Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı “veto” kartını çekti. Görünürdeki gerekçe; bu ülkelerin PKK’nın uzantısı, başında da bizzat İmralı’daki teröristbaşının “manevi oğlum” dediği Mazlum Kobani’nin olduğu YPG/PYD’yi desteklemesi ve “FETÖ’cülere” kucak açması.
Gerekçeler haklı ve doğru mu, evet.
Pazarlıklar sürüyor.
Şaka gibi, ama “NATO’nun önde gelen üyeleri, bu iki ülkeyi Türkiye’nin haklı taleplerini karşılama konusunda ikna etmeli.” diyen iktidar yazarları var.
Sanki terör bataklığının merkezi bizatihi NATO ve onun patronu ABD değilmiş gibi.
NATO içerisinde YPG/PYD’yi terör örgütü sayan tek bir ülke var mı? Olmadığına göre, bu ana bataklık kurutulmadan İsveç ve Finlandiya’nın hedef alınması, sivrisinekle mücadeleden öte bir anlam taşımaz.
En kahredici olanı, Erdoğan’ın bu restinin sadece yabancı muhataplar tarafından değil, ülke içinde de ciddiye alınmaması!..
Niye?
Önümüzde daha Aralık 2019’da yaşanmış bir örnek var.
O NATO Zirvesi öncesinde Erdoğan, “Bizim terör örgütü olarak tanıdıklarımızı NATO tanımıyorsa, kusura bakmasınlar.” deyip Baltık Planı’nın veto edileceğini söyledi.
Ancak zirvenin ardından NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Türkiye’nin planı engellemediğini, Litvanya Cumhurbaşkanı Gitanas Nauseda da, Türkiye’nin NATO savunma planını onaylama karşılığında herhangi bir talepte bulunmadığını söyledi.
Peki o reste rağmen neden “Evet” dendi?
Erdoğan, “Orada konsey komisyon meselesi var. Bu konsey komisyon toplantısı ile ilgili o döneme kadar zaten bu işin şu anda geçerliliği adeta yok gibi. Süreç başlamıştır. Daha sonra 6 aylık periyodu var. Bu 6 aylık süreç işlerken böyle bir olay vuku bulduğu anda da burada başta NATO Genel Sekreterimiz olmak üzere hepsi devreye girerek bu işi tekrar yoluna rayına sokma şanslarına sahipler. Bu noktada bizi aşırı derecede bağlayıcı bir şey yok.” açıklamasını yaptı.
Türkiye’nin taviz verdiği iddialarını reddeden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Bizim plan (YPG/PYD/PKK’nın tehdit olarak nitelendiği) yayımlanmadan onların planı da (Baltık) kesinlikle yayımlanmayacak.” dedi.
Savunma Bakanı Hulusi Akar da, Baltık Planı’na kısa süreli rezerv koyduklarını, YPG’nin terörist olarak tanımlanması ile Plan’ın eş zamanlı açıklanmasını beklediklerini, “gayet makul ve mantıklı olan isteklerimizden de geri dönmek diye bir şeyin söz konusu olmadığını” anlattı.
Sonuç? NATO, YPG’yi terör örgütü kabul etmedi; ama Baltık Planı 6 ay sonra yürürlüğe girdi.
Diyeceğimiz; İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği meselesinde de aynı tablo yaşanırsa şaşırmayalım. Konunun ele alınacağı Haziran sonundaki Madrid Zirvesi’ne kadar bakalım köprülerin altından hangi sular akacak!..
Batı YPG’yi Neden Terör Örgütü Saymıyor?
Geçen Cuma namazı çıkışında Erdoğan, ABD ve Batı ülkelerine, “YPG’yi niye terör örgütü kabul etmiyorsunuz?” sorusunu yöneltip şöyle yakındı:
“YPG, kesinlikle PKK’nın bir farklı doğurduğu terör örgütüdür. Ve şu anda bunları, Avrupa Birliği olduğu gibi dünyada da aynı şekilde hatta hatta ileri gidiyorum, Amerika bile bunlara görüşme noktasında birçok fırsatlar tanıyor. Ve şu anda Avrupa’nın birçok ülkesinde, başta Almanya olmak üzere Hollanda’sında da İsveç’inde de Finlandiya’sında da Fransa’sında da hepsinde, bu terör örgütleri her türlü gösteriyi yapıyor mu? Ve bu ülkelerin yönetimleri bunlara her türlü güvenceyi veriyor mu? Maalesef veriyor.”
Oysa o sorunun cevabını geçmişte bizzat yine kendisi vermişti.
Demişti ki; “Haçlı Seferlerinin, Moğol İstilasının, Sevr’in yarım bıraktığı işi, bu kez terör örgütü üzerinden tamamlamak istiyorlar.”
İşte bu kadar net!..
Buna rağmen daha geçtiğimiz günlerde ABD, Suriye’nin kuzeyindeki teröristlerin kontrol ettiği bölgeye yatırım muafiyeti getirdiği halde, New York’a giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, mevkidaşı Blinken’dan ne istedi?
“ABD’nin, PKK’ya verdiği desteği kesmesini ve Suriye’yi bölme ajandasına destek vermemesini…”
ABD-YPG’nin Bu Hedeflerinden Haberiniz Var mı?
Peki ABD’nin o muafiyet kararından sonra ne oldu?
Suriye’deki teröristbaşı Mazlum Abdi, sözkonusu kararı “kuzey ve doğu Suriye özerk yönetiminin altyapısının yeniden inşası ve ekonomisine destek olarak gördüklerini” belirtip tüm şirketlerin buraya yatırım yapmalarını beklediklerini vurguladı.
Ardından sözde özerk yönetim, buna ilişkin yatırım yasası hazırlanması için bir komite kurulmasını kararlaştırdı.
Teröristler -başta ABD olmak üzere- birçok NATO ve AB üyesi ülkenin elleriyle “özerkliğini” ilân etmiş, yasa çıkaracak hale gelmiş; Ankara İsveç’i ve Finlandiya’yı döverek sonuç almaya çalışıyor!..
Hemen burada şunun da altını çizelim.
Malûm, terör örgütünün “Suriye demokratik konseyi” diye sözde bir meclisi var ve bunun başkanı ABD Senatosu’nda da Rusya’da da defalarca ağırlandı.
İşte bu sözde meclisin, “ABD’yle birlikte çalışmak” için çizdiği yol haritasında neler var, biliyor musunuz?
– ABD’li işletmelerin ve bireylerin, kuzey ve doğu Suriye özerk yönetimi tarafından kontrol edilen bölgeye yatırım yapmalarını sağlamak için Suriye yaptırım programından muafiyet sağlanması… Ki, yukarıda aktardığımız gibi, ABD, bu muafiyeti tanıdı.
– Ruselayn, Tel Abyad ve Afrin gibi Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bölgesinde “Türk işgâline” son verilmesi…
– Türkiye ve Türkiye destekli milis grupların insanlığa karşı işledikleri suçların, işgâllerin ve Suriye’deki “soykırım” eylemlerinin soruşturulması…
– Türk destekli milislere ve yetkililere “savaş suçlarından” dolayı yaptırım uygulanması…
Halkbank ve SBK Davaları
Karşımızda böylesi korkunç ve alçak bir plan varken; Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ABD’li mevkidaşı Blinken’la ele aldığı konulardan birisi neydi?
Halkbank davası!..
Blinken’la bunu da görüştüklerini belirten Çavuşoğlu, “Bize göre, tamamen siyasi motifli bir dava.” dedi.
Eş zamanlı olarak, Türkiye’den kaçtıktan sonra ABD’nin talebi üzerine Avusturya’da tutuklanan Sezgin Baran Korkmaz’ın ABD veya Türkiye’ye iade davasında ne oldu?
Yüksek Eyalet Mahkemesi, “Bu karar, hukuksal yönden değil, siyasi yönden alınmalı” diyerek son sözü söylemek üzere dosyanın Avusturya Adalet Bakanı’na gönderilmesini kararlaştırdı.
Özetle, aynen Cemal Kaşıkçı davasındaki gibi bir olay yaşandı.
Evet, Avusturya NATO’da değil; ama İsveç ve Finlandiya ile birlikte AB üyesi. Ankara’nın bu iki ülkenin NATO üyeliği için veto sinyali verdiği bir dönemde, Türkiye’ye karşı yeni bir koz olarak kullanılabilecek gibi gözüken çok manidar bir karar değil mi?
Son söz: bagajı dolu olanlar, emperyalizme direnebilir mi?!
Müyesser YILDIZ
23 Mayıs 2022