Halen Dışişleri Bakanlığı’mızın internet sitesinde yer alan “Ekonomi Gözlüğüyle Geniş Orta Doğu Projesi ve Türkiye” başlıklı makalede, hepimizin BOP olarak bildiği projenin ne zaman ve nasıl başladığı şöyle anlatılıyor:
“2004 Haziran ayında ABD’de gerçekleştirilen G-8 Zirvesi’nde kabul edilen adıyla ‘Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ (GODKA) girişimi, Orta Doğu coğrafyasının beşeri kalkınma ve demokratikleşme yolunda desteklenmesi amacıyla uluslararası camianın uzun vadeli bir taahhüt altına girdiği önemli bir sürecin başlangıcını teşkil etmektedir.”
Makalenin ilerleyen bölümlerinde, Türkiye’nin projedeki yeri ise şu ifadelerle açıklanıyor:
“Türkiye, G-8 bünyesinde oluşturulan ve bölgede demokrasi anlayışının güçlendirilmesini hedefleyen Demokrasi Yardım Diyaloğu’nun Eş-başkanlığını İtalya ve Yemen’le birlikte üstlenmiş olup, bu mekanizma mevcut aşamada ülkemizin GOD bağlamındaki ilk somut katkısını oluşturmaktadır. Türkiye ayrıca, OECD çerçevesinde oluşturulan Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) girişiminde de aktif bir rol üstlenerek, vergi reformu ve teşvik yasaları konulu çalışma grubunun Ürdün’le birlikte Eş-başkanlığını yürütmektedir.”
BOP’un gerçekte ne olduğunu yaşayarak gördük. Olanlar, İsrail için mıntıka temizliği yapılmasıydı. Orta Doğu coğrafyasına beşeri kalkınma değil katliam, demokrasi değil terör getirdiler. Önce Irak kana boğuldu, bölündü; 2011’de de eşzamanlı olarak Libya ve Suriye.
Rusya ve İran’ın desteğiyle 23 yıl direnen Suriye rejimi, dün itibarıyla HTŞ öncülüğündeki diğer muhalif gruplar tarafından 11 günde devrildi.
Yıllar önce IŞİD’in Musul’dan Suriye’ye gelişi de böyle olmuştu. Tanklarla, silahlarla yürüdüler, kimse engel olmadı. Sonra ABD, IŞİD’le mücadele gerekçesiyle PKK’lılardan “kara ordusu” oluşturdu, ardından bunlara Suriye’nin kuzeydoğusunda “özerk” yönetim kurdu. Suriye’nin fiili bölünmesi işte böyle başladı.
Başlangıçta Ankara da İmralı’daki teröristbaşının, devletin gözü önünde Suriye’de kurduğu PYD/YPG yapılanmasıyla kol kolaydı. PYD’nin başı Salih Müslim Türkiye’de ağırlandı, Süleyman Şah Türbesi’ni IŞİD’den birlikte kaçırdılar. Ne zaman ki PYD/YPG, Esad’a karşı Ankara’yla işbirliği yapmayı reddetti, terör örgütü sayıldı.
İsrail Kadar Sevinen Birisi
Şam’ın düşmesine en çok İsrail’in sevindiği kesin. Ama onlar bile o kadar temkinli ki, İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi, “Asıl önemli olan, İran’ın (Suriye’den) çıkışını görmek.” sözleriyle bundan sonraki hedefe işaret etti, “Bölgeyi ele geçiren yerel unsurların ne yaptıklarını, nasıl davrandıklarını, nasıl caydırıldıklarını görmek ve (kafalarının) karışıp, bizim istikametimize dönmediklerinden emin olmak” istediklerini belirterek de her şeyin yeni başladığını vurguladı.
Bizimkiler ise adeta düğün bayram havasında. Öncelikle de iktidar medyası. Suriye 61 yıl sonra özgürlüğe kavuşmuş!.. Gerçekten özgürlüğe mi kavuştular yoksa cehennemin kapıları mı açıldı, bunu da yaşayarak göreceğiz.
Suriye politikasının ve sığınmacılar belasının mimarlarından eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu tutabilene ise aşk olsun!..
Esad bizi dinlememesinin bedelini ödüyormuş… Bir başarı varsa, başta Erdoğan olmak üzere kendilerine aitmiş… Esad’ın yanında dursalarmış, şu an Esad’ın çöken heykeliyle beraber Türkiye’nin itibarı da yerle bir olurmuş… Erdoğan veya görevde olsa kendisinin fotoğrafları yakılsa, bu en büyük bedel olurmuş…
Keşke Türkiye’nin 13 yıldır ödediği ve bundan sonra ödeyeceği olası bedelleri de üstlenseler!..
“BOP Eş Başkanlığını Bıraktık” Denebiliyor mu?
Unutmadan, sevinen birisi daha var. İmralı’daki teröristbaşının manevi oğlu, Trump’ın sözde generali, ABD’nin Suriye’deki “kara ordusu” PKK’nın başı Mazlum Kobani. Şam’ın düşmesini “tarihi bir gün” olarak nitelendiren Kobani, “Bu değişiklik, tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına alan, demokrasi ve adalete dayalı yeni bir Suriye’nin inşası için bir fırsattır.” dedi.
Bu arada iktidar medyası, Suriye Milli Ordusu’nun, PKK/YPG işgalindeki Münbiç’in bazı bölgelerini kurtardığını duyurdu… Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, DEAŞ ve PKK’nın bu süreci kötüye kullanmamasından emin olmak için çok dikkatli hareket etiklerini belirterek, “Amerikalı dostlarımızla temas halindeyiz.” açıklamasını yaptı.
İnşallah PKK/YPG’nin düşüşü de Şam yönetimi kadar kolay ve hızlı olur!..
Gelinen nokta ve bundan sonraki olası süreç açısından öncelikli beklentimiz, yetkililerimizin, “BOP’ta yokuz, eş başkanlığı bıraktık.” demesidir.
Rand’in O Planı
Dünkü, “Suriye Planımız da ‘Yerli ve Milli’ mi?” başlıklı yazımıza kaldığımız yerden devam ederken, evvela şunun altını çizelim:
Geçen hafta Brüksel’de NATO Dışişleri Bakanları toplantısı vardı. İlginçtir, toplantıya Ürdün Kralı 2. Abdullah da katıldı. NATO Genel Sekreteri Rutte, Kral Abdullah’ın katılımıyla yapılacak ilk oturumda Orta Doğu’daki kriz ile NATO-Ürdün işbirliğinin ele alınacağını ve çok yakında Amman’da irtibat ofisinin açılacağını söyledi.
Aynı gün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi ile Suriye’deki durumu görüştü.
Ürdün’ün önemi şu:
Birincisi; başta belirttiğimiz gibi, BOP’un ekonomik ayağıyla ilgili kurulan grubun Türkiye ile birlikte eş başkanı.
İkincisi; ABD’nin Pentagon’a, gizli servise hizmet veren meşhur düşünce kuruluşu Rand Corporation’un Aralık 2015’te “Suriye için barış planı” adı altında hazırladığı, Suriye’yi dörde bölen planda Ürdün’e de rol biçilmiş olması.
Sözkonusu planı en önce halen Erdoğan’ın Başdanışmanlığını yapan Gazeteci Saadet Oruç, “Rand Corporation çizgiyi aşınca” başlığıyla duyurmuştu. Oruç’un bu ifadeyi kullanmasının sebebi, “ABD, Suriye Kürt bölgesine garantör olsun” denmesiydi.
Rand’in 9 yıl önceki bu planında, Suriye’nin şu dört bölgeye ayrılması öngörülüyordu:
“Birinci bölge; rejim güçlerinin bulunduğu Şam’ın güney bölgeleri, Humus, Tartus, Baniyas ve Lazkiye… İkinci bölge; Halep’in doğusundan Haseke ve Kamışlı’ya uzanan Kürt bölgesi… Üçüncü bölge; muhalefetin kontrolündeki Deraa, İdlib, Halep ve Hama’yı içeren bölge… Dördüncü bölge; IŞİD’in bölgeden çıkarılmasıyla uluslararası idare altına alınacak bölge.”
Plana göre; ABD, Kürt bölgesinin garantisini sağlarken, Rusya ve İran, rejimin kontrolü altındaki bölgeye garantörlük yapacak, Sünni muhalefet bölgesinin garantörlüğünü de Türkiye ve Ürdün üstlenecekti.
Sözkonusu planda; ortaya çıkacak yeni devlet için federasyon veya konfederasyon yapısının önerildiğini, ayrıca “Kürt bölgesinin Türkiye ile müttefik olabileceği” mesajının verildiğini de kaydedelim.
Saadet Oruç, yazısını, “ölü doğmuş fantaziler” tespitiyle bitirmişti, ama gidişat bu planın büyük ölçüde el altından uygulandığını, şimdi ise resmileştirilmesi sürecine girildiğini göstermiyor mu?
Hele de MHP Lideri Bahçeli, İmralı’daki teröristbaşından medet beklendiğini açıklamış, Bahçeli’nin “şehit kardeşi” diyerek cezaevinden çıkmasını sağladığı Prof. Mümtazer Türköne de, “Türkiye Rojava’daki Kürt bölgesinin hamisi durumuna geçecek. Çözüm süreci denilen süreç bu.” diye ortada dolaşmaya başlamışken!..
Müyesser YILDIZ
9 Aralık 2024