Önceki gün tarihi bir fotoğrafa daha tanık olduk. Rize Valisi Selim Baydaş bir araçta AKP’li Rize milletvekilleri, Belediye Başkanı ve İl Başkanının şoförlüğünü yapıyordu.
Tarih 26 Kasım 2013; AKP’yi yerden yere vuran MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Türkiye’nin bir parti devletine doğru vites büyüttüğü” uyarısında bulunurken şu tespitleri yaptı:
“Doğrular ve yanlışlar milletin ve devletin beklentilerine göre değil, parti hassasiyetleri baz alınarak tespit ve tayin edilmektedir. Bu çok önemli bir sorun ve açmazdır. Başbakan Erdoğan ve hükümeti, dış politikayı, uzlaşmak yerine meydan okuyan, yumuşak güç olmak yerine komşu ülkelerin rejimlerine müdahale eden bir şablona sığdırmıştır. AKP politikaları gerçeklerden, temel ilke ve hedeflerden, rasyonellikten, daha da hazini akılcılıktan çok uzaklara savrulmuştur.”
Evet, Bahçeli’nin bu öngörüleri tuttu, Türkiye Cumhuriyeti hem “parti devleti” haline geldi hem de hepimizin ortaklaşması gereken dış politikada AKP’nin hesaplarına kayıtsız şartsız teslimiyet beklenir oldu.
İşte Suriye’de yaşananlar!..
AKP’li eski bir milletvekili ve yazar, “Halep’in fethine üzülenler” adı altında tüm muhaliflerin yer aldığı koca bir liste çıkarıp, “Tamamen duygusal, ideolojik ya da mezhebi saiklerle saf belirliyorlar. Türkiye’yle sevinmeyi, Türkiye’yle hüzünlenmeyi beceremiyorlar. Neyse ki, toplam nüfus ve seçmen içinde bir yekûn tutmuyorlar.” diye buyurdu… Halen AKP’de danışmanlık yapan bir başkası da, “Suriye’nin öz evlatlarının başarısı kimi neden şaşırtıyor?” diye buyurdu. Biz de sadece soralım: Suriye’nin bu öz evlatları, o silahları nereden aldı?!..
AKP’li ismin o listeyi çıkardığı gün, aynı gazetedeki bir başka yazar, “kitabın ortasından başlayıp”, bu harekâtın “doğrudan bir ABD-İngiltere-İsrail imali olduğunu”, “Kristal Küre’ye el basmış Arap dünyası ve nihai tahlilde İran’ın ezilmesini arzu eden Suudları da hesaba kattığını”, “bu gelişmenin makro ölçekteki hedefinde Şii hilalini ortadan kaldırmanın bulunduğunu” yazdı… “Eğer Lübnan ve Suriye savaşları harlanırsa, Rusya ve Çin’in dahil olabileceği ve bugünü mumla aratacak bir Ortadoğu cehennemine götürür bizi.” diye ekleyip, “HTŞ’nin bünyesine kattığı radikal Uygur ve Çeçen gruplarının varlığının unutulmamasını” hatırlattı… Dahası, bölgedeki PKK’yı tasfiye etme konusunda, “İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma ses çıkarmayan HTŞ, PYD ile uzlaşıp karşımıza çıkarsa ne yapacağız? İsrail’in bunu çok arzuladığını ve iki güdümlü örgütü buluşturup anlaştırmak için büyük bir mesai sarf ettiğini biliyoruz. Unutmayalım ki, sadece İran değil, Türkiye de Ortadoğu’dan tecrit edilmek isteniyor. Aman dikkat.” uyarısında bulundu… Bundan birkaç gün sonra da, “Zamânında Sûriye meselesinde bize büyük manik hatâlar yaptıran söylemler yine devrede… Ayakları yere basan bir analiz bulmak için bayağı aramak gerekiyor.” teşhisini koydu, ama ne gâm; herkes Suriye’nin fethine çıkmış durumda.
Suriye’deki Hedefimiz PKK mı Esad mı?
Eylül’deki teröristbaşı açılımından beri “devlet aklını” dillendirdiği söylenen MHP Lideri Bahçeli’nin gel-gitleriyle devam edelim.
7 ay önce 28 Mayıs’ta, iktidara veya devlete şöyle seslendi:
“Türkiye Cumhuriyeti, Suriye yönetimiyle karşılıklı anlayış ve uzlaşma vasatında el ele vererek, yani Ankara ile Şam arasında işbirliği köprüsü inşa edilerek terör örgütünün işgal ve istila ettiği alanları demokratik vasıtalarla ihata teşebbüsüne katiyen müsaade edilmemelidir. Bölücü terör örgütünün, kaynağında ve ürediği bataklık alanlarda Türkiye ile Suriye’nin eşgüdüm halinde yapmalarını önerdiğim askeri operasyonlarla kökü kurutulmalıdır.”
Bundan 13 gün sonra da, “Ülkemizde geçici koruma statüsüyle bulunan Suriyeli sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüşleri kademe kademe sağlanmalı, düzensiz göçün beli kırılmalı, Geri Kabul Anlaşması sonlandırılmalıdır.” dedi.
Erdoğan’ın Esad’a yarım ağız çağrıları dışında ciddi bir girişim olmazken ve Merkel’in anılarıyla yüzümüzü kızartan Geri Kabul Anlaşması ise halen yerinde duruyorken, HTŞ başta olmak üzere bilumum devletin vekil güçleri Suriye’nin kritik kentleri domino taşı gibi ele geçirmeye başladı.
En çok sevinenlerden birisi de Bahçeli oldu; Halep’e Türk Bayrağı çekilmesini alkışladı.
11 yıl öncesine gidelim. Aynı Bahçeli, özetle diyordu ki;
“Hükümetin Suriye politikası tamamen Esad karşıtlığına bağlanmış, Esad hasımlığıyla perçinlenmiştir. Başbakan Erdoğan, Esad’a yüklenirken, neredeyse tüm muhalif unsurları sütten çıkmış ak kaşık gibi sunmaktadır. Başbakan’ın mantık ve anlayışına göre; Esad kötüdür, ama insan eti yiyen yamyamlar masumdur. Esad katildir, ama kafa kesen canavarlar, terör estiren vandallar mağdurdur… Bizi en çok rahatsız eden, Esad muhalifi terör gruplarının desteklenip ödüllendirilmesidir. El Kaide, El Nusra, PYD ve diğer muhalif unsurların sırf Esad düşmanlığından dolayı besiye çekilmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, gizli müzakerelerle taltif edilmesi anlaşılır, kabul edilir ve normal karşılanır gibi değildir… ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ diyerek sanal bahanelere sığınan, boş avunmalardan medet uman Başbakan taraf tuttuğunu, kim ya da kimlerin çıkarına pozisyon aldığını tüm yönleriyle ispatlamıştır. Başbakan Erdoğan kendi halkını bombalayan, kendi insanını öldüren Esad’ın karşısında, sınırlarımızın hemen öbür tarafını mesken tutan insanlık müsveddesi cellatların, kiralık tetikçilerin tarafındadır… Ne üzücüdür ki, bu zihniyet Yezid’i sadece Şam’da görmekte, burada aramaktadır. Oysa Yezid’in hası; kıtalar gezmekte, coğrafyalar parsellemekte, bölünme senaryolarını kabullendirmeye çalışmaktadır. Başbakan da 21. asrın zalimleriyle emel ve hedef birlikteliği yapmaktadır… Başbakan Erdoğan Şam’daki Yezid’ten önce İmralı’daki, Kandil’deki Yezid’lere bakmalı, bunlara kafayı takmalıdır.”
Suriye’deki bu karmaşa sayesinde ABD himayesindeki PKK’yı tasfiye edeceğiz, öyle mi?
Daha dün, Trump döneminin Suriye Özel Temsilcisi James Jefrrey, Trump’ın, “Akıllı ol, aptal olma” diyerek durdurduğu, Barış Pınarı Harekâtımızla ilgili anlaşmaya atfen, “Ekim 2019’dan beri Türkiye’yle o bölgede temelde ateşkes diyebileceğimiz bir anlaşmamız var. Bu ilişkiyi sürdürmekten mutluluk duyuyoruz.” hatırlatmasında bulunma gereğini niye duydu acaba?!
İktidar Ne Söyler Tamburası Ne Çalar?
AKP’li bir başka isim eski Bakan Mustafa Varank, HTŞ’lileri “öz evlât” sayarken, iktidardaki hava şöyleydi:
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Halep’te yaşanan çatışmalara Türkiye müdahil değil. Tedbirler alınıyor. Yeni bir göç dalgasını tetikleyecek hiçbir aksiyona girişmeyiz.” açıklamasını yaptı. Birkaç gün sonra, “Bizim gizli operasyonlarımız olmaz.” dedi.
İktidarın gayrıresmi sözcüsü Abdülkadir Selvi, “Türkiye’nin sahada yaşanan bu gelişmelere destek vermediği gibi rıza da göstermediğini”, “aksine İsrail’in saldırganlığının bölgeye yönelik tehdit karşısında her daim Suriye’de ve bölgede şiddet sarmalını önlemeye çalıştığını” bildirdi.
AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala, oradaki bütün terör örgütlerine karşı olduklarını belirtip, “Suriye’ye istikrar için yardıma hazırız.” açıklamasını yaptı.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Suriye’deki muhalefetin arkasında Türkiye’nin olduğu iddialarını yalanladı.
Ama iktidar medyası; “tarihin tekerrür ettiğini” ve “Halep Kalesi’nde Türk Bayrağı’nın dalgalandırıldığını”, “Kalede Gaziantep plakalı araçların görüntülendiğini”, “Halep’in kurtuluşunun lokum dağıtılarak kutlandığını”, “sokaklarda ‘Fikrimin ince gülü’ şarkısının yankılandığını”, “Halep Emevi Camii’nden Erdoğan’a teşekkür mesajı gönderildiğini” duyurdu.
Bir vakitler iktidara yakın SETA’da da çalışmış olan bir araştırmacı, “muhaliflere operasyonel bilgiyi Türkiye’nin sağladığını” öne sürdü. Daha sonra o habere erişilememesi dikkat çekti.
Bu tablo rahatsızlık yaratmış olmalı ki, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun medyaya, “Türkiye’nin Suriye’nin birlik, istikrar ve toprak bütünlüğünü desteklediği, tek amacının millî güvenliğimizin sağlanması ve teröristlerin bertaraf edilmesi olduğu unutulmamalıdır.” uyarısında bulundu, ama belki de ilk kez dinlenmedi.
Sonrasında ise çanak-çömlek patladı. Suriye muhaliflerinin koalisyon başkanı Hadi el Bahra, “Suriye halkının desteklenmesi konusunda Türkiye’nin yıllardır takdir edilmesi gereken önemli bir rol oynadığını” söyledi. Türkiye destekli bir diğer muhalif lider Abdurrahman Mustafa, “Şam’ın kontrolündeki bölgelere operasyona ilişkin Türkiye’nin kendilerine meşru gerekçeler ve siyasi zemin hazırladığını” vurguladı.
İktidar medyası; “Hama zaferinin Aselsan üretimi telsizlerle duyurulmasıyla” övündü… Bir yazar açıkça, “TSK’nın eğitim ve disiplininden geçmiş, silahlı unsurlarıyla donatılmış yapıların bütün güçleriyle sahaya daha yeni indiğini” belirtirken, “Her ne senaryo olursa olsun, ülkenin bölünmesine asla izin verilemez. Suriye’nin parçalanması Türkiye’nin parçalanmasını başlatır.” diye de ekledi.
Başkomutan: “Hedef Şam”
Günlerdir süren bu kaotik ortama son noktayı tabii ki ve yine Erdoğan, dün Cuma namazı çıkışında şöyle koydu:
“İdlib, Hama ve Humus, hedef tabii Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü şu an itibarıyla devam ediyor. Biz de bunun gerek istihbarat gerek bütün medyadan takibini yapıyoruz. Tabii temennimiz, kazasız belasız bir şekilde Suriye’deki bu yürüyüş devam etsin diyeceğim.”
Buraya kadar aktardıklarımız, Ankara’nın Suriye konusunda sanki hazırlıksız yakalandığı ve “Kervan yolda düzülür.” mantığıyla hareket ettiği izlenimini veriyor, değil mi?
Gerçekten öyle mi, bir “devlet aklı” var mı, varsa kimin aklıdır; onu da yarın anlatalım.
Müyesser YILDIZ
8 Aralık 2024
12punto link: https://12punto.com.tr/yazarlar/muyesser-yildiz/suriye-planimiz-da-yerli-ve-milli-mi-63342