Yarın yavru vatan KKTC’mizin kuruluşunun 39’uncu yıldönümünü kutlayacağız. Bunun öncesinde geçen hafta Semerkant’ta yapılan zirvede KKTC, Türk Devletleri Teşkilâtı’na “gözlemci üye” olarak kabul edildi; iktidar ve medyası da bunu “zafer” diye sundu. “Tanınmaya doğru giden” önemli bir adımmış!.. 39 yıl geçmiş, dost ve kardeş ülkelerin KKTC’ye “gözlemci statüsü” vermesine seviniyoruz.
İktidar medyasının bir yazarı bugün, “1980’lerde Türkiye, Kıbrıs Türklerinin içinden geçtiği ateş çemberinden kurtulmasının verdiği aşırı heyecanla diplomasiye önem vermedi. Kaldı ki, o dönemde ‘Türk diplomasisi’ bir lisenin münazara ekibinden daha etkili olabilecek konumda değildi.” yorumunu yapmış.
AKP’nin KKTC Sınavı
Haydi, diyelim ki, eski Türkiye’nin “Türk diplomasisi” bir lise münazara ekibinden de kötüydü; artık sadece ülkeyi değil adeta tüm dünyayı yönettiği ve yönlendirdiği, “marka” haline geldiği, “lider siyaseti” yürüttüğü anlatılan AKP iktidarının 20 yılda varacağı nokta bu mu olmalıydı?
Filmi başa saralım.
2004’te emperyalizmin dayattığı, “15 yılda Enosis’in gerçekleşmesini sağlayacak” Annan Planı’nı merhum Rauf Denktaş’a rağmen Kıbrıslı soydaşlarımıza kabul ettirdikten sonra, “Rum kesiminin ‘hayır’ demesi halinde göğüslerini gere gere KKTC’nin tanınması için tüm dünyayı dolaşacakları” sözünü verdiler; ama daha Annan Planı refrandumundan önce ve referandum günü bu sözden çark ettiler.
Örneğin dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Değerli arkadaşlar, hepimizin gönlünden geçen, benim de gönlümden geçen, benim de, çocukluğumdan beri Kıbrıs davasını kendime dava olarak kabul etmiş ve fiilen de birçok hareketin içinde bulunmuş bir kişi olarak gönlümden geçen şey, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ayrı, bağımsız bir devlet olarak tanınmasıdır; ama, daha iyi imkânlar içerisinde bu olmamıştır. Ne bir Türk Cumhuriyeti kardeşimiz ne bir dindaşımız, Müslüman ülke bunu tanımıştır. Dolayısıyla, bunun tanınabileceğini gerçekçi görmüyorum. İkincisi, Türkiye’ye ilhak etmek. Bunu da gerçekçi görmüyorum; çünkü, bu da, bütün dünya dengelerinde birçok şeyi değiştirecektir. Geriye, statükoyu devam ettirmek kalmaktadır.” dedi.
Dönemin Başbakanı Erdoğan da; tanımayı konuşmak için “biraz erken” ve tanımanın “o ülkelerin takdirinde” olduğunu belirtip, “Yani Azerbaycan böyle bir kararı alabilir. Bu, onun parlamentosunun en tabii yetkisidir, hakkıdır. Böyle bir kararı aldığı zaman da KKTC, ‘Niçin böyle bir karar alıyorsun?’ demez.” açıklamasını yaptı.
Ve; ne ABD-AB’nin ne de Rum-Yunan’ın Enosis planlarında değişiklik olduğu halde AKP iktidarı, KKTC’nin tanınmasını neredeyse geçtiğimiz Eylül ayına kadar bir daha ağzına almadı.
Eylül’de şunlar yaşandı:
İktidar medyasında bolca, “Rusya, KKTC ile yeni bir diplomatik ilişki ağı kurmaya hazırlanıyor”, “Rus uçağı KKTC’ye inecek” haberleri yayımlanmaya başlandı.
Bu iddialar Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi için gittiği Özbekistan’da Erdoğan’a, “Rusya Federasyonu’nun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyabileceğine dair bazı yorumlar yapılıyordu bir süredir. Bu konu gündeme geldi mi ya da görüşmeleriniz de geliyor mu? Tanıma veya mevcut pozisyonları biraz daha ileri taşıma yönünde bir yaklaşım ortaya koyabilirler mi?” diye soruldu. Erdoğan, “Kuzey Kıbrıs konusundaki tutumumuzu sadece Rusya’ya değil, tüm uluslararası topluma anlatıyoruz, beklentilerimizi gerekçeleriyle izah ediyoruz.” cevabını vermekle yetindi.
Ardından Özbekistan’dan New York’a geçen Erdoğan, BM Zirvesi’nde yaptığı konuşmada; KKTC’ye uygulanan ambargoların kaldırılması ve KKTC’nin devlet olarak tanınması çağrısında bulundu. Bu çağrıdan sonra Erdoğan’a bir kez daha Rusya’nın tavrı ve KKTC’nin tanınması meselesi soruldu. Erdoğan, gerek Putin’e gerekse diğer tüm liderlere Kıbrıs’taki haklı mücadelemizi anlattıklarını tekrarlayıp, “Rusya’dan KKTC’ye direkt uçuşlar başlarsa bundan tabii ki memnuniyet duyarız… Temenni ediyorum ki, önümüzdeki dönemde KKTC’nin tanınmasıyla çok daha farklı bir gelecek orayı bekliyor olacaktır.” dedi.
New York’ta bir şey daha oldu. BM Genel Kurul çalışmaları kapsamında toplanan İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda, KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, İİT’na “KKTC’nin resmen tanınması” çağrısında bulunurken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kıbrıslı Türklerin haksız bir izolasyon ve ambargoyla karşı karşıya olduğunu anlattı.
Tam o günlerde ABD, Rum kesimine uyguladığı silah ambargosunu kaldırmıştı. Çavuşoğlu, bu konuda da KKTC’nin tanınması için çalışacakları mesajını vermek yerine, “Kıbrıs Türkünü korumak için oraya daha fazla güç göndereceklerini ve silah olarak da ne kadar ihtiyacı varsa karşılayacaklarını” söyledi.
Rusya “Fantazi” Dedi Çıktı
İktidar medyası düğün-bayram yaparken Rusya’nın tavrını da hatırlatalım.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, KKTC’ye uçak seferlerinin başlayacağına dair haberleri “fantezi” olarak nitelendirip, “Rusya’nın Kıbrıs sorunu konusundaki tutumunu aynen koruduğunu, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlara bağlı kalmaya devam ettiklerini” vurguladı.
Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksandr Gruşko da, Kuzey Kıbrıs’la uçak seferlerini başlatılacağına dair haberlerin “gerçeği yansıtmadığını” bildirdi.
Son olarak Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Yerhov, “Kıbrıs çözümü konusundaki resmi tutumumuz eskiden olduğu gibidir. Rusya, tüm tarafların kabul edeceği, sürdürülebilir ve adil, uluslararası hukuk çerçeveleri dahilinde, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarında tespit edilmiş çözümden yanadır. Bu nihai çözüm, Kıbrıs’ın Rum ve Türk toplulukları tarafından bulunmalıdır.” dedi.
Ama tüm bunlara rağmen iktidar yazarları hâlâ, bugün bile, “Rusya’nın KKTC’ye direk uçuş başlatmasının, dünyaya çok etkili bir mesaj olacağından” söz ediyor.
KKTC 50 Yıldır İİT’de
Ankara’ya dönersek;
Bu ay başında Savunma Bakanı Hulusi Akar, AB’nin Kıbrıs konusundaki tutumunu eleştirdikten sonra, “dost ve müttefiklerimizden KKTC’yi tanımasını beklediklerini” söyledi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, “Milli davamız Kıbrıs meselesinde bir dönüm noktasındayız. KKTC hükümetiyle birlikte egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü temelinde iki devletli çözümü savunmayı sürdüreceğiz. Maraş açılımı ve KKTC’nin yaptığı son öneriler gibi somut adımlara desteğimiz sürecek. Ege ve Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve KKTC’nin hak ve çıkarlarını kararlılıkla koruyoruz.” dedi.
Sonuçta; Semerkant’taki Zirve’de KKTC, Türk Devletleri Teşkilâtı’na “gözlemci üye” olunca; Erdoğan, “kardeşlik hukukumuzun gereğini yerine getirdiklerini” bildirirken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tanınmayı kastederek, “Adım adım… O da olacak!” şeklinde paylaşım yaptı.
Hemen şunu kaydedelim; KKTC (eski adıyla Kıbrıs Türk Federe Devleti) 1975 yılından beri “misafir statüsü”nden başlamak üzere son olarak “Kıbrıs Türk Devleti” ibaresi ile İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nda gözlemci üye.
Acaba İİT ve TDT’ye üyelik için daha kaç yıl beklenecek?!
Zirve’den dönerken, “Özbekistan’da çok önemli bir karar alındı. Bu acaba KKTC’nin tanınmasının ilk adımı olarak kabul edilebilir mi?” şeklindeki bir soruya verdiği şu cevap çok şey anlatmıyor mu?
“Bunu tanıma olarak değerlendirirsek yanlış olur. Tanımanın birçok özellikleri, hassasiyeti var… Şimdi bizim önce bir alt yapı çalışmasını başlatmamız lazım, alt yapı çalışmasından sonra da dünya genelinde Kuzey Kıbrıs’ı bir devlet olarak dünyaya tanıtma konusunda adeta bir sarmal oluşturmamız ve bu sarmalla dünyayı kuşatmamız lâzım… Elimizden geleni yapacağız. İşin üzerine üzerine gideceğiz. İnanıyorum ki, Kuzey Kıbrıs’ı dünyaya tanıtma imkânı bulacağız.”
AB Kapısında Sürünmeye Devam mı?
Son olarak 2004’te, “Türkiye’ye müzakere tarihi vereceğiz… Rumlar kabul etmezse, Kıbrıs Türklerine ambargoyu kaldıracağız” yalanlarıyla Ankara’nın hem Rum kesiminin üyeliğini veto etmesini önleyen hem Annan Planı’na “Evet” dedirten AB cephesine bakalım.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçen hafta başında Bakanlığının TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında, “Türkiye-AB ilişkilerini daha olumlu bir gündeme taşıdık. AB üyeliği hedefimize bağlıyız. Avrupa’nın bu zor gününde Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye’nin uluslararası alandaki etkin liderliği Avrupa için de bir kazanım olacak. Rum-Yunan taleplerine teslim olan AB’nin artık stratejik bir bakış açısı kazanması gerekiyor.” derken Erdoğan, birkaç gün sonra Semerkant’ta şöyle konuştu:
“Avrupa Birliği kapısında 52 yıldır bizi süründürdüler. Hâlâ aynı şeyi yapıyorlar. Ama biz de onlara gerekeni gerektiği zamanda cevabını vereceğiz. Buradan yine aynı şekilde sesleniyorum.”
Sonuç?
Gözlemci üyelik kararına tepki gösteren AB, KKTC’yi “ayrılıkçı” olarak nitelendirip Rum yönetimini Ada’nın tek devleti olarak gördüğünü bildirdi.
Dışişleri Bakanlığı’mız; “AB’nin iki yüzlülüğünü bir kez daha ortaya koyduğunu” belirtip sözkonusu açıklamayı tümüyle reddettiğini duyurdu.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, AB’nin “Kıbrıs konusunda Yunanistan ve Rum kesiminin peşinde sürüklendiğini” o nedenle “AB’nin bu açıklamasının yok hükmünde olduğunu” kaydetti.
Son olarak Erdoğan, “AB ne demiş, nasıl bakıyor, bizi bunların hiçbirisi ilgilendirmez. Biz nasıl bakıyoruz? Bu önemlidir.” deyip KKTC’nin TDT’nda gözlemci üye olmasının altını güçlendireceklerini, öte yandan da “Kuzey Kıbrıs’ta gerek parlamento binasının, gerek Cumhurbaşkanlığı binasının yapımı ile beraber bir adım atıldığını”, “bunların hepsinin Kuzey Kıbrıs’taki gelişmeleri çok daha güçlendirmeye yönelik olduğunu” anlattı.
Toparlarsak;
Madem ki, 52 yıldır kapısında süründürülüyoruz; TDT Zirvesi’nde en azından Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının sağlanması, AB’ye “gereken cevabın” verilmesinin tam zamanı değil miydi?
Mademki, “AB ne demiş, bizi ilgilendirmiyor”; aynen KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu gibi, “AB ile ilişkilerimizi gözden geçiririz” demek varken, yarın Brüksel’de Türkiye-AB Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantısı’na katılmak neyin nesidir?!
KKTC’mizin 39’uncu doğum günü kutlu olsun.
Müyesser YILDIZ
14 Kasım 2022