İçeriğe geç

Erdoğan’ın Kaşıkçı Suskunluğu!..

Dikkatinizi çekti mi; günde en az üç kez ve hemen her konuda görüş beyan eden, Gazeteci Cemal Kaşıkçı İstanbul’un ortasında testereyle kıtır kıtır kesildiğinde de günlerce, aylarca, yıllarca konuşup dünyayı ayağa kaldıran Erdoğan, dava dosyasının Adalet Bakanlığı’nın “Uygun” görüşüyle Suudi Arabistan’a devrine dair tek kelam etmedi. Acaba neden?

Neyse ki, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ karar sonrasında çıktığı A Haber’de devrin gerekçesini izah etti. Siyasi nitelikli eleştirilerden öte, hukuka bakılması gerektiğini belirtip devrin yasaya tamamen uygun olduğunu savunan Bozdağ, Kaşıkçı cinayetinin tasvip edilecek bir şey olmadığını ve bu konuda sadece Türkiye’nin en etkin, kararlı ve onurlu davranışı sergilediğini vurguladı. Devamında ise özetle şunları anlattı:

2018’den bu yana geçen süre içerisinde yargılamada bir milim ilerleme sağlanamadı. Çünkü 26 sanık var, bu sanıkların yargılanabilmesi için Türk mahkemesinin huzuruna getirilmesi lâzım ve bunlar Suudi Arabistan vatandaşı oldukları için bugüne kadar mahkeme huzurunda hazır bulundurulamadılar. Bugüne kadar adli yardım taleplerine de cevap verilmedi… Türkiye’deki davanın seyri, Suudi Arabistan’ın alacağı karara göre belirlenecek. Burada Türkiye’nin yargı yetkisini devretmesi diye bir şey söz konusu değildir. Yargı yetkisi Türk Milleti adına Türk yargısına aittir. Bunun devri kesinlikle söz konusu değildir, hiçbir zaman da olamaz, ama sanki Türkiye yargı yetkisini devretmiş gibi haksız bir algı oluşturulduğunu ifade etmek isterim. Böyle bir şey söz konusu değil.”

Adamlar, sanıkları göndermemiş, Ankara’nın adli yardım taleplerine cevap bile vermemiş, kendince davayı görüp dosyayı kapatmış; ama Bakan Bozdağ hâlâ, “Yargı yetkisi devredilmedi.” diyor.

Bakan Bozdağ’ın, bu karara yönelik tepkilere ilişkin değerlendirmeleri de dikkat çekiciydi. Bu eleştirileri yapanlara iyi bakmak gerektiğini belirten Bozdağ şöyle konuştu:

Eğer davanın durması ve nakli kararı verilmese ne diyeceklerdi? İşte, ‘Suudi Arabistan’la ilişkileri bozdular, şöyle oldu, böyle oldu; yargılayamayacakları insanlar için davayı bekletiyorlar. Türkiye’nin menfaatlerini gözetmiyorlar.’ diyeceklerdi. ‘Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilişkilerimiz bozuktu. Niye bozdunuz?’ diye eleştirenler; düzelttiniz, bu sefer ‘Ne verdiniz karşılığında?’ diye düzeltilmesini eleştiriyorlar. Muhalif kesimler, siz memleketiniz için ne yaparsanız yapın, onu eleştirecek bir yön mutlaka buluyor; çünkü yaptığınız her şey onları rahatsız ediyor. O açıdan da her şeye bir kulp takıyor.”

Hemen burada o eleştirileri yöneltenlerden birisi olarak kendi adıma cevap vereyim; itirazımın sebebi, yanlışın bir başka yanlışla düzeltilmesi ile milletin çıkarı ve onurundan önce siyasi çıkarların korunmasına çalışılmasıdır!..

Bizim görüşlerimiz bir yana; daha birkaç gün önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun medyaya yansıyan şu sözleri her şeyi açıklamıyor mu?

Cemal Kaşıkçı davasının iadesi ve adli yardım mekanizması ilişkilerin normalleştirilmesi kapsamında işletildi.”

Demek ki davanın iadesi hukukun gereği değil, ilişkilerin normalleştirilmesinin gereğiymiş!..

Oğlu Affetti Bize Ne mi?

Kaşıkçı dosyasının devrinin; 2007’de dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ının, Suudi Arabistan Kralı’nın ayağına gitmesi skandalını kat be kat aşan bir olay olduğunu, ulusal ve uluslararası ölçekteki sonuçlarını yaşayarak göreceğimizi belirtip konunun bir başka boyutuna bakalım.

İktidarın kararını sessizlikle destekleyenler, fısıltıyla da olsa Cemal Kaşıkçı’nın ailesinin katilleri affettiğini açıkladığını hatırlatıp, “Bize ne?” demeye getiriyor. Doğru; hatta oğlu Salah Kaşıkçı, “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir davranıştır, ama kim bağışlar, düzeltme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir. Hiç şüphe yok ki, O, haksızlık edenleri sevmez.” ayetini paylaşmış, hatta babasının faili olarak gösterilen Prens Selman’la el sıkışmıştı.

Tamam da “Şeriat hukuku” orada geçerli, Türkiye’de değil ki!..

Taşların Yerine Oturması” Zamanı mı Geldi?

İşte bu noktada acaba Kaşıkçı davasının iadesinde, hukuki gereklilik” veya ilişkilerin normalleştirilmesi şartının” ötesinde başka bir sebep daha olabilir mi diye bakalım.

Bunun için de Erdoğan’ın geçmişteki bazı açıklamalarına müracaat edelim.

Yıl 2008; Cuma namazının ardından Uşak meydanında halka hitap ederken bir vatandaş, cezaevindeki mahkumlar için af isteyince şunu söyledi:

Af yok. Suç işleyen cezasını çeker. Devletin katili affetme yetkisi yoktur. Benim bildiğim kadarıyla, affetme yetkisi maktulün varislerine aittir. Af çıkarırsak, haksızlık yapmış oluruz.

Aynı vatandaş, “O siz de olabilirdiniz.” deyince de, “Böyle bir yasa çıkarırsak, zulüm yapmış oluruz. Allah’ın yarattığı kula zulüm yapamayız. Biz yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü.” karşılığını verdi.

Haliyle de o sözler CHP’den MHP’ye, siyaset ve yargı dünyasında tepkilere yol açtı; “Bu kısasa kısastır, ancak şeriatta olur… Bu yetkinin bırakıldığı ülkeler, kan gütmeyi meşrulaştıran ülkelerle, şeriat ülkeleridir… Laiklik ilkesiyle bağdaşmaz.” denildi.

Bu tepkilere karşın “AKP’nin fetvacısı” olarak bilinen Yeni Şafak Gazetesi Yazarı, İlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman, Erdoğan’ın sözlerine itirazın İslâmi açıdan doğru olmadığını savundu.

Erdoğan’ın Uşak’taki o ifadelerinin AKP hakkında açılan kapatma davası iddianamesinde, “Laiklik ilkesine aykırı eylem ve demeçler” arasında sayıldığını da belirtip devam edelim.

Yıl 2011; teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın 1999’da idam edilmemiş olmasına değinirken, İdam ile ilgili bir konuda, bu konunun af yetkisi öldürülenin ailesine aittir diye düşünüyorum. Kalkıp devlet böyle bir af getiremez, getirmemeli.” diye konuştu.

Yıl 2012; idam cezasının yeniden getirilmesi yönündeki talepleri değerlendirirken, şu yorumu yaptı: Devletin böyle bir yetkisi (af) olamaz ki… Devlet, kendine ait konularda böyle bir haksızlık varsa burada af yetkisini kullanabilir, ama kalkıp da bir insan öldürülecek, onun ailesine ait olan yetkiyi devlet kullanacak… Böyle bir yanlış olabilir mi?… Maalesef bunları ülkede yıllarca yaşadık. Temenni ederim ki, zaman içerisinde taşlar yerine oturuyor, bunlar da yerine oturacaktır.”

Yıl 2013; Genel af konusundaki yaklaşımını şöyle açıkladı: Ben, bir Başbakan olarak katili affetme yetkisini kendimde göremem. Hatta hatta devletin katili affetme yetkisini de asla kabul edemem. Niye, çünkü af yetkisi sadece o maktulün varislerine aittir, devlete değil; ama devlete karşı işlenen suçlarda böyle bir adım atılabilir. Bunun içinde siyasi suçlar da olabilir, daha farklı suçlar da olabilir, orada böyle bir adım atılabilir; ama ben kalkıp da katili bir genel af kapsamı içinde nasıl affederim? Ondan sonra ben o maktule, o şehitlere bunun hesabını nasıl vereceğim? O şehitlerin ailelerine bunun hesabını nasıl vereceğim? Böyle bir şeyin olması asla mümkün değil; ama özlemimiz, temennimiz dağlardan inişlerdir, cezaevlerinin tabii ki büyük ölçüde boşalmasıdır.”

Tüm bu sözlere ilave olarak, daha yakın zamanda Türkiye’nin “Nass”larla yönetildiği ilân edilmişken; Kaşıkçı dosyasının iadesini bir de bu yönüyle düşünmek gerekmez mi?

Bugün Suudi Arabistan’daki kısasa kısas” fiilen böyle kabul edilir; bakarsınız, yarın da ülkemizde hayata geçirilir!..

Unutmayalım ki; geçmişte neyi savundularsa, günü gelip meyve olgunlaştığında gereğini yaptılar ve yapıyorlar.

Ez cümle; Kaşıkçı dosyası da ülkemizde pekâlâ bundan sonra hangi hukukun geçerli kılınacağını gösteren önemli bir kilometre taşı olabilir.

İşte sırf bu sebep dahi üzerinde durulmasını, unutulmamasını ve unutturulmamasını gerektirmiyor mu?!

Müyesser YILDIZ
14 Nisan 2022

Kategori:Uncategorized