Hizbullah örgütünün siyasi temsilcisi olarak bilinen HÜDAPAR önce seçimlerde Erdoğan’ı destekleyeceğini açıkladı, ardından Cumhur İttifakı’na katılma kararı aldı.
Haftalardır HÜDAPAR’ın, PKK/HDP’den hemen hemen hiç farkı olmayan görüşleri tartışılıp bunlara Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı MHP’nin ne diyeceği soruluyor.
Niye tartışılıyor?
Çünkü Türklüğe karşı… Kürtçe’nin ikinci resmi dil olmasını, “ırkçılık koktuğunu” öne sürdüğü Andımız ve benzeri metinlerin kaldırılmasını, “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazılarının silinmesini, “eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi modellerin serbestçe tartışılıp, toplumun çağunluğu tarafından kabulü halinde uygulanmasını” istiyor.
Dahası var.
Genel Başkan Zekeriye Yapıcıoğlu Türk Bayrağı hakkında şunları düşünüyor:
“Biz, eşit vatandaşlık istiyoruz. Bu bayrak hepimizin bayrağı olsun istiyoruz, bizim bayrakla problemimiz yok. Ama bu bayrağın ismi ‘Türk bayrağı’ dediğinizde Kürt diyecek ki, ‘Benim bayrağım nerede?’ Niye Türk bayrağı? Benim bayrakla kavgam yok, herhangi bir problemim yok. Ama bayrağın ismi bana problemli geliyor. Neden ‘Türkiye bayrağı’ değil de ‘Türk bayrağı’ deniyor?”
Geçtiğimiz haftalarda MHP Lideri Devlet Bahçeli, Bursaspor-Amedspor arasındaki maçta yaşananlara değinirken, “Bize göre Amed diye bir yer yoktur… Diyarbakırspor’un Amedspor olarak isimlendirilmesi bizim nezdimizde yok hükmündedir.” açıklamasını yapmıştı ya; HÜDAPAR’ın Diyarbakır İl Başkanlığı tabelasında da “Amed” yazıyor.
Erdoğan Noktayı Koydu
İşte tüm bunlardan dolayı Bahçeli’nin, HÜDAPAR’la ittifaka nasıl baktığı, ne söyleyeceği merak ediliyor. Ama Bahçeli, şu ana kadar tek kelam etmezken Cumhur İttifakı’nın lideri Erdoğan, dört gün önce noktayı şöyle koydu:
“Tamamıyla yerli ve millî bir yapı ve bu yapıyla ilgili zaten yerli ve millî olmayan bir yapıyla bizim yol yürümemiz de mümkün değil. HÜDAPAR da Cumhur İttifakı’na desteğini bundan dolayı açıkladı. Bu desteği çok önemli ve kıymetli buluyorum.”
Medrese ve Askerlik
Sevr’den asla vazgeçmeyen, Lozan’ı asla hazmedemeyen emperyalizmin, “AB süreci” ve “demokratikleşme” adı altında önümüze koyduğu programla neredeyse birebir örtüşen HÜDAPAR’ın savunduğu şu görüşlerin hangisi “milli ve yerli”dir, anlayan var mı?
HÜDAPAR’ın hemen hemen hiç konuşulmayan iki görüşüne daha dikkat çekmek istiyoruz.
Bunlardan ilki, İnkilap kanunlarından Tevhid-i Tedrisat’a tamamen aykırı olan medreselerle ilgili.
Parti Programı’nda; “Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve medreselerde verilen icazetlere resmi statü tanınmalıdır… Medrese eğitiminde geçen süre zorunlu eğitim süresinden sayılmalıdır. Buralardan mezun olan öğrencilere belli sınavlardan geçtikten sonra denklik diploması verilmelidir.” deniyor.
İkincisi ise şu:
“Profesyonel ordu oluşturularak, askerlik hizmeti zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Geçiş sürecinde askerlik hizmetini asker olarak yapmak istemeyenler için vicdani red hakkı, insani temel bir hak olarak tanınmalıdır. Bu hakkın kullanımı kişinin ileride belirli haklardan yoksunluğuna da yol açmamalıdır.”
Vicdani Ret Kimlerin Talebiydi?
Tarih boyunca “ordu-millet” anlayışı ile vücut bulmuş Türk Milleti’nin önüne konulabilen bu talepler başka kimlerin fikriydi?
Tabii ki, öncelikle yine AB, Avrupa Konseyi ve AİHM’in.
Ve “vesayeti bitirme” söylemiyle TSK’ya kumpaslar kurulurken, onların sözcülüğünü yapan “Cemaatçiler, 2. cumhuriyetçiler ile yetmez ama evet”çilerin!..
Gün oldu; “dindarların artık Türk kimliğine ihtiyacı olmadığını”, “Müslüman kimliğine kavuşmaları gerektiğini” savunup, “İslâmi kesimlerin ulus-devlet paradigmasından kopmasını” istediler…
Gün geldi; “Milliyetçilik hastalığından kurtulması” için dua ettikleri dindarların, “artık TSK’ya mesafeli olmasını ve askerlik yapmak istememelerini” alkışladılar…
Bahçeli: Vicdani Retçilik Rezaleti
“Vicdani red AB’nin talebiydi.” dedik. Evet, Türkiye ile ilgili İlerleme Raporlarında mutlaka bu konuya da yer verdiler. Haliyle, o vakitler Erdoğan ve AKP’ye muhalif olan Bahçeli, bu talebe sert tepki gösterdi.
Örneğin 2011 raporu yayımlandığında; “Türkiye’nin milli ve manevi hasletlerini hırpalayan ve rencide eden bu raporun muhteviyatının, gerçekte AKP’nin sağladığı müsait ortamın sonuna kadar değerlendilmesi” olduğunu vurgulayıp, “Vicdani retçilik isimli rezaletin tanınmasını isteyen bir açmazın milletimiz nezdinde makes bulması söz konusu değildir.” dedi.
Aynı yıl vicdani ret tartışmalarıyla birlikte bedelli askerlik çalışmaları gündeme geldiğinde de şunları söyledi:
“Vicdanları olmayan, milleti benimseyen odaklar şimdi de vicdani retçiliği gündeme taşımışlardır. Biz buna ne olursa şiddetle itiraz ve taraflarını telin edeceğiz. Buradaki maksat son derece sakıncalıdır. Türk milletini askerlik görevinden ve sorumluluğundan soğutmak için AKP hükümeti hummalı bir çalışma başlatmıştır. Ancak, TSK’nın kapısındaki yığılmayı eritecek bedelli askerlik konusu başka bir şeydir, vicdani redçilikle anayasada tanımlanan vatan hizmetini inkâr etmek başka bir şeydir.”
Yine 2012 İlerleme Raporu’nda AB “ezberleri tekrarlayınca”, “Türk milletinin hak ve menfaatlerinin ıskalandığı, milli birlik ve bölünmez bütünlüğünün umursanmadığı AB önerilerinin bizim nezdimizde herhangi bir kıymet hükmü bulunmamaktadır.” açıklamasını yaptı.
Erdoğan: Askerliğin Zedelenmesine Asla Müsaade Etmeyiz
Sadece Bahçeli değil, şimdilerde HÜDAPAR için “yerli ve milli” diyen Erdoğan da vicdani redde karşı çıktı.
Şöyle ki; 2012’de dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Milli Savunma Bakanlığı’nın vicdani retle ilgili bir çalışma yaptığını ve kısa sürede Bakanlar Kurulu’nda görüşeceklerini duyurdu. Erdoğan ise bu konunun hükümetin gündeminde asla olmadığını belirtmekle kalmadı, şöyle konuştu:
“Askerlik bu milletin, bu topraklar için en kutsal vazifelerden biri olarak kabul edilmiştir. Biz askerimize ‘Mehmetçik’ derken bunun bir anlamı var; bu ‘Küçük Muhammed’ anlamındadır. Biz askerliği Peygamber Ocağı olarak görmüşüz. Tabii bir çok spekülasyonlara neden olmuş şeyler olmuştur, olabilir. Ama biz, bu millet, bunu böyle biliriz. Görmeyenler yok mu? Var. Ama bu milletin kahir ekseriyeti bunu böyle bilir. Askerlik hizmetinin ciddiyetinin zedelenmesine de istismara da asla müsaade etmedik, asla müsaade etmeyiz.”
Evet, geçen süreçte vicdani redde ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmadı; ama bedelli hep bunun, uzmanlık sistemine geçilmesi de profesyonel ordunun altyapısı olarak görüldü.
Baksanıza; 2018’de Erdoğan’a, “Reis bizi Afrin’e götür.” diye seslenen AKP Kocaeli İl Gençlik Kolları Başkanı Emre Kahraman bile askerliğini bedelli yaptı. Şimdilerde ise milletvekili aday adayı oldu!..
Medreseler Bir Kolorduyu Askerden Kaçırdı
HÜDAPAR’ın vicdani ret talebi üzerinde niye bu kadar durduğumuza ve bunun medreseler talebiyle ilgisine gelince; tarihimizden, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadıklarından bir örnekle anlatalım.
Semyon İvanoviç Aralov 1922-1923 yıllarında Türkiye’de görev yapan bir diplomattı. Mustafa Kemal Paşa’yla bazı Anadolu illerini dolaştı. Gördüklerini ve yaşadıklarını da 1960’ta “Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Anıları” adlı kitapta yazdı. Ülkemizde 1967’de Hasan Ali Ediz tarafından Türkçe’ye çevrilen kitabın ikinci baskısı ise ancak 40 yıl sonra, 2008’de yapıldı.
İşte bu kitapta “Medreseler” başlıklı bir bölüm var. Buyurun, hep birlikte okuyalım:
“O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Sağlıklı, güçlü, genecik öğrenciler, geleceğin mollaları medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında geniş cübbeli, beyaz ve yeşil sarıklı mollalar ve hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa’yı selamlıyorlardı. Bunların içinden biri, başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa’dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da rica etti. Hoca konuşurken Mustafa Kemal’in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama medrese öğrecilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca artık kendini tutamadı ve yükek bir sesle, sertçe, ‘Ne o’ dedi, ‘Yoksa sizin için medrese Yunanlıları yenmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz.’
Mustafa Kemal konuştukça gözleri daha korkunç bir hal alıyordu. ‘Bu besili delikanlılarınızın askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim.’
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi; yabancıların, Rusların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek, ‘Haydi gidelim.’ dedi, ‘Artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.’ Ve şöyle bir selam vererek oradan ayrıldı.
Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı: ‘Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağız. Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflardan yoksun etmek lâzım. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların varlık kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.’
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadılarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti.”
Evet, 100 yıl sonra “yerli ve milli” bir parti, hem medreselere resmi statü verilmesini hem de askerliğin zorunlu olmaktan çıkarılmasını istiyor… Ne büyük tesadüf, değil mi?!
Müyesser YILDIZ
26 Mart 2023