Türk’e kefen biçmenin adı olan Sevr görüşmeleri sırasında Yunan Hükümeti, 12 maddelik bir talep listesi gönderir.
Tamamına yakını ABD-AB’nin bugünkü taleplerine benzeyen listede en dikkat çekici madde şöyledir:
“Tüzel kişilikleri olmadığı ve 1917’ye kadar Osmanlı yasalarının taşınmaz bir malı tüzel kişi adına tapuya geçirme hakkını tanımadığı için dinsel toplulukların, kiliselerin, manastırların, okulların, hayır kurumlarının ve derneklerin Türkiye’de sahip oldukları malların mülkiyeti ve yönetiminde ortaya çıkan zorluklar, bizi bunların ortadan kaldırılmasını istemeye yöneltmektedir. Türkiye bu çeşitli kurumların tüzel kişiliklerini tanımak ve bunların mülkiyetinde olan malların adlarına tapuya geçirilmek için gerekli yasal tedbirleri almayı üstlenmelidir… Osmanlı Hükümeti yasal bir hükümle azınlıkların ve dinsel toplulukların, kilise, manastır, okul, hayır kurumu ve derneklerinin tüzel kişiliklerini tanımayı üstlenir. Bu tüzel kişilerin mal edinmek ve ellerinde olan ve kendilerince ya da adlarına yöneltilen malları, adlarına tapuya yazdırmak hakları olacaktır.”
İlginçtir; Sevr sırtlanları bile, Yunanistan’ın 12 talebi arasından sadece bunu kabul etmez. Sebebi, “Osmanlı yasalarına karışma anlamına geleceğinden ve Osmanlı iç işlerinde büyük sorunlar çıkaracağından…” diye açıklanır.
Tarihten bir başka not:
Erdoğan 1995’te İstanbul Belediye Başkanı’yken, “İstanbul’da Patrik Bartolomeos, ekümenik (cihan patriği) adı altında siyasete soyundu. Bu laik devletçe nasıl değerlendirilecek?.. Patrik dünya siyasetinde.” tespitini yapar.
Ancak iktidar olduktan sonra, 2006’da özellikle AB’nin talebi üzerine gündeme getirilen Vakıflar Yasası’ndaki değişiklikler kapsamında AKP milletvekillerinin “Patrikhane ve ekümeniklik” konusundaki sorularına şu cevapları verir:
“Birileri surlar içinde arazi, arsa aldı diye devlet mi olacak? Böyle saçmalık olur mu? Bu işler bu kadar kolay, basit, ucuz, hafif mi? Siz bunu çocuk oyuncağı mı sanıyorsunuz?”
“Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a geldiğinde, Ekümeniği serbest bıraktı, kendine güveni vardı. Bizim de var.”
2008’de dönemin Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in ziyareti sırasında da “Ekümeniklik” için Erdoğan, “Ortodoks dünyasının iç işi” yorumunu yaparken dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan, “Tabu görmemek lâzım.” der.
Tarihçilerin Kutbu’nun Uyarıları
Bu hatırlatmalardan sonra sözü, “Tarihçilerin kutbu” olarak bilinen, 2016’da hayatını kaybeden ve Bakanlar Kurulu kararıyla Fatih Sultan Mehmet’in de türbesinin bulunduğu Fatih Camii Haziresi’ne defnedilen merhum Prof. Dr. Halil İnalcık’a bırakalım. Sözkonusu açıklamalar üzerine Prof. İnalcık, 2008’de tane tane şunları anlatır:
– “Patrik Bartholomeos’un, ‘Patrikhane’nin Bizans döneminden beri kesintisiz devam ettiği ve Bizans döneminden gelen Ortodoks hakları üzerindeki evrensellik iddiasını hâlâ sürdürdüğü’ iddiası tarihi verilere tamamıyla aykırıdır. Birincisi Osmanlı devrinde Patrikhane’nin sınırlar ötesindeki Ortodokslar üzerinde otoritesi yoktu… İkincisi, Patrikhane Ortodoks dünyasını temsil eden makam değildi. Padişahın bir beratıyla tayin edilmiş bir din adamıydı ve devlet içinde memur durumundaydı. Sadece dini meselelerde, rahip atamaları gibi gibi hususlarda otoritesi vardı. Rum halkı üzerinde idari, siyasi her türlü otorite Sultan’a aitti.”
– “[Lozan’da] Türk heyeti, Patrikhane’nin İstanbul’u terk etmesi için direndi; ancak kabul ettiremedi. Batı’nın ısrarıyla, ‘İstanbul’daki Rumların dini işlerini temsil edecek bir dini otorite olarak kalması koşuluyla’ kalmasına izin verildi. Metropolitler meclisinin seçtiği patriği İstanbul Valisi tasdik edecekti. Yani İstanbul’a mahsus bir müessesedir.”
– “Türk hükümetlerinin de göz yumması sonucu, Lozan’daki statüyü değiştirme yolunda oldu bittiler gerçekleştirdiler… Patriğin siyasetçileri tebrik, ziyaret etme girişimlerine tavır konmadı… Türkiye’yi ziyaret eden yabancı liderlerin Patriki ziyareti vazgeçilmez bir protokol haline döndü. Patrik seçimini yapan metropolitlerin Türk vatandaşı olma zorunluluğu da ortadan kalktı.”
– “Türkiye açısından Patrikhane’nin statüsü Lozan’da belirlenmiştir. Aralarında halledip gelse dahi biz Lozan’ı önlerine koymak durumundayız… Türk hükümetleri Lozan’ın delinmesini amaçlayan her hareket karşısında olmalıdır. Patrik’in Yunan destekli iddialarını kabullenirsek Lozan delinmiş olur… Yunanlılar, AB’nin de gücünü kullanarak, İstanbul’da Ortodoks dünyasını temsil eden bir makam yaratmak istiyor. Patriklik ve Yunan hükümeti ‘Megali İdea’nın gerçekleşmesi için işbirliği yapıyor. 18. asırdan beri bütün Yunanlıların gönlünde yatan emel İstanbul’da Yunan hakimiyetini yeniden kurmak, Kıbrıs’ta, Pontus’ta Batı Anadolu’da Bizans’ı ihya etmektir. Her Yunan bu inançla yaşar. Yunanistan neden sahipleniyor bu meseleyi? Ekümeniklik kabul edilirse, Türkiye’nin değil Yunanistan’ın gelecekteki planlarını en iyi temsil eden kişi olur. Türkiye’nin elçisi ise Kıbrıs ve Ege sorunlarında Yunanistan’a karşı neden Türkiye’ye destek olmuyor? Yunan makamları, Patrikhane için ‘Türkiye’nin büyükelçisi’ tanımını yapıyor?”
Kendi Kendini Yönetme Müjdesi
AKP iktidarı döneminde Patrikhane’nin, Lozan’ın delinmesi anlamında aldığı mesafeyi tekrarlamayıp gündemdeki son gelişmeye gelelim.
Ülkemizdeki azınlıklara ait dini vakıfların kendi yönetim kurullarını seçmesini imkân tanıyan bir yönetmelik çıkarılmıştı. Ancak bu yönetmelik 2013’te iptal edildi.
Tam 8 yıl sonra Mart 2021’de Erdoğan, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklarken, “Gayrimüslim cemaat vakıfları yönetim kurullarının oluşturulması ve seçimine ilişkin Vakıflar Yönetmeliği’ni yeniden düzenliyoruz.” dedi. Bu yıl başında da Ermeni Vakıflar Birliği Başkanı Bedros Şirinoğlu’nu kabulünde, yasal düzenlemenin yakında tamamlanacağını müjdeledi!..
İşte şimdilerde bu yönetmeliğin içeriği tartışılıyor ve mutlaka azınlık vakıflarının görüşünün de alınması isteniyor.
Hayırlı Kabuller!..
Bilindiği gibi; Cuma günü Erdoğan, Ayasofya Fatih Medresesi’nin açılışını yaptı. Yine bolca “Tek parti zihniyetini” eleştirirken şu ifadeleri kullandı:
“Ayasofya Fatih Medresesi ile izleri silinmek istenen bir eseri daha hamdolsun yeniden şehrimize kazandırıyoruz. Burası İstanbul’un fethinin akabinde, Ayasofya’nın bitişiğinde şehrin ilk medresesi olarak hizmete açılmıştır… Ayasofya’yı asli kimliğinden kopararak müzeye çeviren zihniyet, maalesef bu medreseye de tahammül edememiştir. Fatih’in vakfiyesi olan ve asırlarca ilim, irfan yuvası olarak hizmet veren bu tarihî medrese sessiz, sedasız ortadan kaldırılmıştır. Oysa her vakfiye aynı zamanda bizlere tevdi edilmiş bir emanettir… Özellikle tek parti zihniyetinin bu konuda sabıkası oldukça kabarıktır… Bizans hayranı, batıdan çok batıcı, milletin değerleriyle kavgalı bu zihniyet, binlerce yıllık kültür hazinemizin değerini de bilememiştir… Hele hele şu Suriçi var ya Fatih Suriçi… Burası işte 800’e yakın mescidin olduğu bir yer ve buralardaki bu mescitler maalesef büyük bir çoğunluğu yıkılmış, satılmış, ahıra çevrilmiş, vesaire… İşte biz bugün bu açılışla, sadece emanete sahip çıkmıyoruz, aynı zamanda tek parti zihniyetinin tarihimize sürdüğü bir utanç lekesini daha ortadan kaldırmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz… Rabbime bizlere Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nden sonra Sultan Fatih’in bir emanetini daha ihya etme imkanı verdiği için hamdediyorum.”
Erdoğan’ın konuşmasında, “Suriçi”ni vurgulaması ilginç, zira Fener Rum Patrikhanesi de Suriçi’nde. Beraberinde Patrikhane’nin hukuken Fatih Kaymakamlığı’na bağlı olduğunu kaydedip aynı gün gerçekleşen bir başka ziyarete, daha doğrusu “kabule” dikkat çekelim.
İçişleri Bakan Yardımcısı Muhterem İnce başkanlığında, İller İdaresi Genel Müdürü Kürşat Kırbıyık, Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Rıfat Türker ile çok sayıda bürokrattan oluşan bir heyet , “Ekümenik Patrik Bartholomeos tarafından kabul edildi.”!..
Sözkonusu “kabulle” ilgili olarak Patrikhane’den yapılan açıklamada; “Ekümenik Patrikhane ve Roman cemaatini ilgilendiren konuların, özellikle de azınlık vakıflarının yönetimiyle ilgili yönetmelik çalışmaların ele alındığı” belirtilirken, bunun İçişleri Bakan Yardımcısı’nın yılın başından bu yana Patrikhane’yi ikinci ziyareti olduğu da vurgulandı.
Evet, 29 Ocak’ta gerçekleşen ve Patrikhane tarafından yine “kabul” olarak duyurulan o ziyarette de Bakan Yardımcısı’na, İller İdaresi Genel Müdürü Karabıyık’ın yanı sıra İller İdaresi Genel Müdürlüğü Sınır Yönetimi Dış İlişkiler ve Proje Daire Başkanı Mehmet Yüzer ile Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy eşlik etmişti. Bu ziyarette ise “Ekümenik Patrikhane ve Roman cemaatini ilgilendiren konuların” görüşüldüğü bildirilmişti.
Biz yabancı devlet adamları ile büyükelçilerin ziyaretini eleştirirken, düşünebiliyor musunuz, Fatih Kaymakamlığı’na bağlı bir Türk kurumunun başı ve bir Türk olan Patrik Bartholomeos, Kaymakamlığın amirlerini “Ekümenik” sıfatıyla “kabul” ediyor!..
Bu, “Ekümenikliğin” bizzat bu kurumun hâl ve gidişini takipten sorumlu olan Bakanlık tarafından tanınması, daha geniş anlamda ise Fatih’in emanetinin çiğnenmesi değilse nedir?!
Patrikhane’nin Atina Temsilcisi
Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığın “Türk” kimliğinin reddedilmesi, vakıflarına el konulup atamayla yönetilmesi, seçilmiş müftülerinin tanınmamasına karşılık, olana bakar mısınız?
Dahasını aktaralım.
Erdoğan’ın Ayasofya Medresesi’ni açtığı, İçişleri Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü heyetinin de Patrikhane’ye gittiği Cuma’dan bir gün önce Yunanistan Başbakanı Miçotakis’e kimler “resmi ziyarette” bulundu, biliyor musunuz?
İstanbul Kadıköy Metropoliti ve “Ekümenik Patrikhane’nin Atina Temsilcisi” Emmanuel ile sözde Denizli/Pamukkale metropoliti Theodoritos…
“Ekümenik Patrikhane’nin sorunlarını” görüşüp, “Ekümenik Patrik Bartholomeos’un dileklerini” ilettiler…
Toparlarsak; MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin İçişleri Bakanlığı üzerindeki etkisinden hareketle, Bakanlık yetkililerinin “Ekümenik Patrik tarafından kabulü”ne dönüp önce şunları hatırlatalım.
Bahçeli’nin, Cumhur İtitfakı’na katılmadan önce Patrikhane konusundaki görüşleri özetle şöyleydi:
“AKP hükümetinin Yunanistan’ın ve AB’nin bu dayatmasını kabul etmesinin hukuki ve siyasi anlamı ve sonuçları şu olacaktır: Bir Türk kurumu olan Patrikhane’nin başındaki Patriğin tüm dünya Ortodokslarının ruhani lideri olarak her türlü idari ve siyasi tasarrufları Türkiye tarafından resmen tanınacak, bu tasarrufların Türk iç hukuku bakımından yansımaları ve doğuracağı hukuki sonuçlar kabul edilecek, Patrikhane tüzel kişilik kazanarak Lozan’da belirlenen çerçeve dışında her türlü faaliyetlerde bulunacak ve böylece Lozan Antlaşması delinerek Patrikhane siyasi bir statüye kavuşacaktır.“
29 Ocak 2008
Ekümenik Patrikhane tanımından rahatsızlık duymamak, Heybeliada Ruhban Okulu’nu açma teşebbüsleri… düşkünlüğün yapı taşlarıdır.
25 Mayıs 2010
Sonra da şunu soralım:
Acaba Bahçeli, şu “kabul” tablosuna ne der? Eski görüşlerini savunmaya devam edip tepki mi gösterir yoksa bu gelişmeden de “Zillet ittifakını” mı sorumlu tutar?!
Müyesser YILDIZ
17 Nisan 2022