İçeriğe geç

Hangi TSK’ya İftira Atılır Hangisine Atılmaz?!

Erdoğan 10 Temmuz’da Litvanya’ya giderken İsveç’in NATO üyeliği konusunda şu şartı koştu:

50 yılı aşkın zamandır AB kapısında bekletilen bir Türkiye var ve şu anda NATO üyesi ülkelerin hemen hemen tamamı AB üyesidir. Türkiye’yi AB kapısında 50 yılı aşkın zamandır bekleten bu ülkelere sesleniyorum; önce gelin Türkiye’nin AB’de önünü açın, ondan sonra biz de İsveç’in önünü açalım.”

Ancak yaklaşık 2 ay sonra, geçtiğimiz Cumartesi günü BM Zirvesi için ABD’ye giderken şunları söylemek durumunda kaldı:

AB Türkiye’den kopmanın gayreti içerisinde… Biz de bu gelişmeler karşısında değerlendirmelerimizi yapar ve sonra da AB’yle gerekirse yolları ayırabiliriz.”

Erdoğan’ı bilmem kaçıncı kez AB’ye rest çekmek zorunda bırakan olay, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye aleyhindeki raporuydu. Oysa ne böylesi bir rapor ilkti ne de AB’nin, 50 yıldır kapısında beklettiği Türkiye’nin derisini yüzme kararlılığı bilinmeyen şeydi. Ama, baksanıza, Erdoğan hâlâ, “Gerekirse yolları ayırabiliriz.” diyor. AB’nin daha ne yapması “gerekiyorsa” ve hangi yol kaldıysa?!

Yine de, mademki AB şartını koşan Erdoğan’dı ve çok kızdı; o halde yapılacak ilk iş, İsveç’in NATO üyeliğine kapıların kapatıldığının bugünden açıklanması değil midir?

Çuvaldızı AB’ye İğneyi Kendimize Batırırsak

AB’nin meclisi olan Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporuna gelirsek; Erdoğan’ın yanı sıra Dışişleri Bakanlığı ve çok sayıda iktidar mensubu da buna tepki gösterdi.

Örneğin Adalet Bakanı Yılmaz Tunç dedi ki;

Söz konusu rapor, Türkiye’deki güncel reform çalışmalarını ve insan hakları ile hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmeleri görmezden gelen, objektif olmaktan uzak, verilere dayanmayan haksız, temelsiz ve hezeyanlarla dolu bir rapordur… Türkiye, bir yandan Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hakkaniyetli ve adaletli dış politikası ile dünya barışı için çalışırken, diğer yandan da hukuk ve yargı alanında kendi insanımızın esenliği için ortaya koyduğu reform kararlılığından bugüne kadar taviz vermediği gibi bundan sonra da asla taviz vermeyecektir.”

Ülkemizde demokrasinin, hukukun, yargının ne halde olduğunu ve AKP’nin yolunu gayet yakından biliyoruz; ama yine de güncel bazı olaylar üzerinden örneklendirelim.

Merdan Yanardağ ve Pervin Buldan

Malûm, Gazeteci-Yazar Merdan Yanardağ Haziran’dan beri tutuklu. Sebebi, bir AKP Milletvekilinin çözüm süreci ve teröristbaşı ile ilgili açıklamaları hakkında yaptığı değerlerdirmeler. Teröristbaşına uygulanan “tecriti” eleştirdiği için “suçu ve suçluyu övmek, terör örgütü propagandası yapmakla” suçlanıyor.

Peki HDP eş başkanı Pervin Buldan 27 Ağustos’taki parti kongresinde neler söyledi? Teröristbaşına özgürlük çağrısı yaptı. Tecrit uygulamasını mutlaka yıkacaklarını belirtip, “İmralı’da sayın Öcalan’a tecrit uygulayan devlet aklı şunu iyi bilsin ki çözümün ve barışın yolunu asla tıkayamazsınız.” tehdidi savurdu.

Teröristbaşı’nın “Nefertiti”si Buldan hakkında herhangi bir işlem yapıldığını duydunuz mu?!

Türkiye’nin Sezgin Tanrıkulu Sorunu

Bir başka örnek; resmiyette CHP’li, gerçekte ABD/HDP’li olan Sezgin Tanrıkulu bir kez daha TSK’ya yönelik iftiralarda bulundu.

Erdoğan her fırsatta; Hindistan’dan dönerken, Kaymakamlık Kursu Kura Töreni’nde, hatta 2023-2024 eğitim-öğretim açılış yılı töreninde Tanrıkulu’nu eleştirip, “Mehmetçiğimize hiçbir gücün dokunmasına müsaade etmeyeceklerini”, TSK’mıza atılan bu iftiraların cezasız kalmayacağını”, “gereken dersi, devlet olarak da yargı olarak da vereceklerini” vurguladı.

Yargı bağımsızlığından birinci dereceden sorumlu olan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise Tanrıkulu hakkında gerekli soruşturmanın başlatıldığını bildirdikten sonra, “Bu açıklamaları hoş karşılamak, kabul etmek mümkün değil.” dedi.

Aynı günlerde 54 Baro, milletvekili seçildiği halde tahliye edilmeyen Can Atalay için Anayasa Mahkemesi önünde bir açıklama yapacaktı. MHP Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi Feti Yıldız şu hatırlatmada bulundu:

Hiçbir kişi ve kurum Yargı görevi yapanlara baskı yapamaz, nüfuz icra edemez, emir veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Mahkemelerin hüküm ve kararlarını etkilemek amacıyla, alenen sözlü ve yazılı beyanda bulunmak ‘yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ suçunu oluşturur.”

Peki Erdoğan ve Tunç’un bu açıklamaları ne oluyor?

Kesinlikle Tanrıkulu’nu savunmuyor, sadece şunlara dikkat çekmek istiyoruz:

Tanrıkulu’nun ABD’nin özel istihbarat şirketi Stratfor’la çalıştığı ve “TR705” olarak kodlandığı daha 2012’de ortaya çıkmadı mı? Dönemin CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz bunu sorguladığı için disiplin cezasına çarptırılırken iktidar Tanrıkulu hakkında ne yaptı?

Geçmişi ve kimliği belli Tanrıkulu “açılım-saçılım sürecine” destek verirken iyiydi de şimdi mi kötü olduğu anlaşıldı?

Bizatihi teröristbaşının İmralı pazarlıklarında şart koştuğu hakikat ve yüzleşme komisyonunun” birinci hedefi TSK’yı suçlamak değil miydi?

Terörist Tanık Yapılmadı mı?

MSB’nin, Tanrıkulu’na tepkisini de aktaralım; “TSK’ya bu iftiraları atanlar ve bunlara alet olanların” “gaflet ve dalalet içinde olduğu” kaydedildi.

Ama bakın, iktidarın bir kalemi aynen şunları yazdı:

Sezgin Tanrıkulu söyledi diye tarihimizdeki faili meçhulleri, darbeleri, cinayetleri yok mu sayacağız?.. Evet, Türkiye bu karanlık dönemlerini geride bıraktı. Erdoğan askeri vesayeti tarihe gömdü, egemenliği halka iade etti. Şimdi TSK, halkının emrinde, asli işi olan sınır muhafazasıyla, Türkiye’nin ve insanlığın düşmanlarıyla uğraşıyor… Ve kat ettiğimiz bu mesafeyi de bir kesimin inkâr nöbetlerine rağmen tarihimizle yüzleşmemize borçluyuz.”

Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk kumpaslarını hatırlayın; şimdi Tanrıkulu’na tepki gösteren aynı iktidar mensupları, “vesayeti ortadan kaldırma” iddiasıyla AB’yle kol kola girip TSK için neler demedi ki?

Silivri’de “terör örgütü yöneticiliği” ile yargılanan Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un karşısına 33 Mehmetçiğimizin katili Şemdin Sakık tanık olarak çıkarılmadı mı – daha ne olsun?!

İşte başlıkta yönelttiğimiz sorunun sebebi bu. Demek ki, eski TSK’ya her türlü iftira/hakaret haktı; ama şimdi suç, öyle mi?!

Gülşen ve Cübbeli Ahmet

Hukuk standartlarımıza üçüncü örnek: Geçen yıl şarkıcı Gülşen, sahnede orkestra arkadaşlarıyla sohbet ederken, İmam Hatip’lerle ilgili bir sözü nedeniyle “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlamasıyla gözaltına alındı ve özür dilediği halde tutuklandı.

Birçok iktidar mensubunun yanı sıra dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da Gülşen’i “şiddetle” kınayıp, “Hiç kimsenin halkımız arasında kin, nefret, düşmanlık ve ayırımcılık hakkı ve hürriyeti yoktur.” dedi.

Gülşen olayından çok önce, 2021’de, CNN Türk canlı yayınında Cübbeli Ahmet, velilere çocuklarını imam hatiplere göndermemeleri çağrısında bulundu. Gülşen’in tutuklanmasından 3 ay sonra YouTube’da, bu okullara gidenlerin deist, ateist olduğunu öne sürdü.

Ama Cübbeli’nin başına hiçbir şey gelmedi. Gelmediği gibi, birkaç gün önce o konuşmaları üzerine Erdoğan’ın kendisini aradığını ve “1 milyon 300 bin imam hatipli var, bunlar seni sevmez.” dediğini açıkladı, iyi mi?!

Gülşen’e öyle, Cübbeli’ye böyle… Hukuk bunun neresinde?!

Batı Hukukumuzu İyi Bilir

Tamam; Batı’ya çuvaldızı dibine kadar batıralım da, adamlar hukumuzun halini görmüyor, bilmiyor, hatta hukuksuzluklara ortak olmuyor mu?

Nereden biliyor?

Evvel emirde Rahip Brunson’dan, Deniz Yücel’den, Kaşıkçı dosyanının Suudi Arabistan’a iadesinden, son olarak da İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile Dışişleri Bakanı Eli Cohen’in Erdoğan ve Hakan Fidan nezdindeki girişimleri sonucu bir uyuşturucu kaçakçısının serbest bırakılmasından biliyor.

Keza bu ülkede bir bakanın, “hukuk arkadan gelsin” dediğini cümle alem duymadı mı? Ve yerine atanan yeni bakan, daha geçenlerde, kendilerinden önce mahkeme kararlarının uygulanmadığını itiraf etmedi mi?

Erdoğan 1 Eylül’deki Adli Açılış Yılı Töreni’nde; “hukuk devletinin hepimizin ortak hedefi ve kırmızı çizgisi” olduğunu vurgulayıp, “Türkiye yüzyılını… adaletin de yüzyılı yapmak için çalışmalarımızı kararlılıkla sürdüreceğiz.” demişti.

Ha gayret; bu “kırmızı çizginin” de silinmesine az kaldı!..

Müyesser YILDIZ
18 Eylül 2023

Kategori:Uncategorized