört: Kılıçdaroğlu’nun da Vizyonu
Anayasa Mahkemesi Raportörlüğü’nün ardından iktidar medyasında yazan, 2012-2015 arasında “yeni anayasa” çalışmalarına katkıda bulunan, AKP MKYK’sında görev alan ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’den İstanbul Milletvekili olan Osman Can, 7 Haziran seçimlerinden sonra yapılan koalisyon görüşmelerinde yer aldı.
İşte o görüşmelerin perde arkasıyla ilgili olarak 2018’de verdiği bir röportajda şunları anlattı:
“Seçimlerden sonra ilk MKYK toplantısında CHP ile koalisyon seçeneği ağırlık kazandı. CHP ile görüşmeleri yürüten ekipteydim. Sorumluluk alanım olan anayasa, hukuk ve özgürlükler konularında CHP’nin demokratik bir çizgiye yaklaştığını tespit ettik ve bunu Sayın Davutoğlu’na aktardık. Davutoğlu biraz da şaşırarak, bu kadarını beklemediğini, 1921 Anayasası’na referansın önemli olduğunu ve bu koalisyonun yapılabileceğini söyledi.”
“CHP ile AKP’nin 1921 Anayasası temelinde uzlaşması ne anlama geliyordu?” şeklindeki bir soruyu da şöyle cevaplandırdı:
“CHP geleneksel algının aksine, ’61 veya 24’ü dahi bir kenara bırakalım, 21’i esas alalım’ dedi. Bu hayati bir paradigma değişimiydi. AKP de 2012’den itibaren ‘1920 ruhu’ dediği için temel bir uzlaşı oldu. 1921 Anayasası milletin var oluş savaşı verdiği bir dönemde Meclis’te neredeyse oybirliğiyle kabul edildi. 1920 Meclisi etnik, kültürel, dilsel ve inanç olarak farklılıklara açık, çoğulcu bir meclisti. Kürdistan, Lazistan mebusu vardı. Ancak bu şekilde Kürtler ve diğer unsurlar Kurtuluş Savaşı’na gönüllü katıldı. Bunu sağlayan en temel tercihlerden biri ademi merkeziyetçi yapısıydı. Sonraki anayasalar katı merkeziyetçi bir yapı benimsedi. Kürt sorunu başta, pek çok sorunun temelinde bu anlayışın terk edilmesi yatıyor.”
Tüm bunlardan sonra soralım:
6 parti, bu konuda gerçekte AKP ile de “mutabakata” varmış ve beraberinde HDP’ye de bir mesaj vermiş olmuyor mu?
Böylesi bir tablo, “armudun sapı, üzümün çöpü” diye görmezden gelinebilir mi?
İster topluma “moral” verme, ister “köprüyü geçene kadar” anlayışıyla hareket edilmiş olsun; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter ve milli yapısı, ilk düğme yanlış iliklenerek korunabilir mi?
Müyesser YILDIZ
2 Mart 2022