İçeriğe geç

Emekli Amiraller Davasında Neler Yaşandı? Hulusi Akar, “Komutanlık Sanatı Fıtridir” Demiş

Montrö Sözleşmesi’ne sahip çıkıp tarikat evinde görüntüsü yayımlanan cübbeli amiral olayına dikkat çeken açıklamadan dolayı emekli amiraller hakkında açılan ve geçen hafta başlayan davaya bugün devam edildi.

Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın bugünkü 6’ncı celsesine, Balyoz kumpasında 3 yıl hapis yatan ve sonrasında sağlığını kaybeden emekli Tuğamiral Ali Sadi Ünsal’ın savunması damga vurdu.

Savunmasının başlangıcında -nefes almakta zorlandığı için- ceketinin önünü açıp açamayacağını soran ve Başkan’ın izninin ardından konuşan Ünsal, öncelikle iddianamede bazı siyasilerin kendilerine yönelik tepkilerinin yer almasını şu sözlerle eleştirdi:

Örneğin daha 2004 yılında Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, ordu komutanları ve tüm general/amirallere ‘siyasi iktidarın uyarılmasını’ talep eden bir mektup gönderen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin beyanlarına ihtiyaç duyulması çok yanlış değil midir? İddianame sadece bu yönüyle acı bir tebessümü hak etmiyor mu? Bir yanda ‘hocaefendisine’ şükran sunan, bir yanda gerçekleri söyleme cesaretini gösteremediğini ikrar eden, bir yanda ‘fikir özgürlüğü’ masalı anlatan Ahmet Davutoğlu’nun ciddiye alınarak, beyanlarına yer verilmemeliydi. İddianamede; 2013’te ‘Bu çalışmalara istikamet veren, ilham kaynağı olan çok değerli Fetullah Gülen hocaefendimize şükranlarımı sunmak istiyorum.’ diyen DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın tepkilerine yer veriliyor da dönemin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün açıklamalarına, yüksek yargı organları olan Yargıtay ve Danıştay’ın bildirilerine neden yer verilmiyor? Öte yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk gibi isimlerin duyuru hakkındaki tarafsız veya lehte açıklamalarına yer verilmemesi hukuka, tarafsızlığa uygun mudur?”

İddianamede; tepkilerin büyüklüğü ve “kahir ekseriyet” ifadelerinin kullanıldığını da hatırlatıp bunların nasıl ölçüldüğünü soran Ünsal, sosyal medyada Erdoğan başta olmak üzere önemli isim ve kurumların takipçi sayısı ile kendilerine gösterdikleri tepkiye gelen beğeni oranlarını tek tek karşılaştırıp, “Resmi Twitter hesabında 18.285.316 takipçisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisini beğenen sayısı 42.700, yani sadece yüzde 0.23’tür.” dedi.

Ünsal, yine iddianamede geçmişteki darbe ve müdahalelerden söz edilmesine şu sözlerle tepki gösterdi:

1960 darbesinde bebektim. O darbenin bildirisini okuyan MHP’nin ilk Genel Başkanı Alparslan Türkeş’tir. Hesap sorulacaksa, MHP’nin şimdiki Genel Başkanı Bahçeli’ye sorulsun. 1971 Muhtırasında ilkokul, 1980 darbesinde Harbiye 4. sınıf öğrencisiydim. 28 Şubat sürecinde binbaşı, 27 Nisan e-muhtırasında da albaydım. Ne ilgim var, bunların hesabı bana niye soruluyor? 27 Nisan e-muhtırasında dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a sorulmayan hesap niye bana soruluyor? Oturmuş, canı sıkılmış, yazmış. O makam aracıyla huzurlu hayat sürdü, bize cezaevi yolu gözüktü.”

Özel ve Akar’ı Eleştirdi

Kumpaslar döneminde çoğu askerin emekli edildiğini, cezaevinden çıkarken sadece 6 general ve amiral kaldığını, bunları da dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Erdoğan’ı ikna ederek emekliye sevk ettiğini, yerlerine de kiralık katillerin geldiğini vurgulayan Ali Sadi Ünsal, “Ben ne yaptıklarımı anlatıyorum. Onların yapmadıkları da ortada.” diye konuştu.

Ünsal, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar hakkında ise şunları söyledi:

Hulusi Akar’ı tutuklu olduğumuz Hasdal Cezaevi’nin bağlı olduğu 3. Kolordu Komutanı iken tanımıştık… O dönem Korgeneral Hulusi Akar, Balyoz kumpasından tutuklanan amirallere, cezaevi müdürü ile kısa bir mektup yollamıştı. Mektubunda, ‘Değerli arkadaşlarım. Geçmiş olsun. Sizler görmek isterdim, ama izin vermediler. Biliyorsunuz, cezaevinin kuralları var. En kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşmanız dileğiyle gözlerinizden öpüyorum.’ ifadeleri yer almıştı. Kendileri, kendilerinin emrindeki cezaevine izin alamadığı için giremediğinden yakınıyor ve ‘kurallar var’ diyerek de anlayış gösterilmesini istiyordu… Daha sonra da ziyarete gelen Tümamiral Soner Polat’a ‘İdari sorunlar (cezaevinde yaşanan sorunlar) her ne ise bir gün nasıl olsa çözülür. Bu nedenle sen Ankara’ya döndüğünde, Komutanlara işin özüyle ilgilenmelerini söyle. Bu arkadaşların oradan çıkarmanın bir yolu bulunmalı.’ diyecek, Tümamiral Polat’ın, ‘Nasıl bir yol bulunabilir?’ sorusuna ise, ‘Bilim ve fenni eğitimle öğrenebilirsin, ama Komutanlık sanatı fıtridir.’ şeklinde cevap verecekti… Kendisinin ne demek istediğini anlamamız uzun sürmedi. Kumpas davalar hakkında peş peşe beraat kararları geldiği günlerde Genelkurmay Başkanlığı 29 Şubat 2016’de kamuoyuna bir açıklama yayımlayarak, başından itibaren kumpas davaların farkında olduğunu itiraf etti. Bu arada hâlâ TSK’de FETÖ üyeleri olmadığı (!) için hiçbir adım atılmıyordu… Biz ise Sessiz Çığlık’larda gelen tehdidi haykırıyorduk. Şu oldu; Genelkurmay hakkımızda suç duyurusunda bulundu, 3.5 ay sonra da 15 Temmuz yaşandı. Daha 3.5 ay önce, ‘Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir.’ açıklaması yapan ve aksini savunanlar hakkında suç duyurusunda bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, karargâh’ında esir alındı. 15 Temmuz’da kendilerinin karargâhı başta olmak üzere TSK’da bir kısım karargâhlarda/birliklerde yaşananlar utanç verici ve kapkara bir leke değil midir? İfade ettikleri, ‘Bilim ve fenni eğitimle öğrenebilirsin, ama Komutanlık sanatı fıtridir’ yaklaşımını bu gerçeğin ışığında nasıl anlamalıyız? Bütün uyarılara rağmen toz kondurmadıkları, terfi ettirdikleri, görev sürelerini uzattıkları, çeşitli ortamlarda övgüler yağdırdıkları şahıslar TSK mensubu değil, FETÖ’nün kiralık katilleri çıkmıştı.”

15 Temmuz’un Sorumlusu Kim?

Ünsal, dönemin Genelkurmay Başkanlarına yönelik eleştirilerini şöyle sürdürdü:

Ben yaptıklarımın/yapmadıklarımın hesabını verirken, ihanete karşı mücadele edip bedeller öderken, yıllarımı cezaevlerinde geçirirken, mesleğimden olurken bahse konu Genelkurmay Başkanlarının görevlerini bile ihmal etmedikleri nasıl söylenebilir? Anıtkabir’de görevli 2 subay şemsiye tuttukları için görevden alınıyor, görev yerleri değiştiriliyor da vatan toprakları bombalanıyor, halk kurşunlanıyor, gelinen aşamasının sorumlusu yok mu? Yıllar önce dönemin Kara Harp Okulu Komutanı olan Tümgeneral Doğu Aktulga’nın mezuniyet töreninde yapmış olduğu konuşmada yer alan şu sözlerinin ne kadar değerli ve önemli olduğu açıktır: ‘Atama ile lider olamazsınız. Kanunlar, yönetmelik ve yönergeler sizi lider yapmaz. Bu statüyü bilgi ve becerilerinizle büyük uğraşlar vererek, siz kendiniz yaratacaksınız.’ 15 Temmuz bir neden değil, bir sürecin neticesidir. Sorumluların hesap vereceklerine, süslü ve hamaset dolu cümlelerin örtüsü altına saklanmaya çalıştıklarını görmezden gelemeyiz, kabul de etmeyiz. 15 Temmuz öncesi her şeyi toz pembe gösterip, ‘Her şey kontrolümüz altında’ nutukları atanlardan, bugün aynı davranışları sergilediklerinde farklı neticeler beklenemez. Bunu anlamak için bir ihanetle daha yüzleşmeye gerek yoktur. FETÖ ile mücadele edenlere/bedel ödeyenlere, fedâkarlık edenlere, topluma katkı sağlayanlara cezaevlerinin yolunu gösterip, FETÖ ile işbirliği yapanlara/teslim olanlara makamlar vermenin erdemi olmaz. Bizlere, ‘Gerçeğin yanında yer almak bir komutanın ahlâki sorumluluğudur. Sakın unutmaya, mazeret bulmaya kalkmayın.’ diye öğretildi. Gündemde Montrö konusu vardı. Bu konuda görüş bildirmek, elbette en çok biz Bahriyelilere düşen bir görevdi. Bu süreçte devletin aracını şahsi arabası gibi kullanan, üniformasının üzerine başka kıyafetler giyerek, üstlerine ve emrindekilere kendince mesaj vermek için fotoğraf çektirme cüretini de gösterip, meydan okuyan şahsın servis ettiği fotoğraflar basında çıktı. Belli ki, birilerine özenmiş ve bir boşluğu doldurmanın/kullanmanın öncülüğünü yapıyordu. Önceki benzerleri gibi dokunulmaz olduğuna inanmıştı. Bu eylem Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bühtandı. Bunca yaşananlardan sonra yeterince ders alınmadığı gerçekti. ‘Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklenemez’ gerçeğinden hareketle, uzmanlık alanımızla ilgili toplumu bilgilendirdik. Hepsi buydu. Bizi anlayın, size yaranmaya çalışmıyorum. Benim fazla zamanım yok.”

Cübbeli Amiral Furkan Vakfı’ndan Olsaydı

Bu sözlerinin ardından, “O şahıs Furkan Vakfı/cemaati/grubunun karargâhında bu fotoğraf karesini verseydi, bugün içinde bulunduğumuz durum nasıl olurdu? Kıyamet kopacak ve bizim duyuruyu duyan-gören olmayacak, o şahıs da hâlâ tutuklu olacaktı. Aslında bu soru tek başına konunun özünü ve tehlikeyi yeterince anlatmıyor mu?” diye soran Ünsal, savunmasını şöyle tamamladı:

Denizciler Mavi Vatan için gece gündüz çalışırken FETÖ yapılanmasının saldırıları karşısında yapayalnız bırakılmışlardır. Hak ve hukukları korunmamıştır. Bu görev ve sorumluk Genelkurmay Başkanlığı’nındır. Bu sorumluluğun yerine getirilmediğine inanıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği masal mıdır? Masal değilse yaşadıklarımız nedir? Bu duyuruyu jeopolitik alanda yapılan hataların tekrar edilmemesi için, toplumu aydınlatarak yönetenleri sorgulamalarına katkı sağlamak ve Mavi Vatan’ın koruyucusu, kahramanı denizcilerimizin bizim yaşadıklarımızın benzerlerini yaşamamaları için imzaladım. Asla pişman değilim. Hiç olmazsa, iddianamede ‘rütbelerin sökülmesi’ ifadelerine yer verilmemeliydi. Tarafsız ve adil hakim-savcılarımız kürsülerde bulunsun diye bedel ödeyen, bu kapsamda 3 yıl cezaevinde yatan, mesleği elinden alınan, maddi manevi kayıplar yaşayan, buna rağmen mücadeleden vazgeçmeyen bir Bahriyeli olarak kalbimi çok kırdınız. Bunun nedeni sanmayınız ki rütbelerimin sökülmesi. Bilmenizi isterim ki, ben zaten Balyoz kumpası kararları onandığında Er olmuştum. Makamlar, rütbeler ne kadar onurlu, haysiyetli, dürüst ve adaletli kalınabileceğinin sınandığı konumlardır. Ben çocuklarıma unvan ve rütbe değil onurlu bir geçmiş bırakıyorum. Er olmak şerefli bir iştir. Bu şerefi taşımaktan onur duyarım. Er olmayı bizleri küçültmek için kullanan bilinç yoksunlarının söylemlerine iddianamede yer verilmemeliydi.”

Montrö’yü İhlal Teşebbüslerini Yaşadım

Sanıklardan duruşmaya SEGBİS bağlantısıyla katılan emekli Tabip Tuğamiral Arif Vehbi Alpman da, “76 yaşındayım. 17 yıl önce emekli oldum. 52 yıllık doktorum, Nöroloji uzmanıyım. Emekli bir tabip amiralin darbe ile suçlanması komedi filmlerine bile konu olamaz. Çok masum bir bilgilendirmenin bildiri olarak nitelendirilmesini ve darbeyle ilişkilendirilmesini adaletsiz buluyorum. Ukrayna savaşı, metnin çok doğru ve yerinde olduğunu ve bu konuda haklılığımızı göstermiştir.” diye konuştu.

Emekli Tuğamiral Nazım Çubukçu ise Montrö ve cübbeli amiral konularında kamuoyunda paylaşılan temelsiz ve yanlış görüşlerin kendisini endişelendirip rahatsız ettiğini, zira topluma her iki konunun da önemi hakkında doğru bilgi verilmeyip sıradan bir olay gibi davranıldığına dikkat çekerek şunları söyledi:

Yabancı ülkelerin birçok sözde masumane, insani, sosyal, askeri ve politik gerekçeleri bahane ederek Montrö’yü ihlâl etme teşebbüslerini yaşamış ve her teşebbüs altındaki esas amacı akamete uğratmış bir deniz subayı olarak bu konudaki temelsiz tartışmalara açıklık kazandırılması gerektiğini düşünüyordum. Sözkonusu duyuru, ölünceye kadar devam edecek mesleki sorumluluğumuzla yurdumuza ve milletimize karşılıksız hizmet aşkımızın yansımasıdır.”

Bu Olay Kumpasın Devamı mı Rövanşı mı?

Bugünkü celsede savunma yapan son isim emekli Tuğamiral Turgay Erdağ oldu. Gözaltına alınmalarının üzerinden daha 1 yıl geçmeden yaşanan Ukrayna savaşının Montrö konusundaki hassasiyetlerinin ne kadar doğru olduğunu ortaya çıkardığını, bu duyuruyu yaptıkları için kendilerini kınayan birçok yetkilinin de şimdi Montrö’nün önemine işaret ettiğini belirten Erdağ, “Bu sonuç bir anlamda vicdanen beni rahatlatmıştır. Montrö duyurusu da zaten kamu menfaati hedeflenerek, kamuda farkındalık yaratmak için yapılmış bir açıklamaydı.” dedi.

Savunmasının devamında, barışçıl bir duyuru sebebiyle kendisine reva görülen davranışlara değinirken, bu dönemde yaşadıklarını Balyoz kumpası döneminde dahi yaşamadığını vurgulayan Erdağ şunları anlattı:

Neden sabaha karşı bakıma muhtaç 90 yaşlarındaki anne ve babamın evinde, onların korku ve panik dolu bakışları önünde gözaltına alındım? O ihtiyarların gözyaşları ülkemize ne kazandırdı? Neden bütün suçun FETÖ’ye yüklendiği o karanlık dönemde bile yapılmayan yapıldı da bileklerime kelepçe takıldı? Bu olayın, kumpas döneminin devamı ya da rövanşı olarak algılanması mı istendi? Neden bir terör suçlusu gibi emniyette FETÖ ve PKK şüphelileri ile aynı hücrede günlerce nezarette tutuldum? Bir mesaj mı verilmeye çalışıldı? Neden ayağıma elektronik kelepçe takıldı? Neden yurtdışına çıkış yasağı kondu? Başka bir vatanım olduğu mu hayal edildi? 15 Temmuz öncesinde hemen her platformda, ‘Darbe olasılığı var, tedbir alın.’ dediğimiz için o zaman TSK’yı yönetenler, bu açıklamaların TSK’nın mensuplarının moralini bozduğunu, onları rahatsız ettiğini belirtip hukuki işlem başlatıldığını açıklamıştı. Bugün de TSK’yı yönetenler emekli amirallerin bu açıklamasına ‘Bedeli neyse ödeyecekler.’ diye teki gösterdi. Biz o zaman doğruları söylemiş ve bedelini ödemiştik. Bugün de doğruları söylüyoruz ve yine bedel ödemekle tehdit ediliyoruz. Bu tavır, yanlışta ısrar etmek değil midir? Ya 15 Temmuz öncesinde olduğu gibi yanlışta ısrar edilecek ya da ülkemiz için doğru olan yol seçilecektir. O karanlık dönemin bütün suçu FETÖ’ye yüklenmişti. Peki bugün yaşadığımız hukuksuzlukların sorumluluğunu kim üstlenecek? Biz geçmişte ne yaşadık? ‘Darbe yapacaklardı.’ diye suçlandık, üretilmiş sahte delillerle hapishanelere atıldık, TSK’dan tasfiye edildik. Peki darbe kalkışmasını kim yaptı? ‘Darbe yapacaklardı.’ diye bizi suçlayan zihniyet yaptı. Şimdi aynı suçlamayla karşı karşıyayız. Geçen sefer yapılacak olan bir darbeye engel olmak için bizi yok etmek istemişlerdi. Bu sefer emekli olmamıza rağmen neye engel olarak görüldüğümüzü çok merak ediyorum. Bu duyuru nedeniyle yargılandığımızı düşünmüyorum. Bu dava bir insan hakları ve demokrasi davasıdır. Mahkeme, Anayasa’da yazılı bir hakkı kullandığım için benimle ilgili bir karar vermeyecektir. Verilecek karar, başka konularla ilgili olacaktır. Mesela ülkemizde Anayasa’nın yürürlükte olup olmadığına, emekli amirallerin de diğer vatandaşlar kadar eşit ve özgür olup olmadıklarına, ülkemizde demokrasinin olup olmadığına, Anayasa’ya bağlılığın ve vatanseverliğin suç olup olmadığını karar verilecektir.”

Sanıkların ardından avukatlarının beyanları alınmasıyla, bugünkü celse yarın devam etmek üzere sona erdirildi.

Müyesser YILDIZ
29 Mart 2022

Kategori:Uncategorized