İçeriğe geç

Yeni Başbakan Terörü Nasıl Bitirecek?

Yeni Başbakan Binali Yıldırım’ın AKP Genel Başkanlığı’na “seçildiğinin” açıklandığı 19 Mayıs günü ilk sözü, “Milletimiz rahat olsun. Terör belasını Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” oldu.

Yıldırım 2002’den beri Meclis’te ve kesintisiz 11 yıl bakanlık yaptı. Yani Abdullah Gül, “Kürt sorununda güzel şeyler olacak” derken de kabinedeydi, Erdoğan, “Yeter ki analar ağlamasın” sloganıyla ‘çözüm süreci’ni başlattığında da. Madem “terör belasından” kurtulmamızın çaresini biliyordu, bunca yıl Bakanlar Kurulu’yla niye paylaşmadı? Veya Genel Başkan seçilmesiyle birlikte aklına gelen çare ne ki böylesine kesin konuştu?

ABD’nin PKK’yla ilişkilerini, Irak’ın kuzeyindeki ‘Barzanistan’ ve Türkiye’ye dair planlarını, “eski TSK”ya bakış açısını uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. İlk 11 yılda “Cemaat sopası”nın desteğiyle yürütülen “Demokrasi, özgürlük, AB üyeliği” misyonu ve “BOP eşbaşkanlığı” göreviyle birçok engel büyük ölçüde aşılıp belirlenen ilk hedeflere varıldı.

Ama daha alınacaklar ve yapılacaklar vardı. Suriye’nin bölünüp sınırımızda ikinci bir “Kürdistan”ın kurulması… Musul ve Kerkük’ün Barzani’ye verilmesi… Karadeniz’in bir ABD-NATO gölü olması; yani Montrö’nün ortadan kaldırılması… Ve Kıbrıs’ın İsrail-ABD öncülüğündeki emperyalizme teslimi gibi…

Haziran seçimlerinden sonra olanları özetleyelim:

Suruç katliamının ardından ABD İncirlik’ten Diyarbakır’a geniş bir alana yerleşti.

Ankara Merasim Sokak ve Güvenpark katliamından sonra “müttefikler” ve NATO, hava sahamız ile sınırlarımıza el koydu.

AB’yle mülteci pazarlığı adı altında Ege de NATO’ya açılırken, Rum kesimi fiilen tanındı.

Bunları biliyorsunuz zaten.

-ABD “En İyi Adamını” Niye Kaybetti?-

Asıl dikkat çekmek istediğim, Başbakan Davutoğlu’nun görevden alınması öncesinde ve sonrasında olanlar.

ABD’nin iki eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ve Eric Edelman Washington Post’taki makalelerinde Erdoğan’a, “Ya reform yap, ya istifa et” çağrısında bulunduğunda takvimler 11 Mart’ı gösteriyordu.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın bu çağrıya cevabı, “Kendini sömürge efendisi zanneden iki eski ABD büyükelçisi ‘Erdoğan istifa etsin’ yazmış. Türkiye’ye talimat verdiğiniz günler geçti beyler” olmuştu.

ABD’nin eski büyükelçiler aracılığıyla verdiği ültimatomdaki “reform”, bizim zannettiğimiz gibi “özgürlük, demokrasi” falan değildi. Ne olduğunu bilen bilmiş, anlayan anlamıştı.

Mart sonu, Nisan başı Erdoğan’ın ABD ziyareti vardı. Nükleer Güvenlik Zirvesi için gidiyordu; Ama Obama’yla görüşüp görüşmeyeceği her şeyden önemliydi. Son ana kadar ABD cenahından gelen haberler olumsuzdu. Derken büyük bir ‘sürpriz’ yaşandı ve Erdoğan-Obama buluşması gerçekleşti, hem de 50 dakika. Kobani’ye gidip PYD’den plaket almasıyla Erdoğan’ı kızdıran -Obama’nın IŞİD’le mücadele özel temsilcisi- McGurk da karşısına oturtuldu.

Başbakan Ahmet Davutoğlu 4 Mayıs’ta görevi bırakacağını açıklamak zorunda kaldı. Davutoğlu’nun Dışişleri Bakan olmasını Obama’nın istediği öne sürülmüştü. Başbakanlığı bırakacağını duyurduğunda da Davutoğlu’nu 2010, 2011, 2012’de 3 yıl üst üste “İlk 100 küresel düşünür” listesine alan Foreign Policy Dergisi, “ABD Türkiye’deki en iyi adamını kaybetti” diye yazdı.

Madem ki, “ABD’nin Türkiye’deki en iyi adamıydı”, acaba ABD Davutoğlu’ndan nasıl bu kadar çabuk ve kolay vazgeçti? İsteseler Erdoğan’ı ikna edemezler miydi? Veya Erdoğan onları nasıl ikna etti? Yoksa Erdoğan’ı mı “kazanmış”lardı?

Gelişmelerden sonra şunu anladım ki; 1 Nisan Erdoğan-Obama görüşmesi, 5 Kasım 2007 Erdoğan-Bush görüşmesi kadar, belki de ondan daha önemli ve tarihi imiş. Fehmi Koru 5 Kasım 2007 için, “Ergenekon operasyonu bu görüşmede kararlaştırıldı” demişti ya, görünen o ki, 1 Nisan da Türkiye – ABD ilişkilerinde yepyeni bir dönemin başlangıcıymış.

-Karadeniz’e Buyurun-

Ne mi o gelişmeler?

Davutoğlu’nun görevi bırakacağını duyurduğu gün, İsrail’in NATO’da temsilcilik açmasına onay verdik…

Türkiye ile Ukrayna arasında askeri işbirliği anlaşması imzalandı…

TSK’ya indirilen “balyoz”un başta gelen sebeplerinden birisi, ABD’nin Karadeniz’de at koşturmasına izin verilmemesiydi. Erdoğan geçenlerde Rusya’nın Karadeniz’deki varlığından rahatsızlık duyduğunu belirterek, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e Türkiye’yi ziyareti sırasında şunları söylediğini açıkladı:

“Bakın dedim, Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor.”

NATO demek, ABD demek olduğuna göre, bu sözler ABD’ye, “Karadeniz’e de buyurun” davetinden başka bir şey değildir.

-Kerkük’te Özerk Statü-

Barzani’nin gerçek “başkenti” saydığı Kerkük’e geçelim.

Mayıs ortasında ABD’ye gidip Dışişleri yetkilileri ve dahi Obama’nin IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi McGruk’la görüşen Kerkük Valisi Necmeddin Kerim, “Kerkük, Bağdat’tan uzaklaşmalı. Kişisel tercihim bölgesel yönetim olması” dedi. Kerim, Ankara’nın Kerkük’ün özerk bir statüde bulunması planını desteklediğini öne sürdü.

Doğruysa, bu Irak’ın bölünmesine ve -hemen olmasa bile- ileride Kerkük’ün Barzani’ye teslimine de “evet” dediğimizi göstermektedir.

-Satılık Ada Kıbrıs-

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un yeni kitabının adı, “Unutulan Ada Kıbrıs”… Unutulan değil de unutturulmak istendiği ve bunun büyük ölçüde başarıldığı kesin. Ama “Satılık Ada Kıbrıs” dese daha iyi olurmuş. Neden mi?

Geçenlerde Obama’nın IŞİD’den daha öncelikli ve acil olarak “Kıbrıs sorununun” hallini istediğini, tazminatlar için para arandığını, büyük ihtimalle IMF’den temin edileceğini yazmıştım.

Bilmem duydunuz mu; KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Rum Lider Nikos Anastasiadis’in çağrısı üzerine Ada’ya giden Dünya Bankası heyeti çoktan çalışmalara başlamış ve Kıbrıs’ta çözümün maliyetini çıkarmış. 23 milyar Euro’ya ihtiyaç varmış.

Bu sırada, ne tesadüf, ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Victoria Nuland da Ada’ya gitti. Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin borçlarını silmesini ve çözüme maddi destek sağlamasını beklediklerini söyledi.

En önemlisi, Türkiye’nin garantörlüğüne karşı çıkan Nuland, “Kıbrıs’ta askeri varlık olmamalı” dedi. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, Türkiye’nin AB’ye üye olana kadar askeri varlığını devam ettirmesi gerektiğini vurgulaması üzerine de açıkça Türkiye’nin AB’ye üye olamayacağını bildirdi.

Türkiye’den bir itiraz, bir tepki var mı? Ne gezer… Aksine 54 yıl aradan sonra bir Rum lideri, Anastasiadis’i yarın BM Dünya İnsani Yardım Zirvesi münasebetiyle İstanbul’da ağırlayacağız. Rum lideri “devlet başkanı” sıfatıyla zirveye davet eden BM’nin, KKTC’yi çağırmadığını ve ayrıca Anastasiadis’in, İstanbul’daki zirvede Erdoğan’dan, “Kıbrıs sorunuyla ilgili garantör ülkelerin de katılacağı çoklu konferans” daveti beklediğini de kaydedelim.

-Artık PYD’nin Adı Yok-

PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’yi aynen PKK, aynen IŞİD gibi terör örgütü sayıyor, Fırat’ın Batı’sına geçmesinin “kırmızı çizgimiz” olduğunu savunuyorduk.

ABD, PYD-YPG konusunda bir milim geri atmadı, onlar için “Yerel kara güçlerimiz” dedi. Son günlerde ABD cenahından peşpeşe, IŞİD’le mücadele konusunda Türkiye’yle anlaşma sağlandığı haberleri gelmeye başladı. Neymiş; PYD-YPG önde IŞİD’le mücadele ederken sınırımızda kontrol “Suriye Demokratik Güçleri”nde olacakmış. Sanki bu “gücün” büyük bölümünün PYD-YPG olduğu bilinmiyor!..

Bu konudaki son gelişmeleri aktarmadan önce Başbakan Davutoğlu’nun istifasından sonra PKK’nın Kandil’deki elebaşlarından Duran Kalkan’ın gündeme getirdiği şu iddiayı hatırlatalım:

“ABD’nin 2015 Temmuz’undaki politikasına göre, bir AKP ve PKK savaşı ABD’nin politikalarına hizmet ederken, şimdi etmiyor. En azından Suriye ve Irak’taki politikalarına hizmet etmiyor. ABD’deki mevcut yönetim Kasım ayındaki seçimleri kazanmak istiyor. Bu seçimi kazanmak için de Rakka ve Musul’un DAİŞ’ten temizlenmesini öngörüyoru. Kürtlerin bu operasyonlara katılımını sağlayabilmek için ‘Kuzey Kürdistan’da çatışmanın durması gerekiyor. Bu nedenle AKP yönetiminden de bizden de çatışmaları sona erdirmeyi istedi.”

Son gelişmeler mi? Şubat’taki ilk Kobani ziyaretiyle Erdoğan’ı öfkelendiren Obama’nın Özel Temsilcisi McGurk’un geçenlerde yine Kobani’ye gittiği ve “PKK’nın Güneydoğu’daki saldırılarını durdurması karşlığında PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesini” teklif ettiği öne sürüldü. ABD Dışişleri bu iddiaları, “Herhangi bir yetkilinin ziyaretine dair bilgimiz yok” diye geçiştirirken, Türkiye’den ses çıkmadı. Bugün gelen haberlere göre, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel de Rojava bölgesine 11 saatlik gizli bir ziyaret gerçekleştirip Suriye Demokratik Güçleri içindeki Arap ve Kürt grupların üst düzey temsilcileriyle, IŞİD’e karşı mücadeledeki işbirliğini görüşmüş. McGurk da General Votel’in, “IŞİD’in başkenti saydığı Rakka’ya yapılacak operasyonun hazırlığı için Suriye’de olduğunu” açıklamış.

Bunlardan sonra isterseniz, teröristbaşı Duran Kalkan’ın Mayıs başındakı o iddialarını bir kez daha okuyun.

Tüm bunların anlamı mı; ABD’nin “IŞİD’le mücadelede” PYD-YPG’li formülünü de hazmettik demektir!..

-Lozan’ı Güncelleme Veya 100 Yıllık ABD Haritası-

Osmanlı’yı 15 ayrı devlete bölme planı olan Sykes-Picot’un 100. yıl dönümünde, ABD’nin o zamanki alternatif haritasının yayınlanmasını, bu haritaya göre Türkiye’nin kaça bölündüğünü ve Erdoğan’ın tam da 19 Mayıs günü Külliye’de gençlerle buluşmasında, “azınlık hakları” konusunda, “Lozan’ın güncelleştirilmesinden” söz etmesini uzun uzun anlatmayıp toparlayacağım.

Bu yeni dönemin farkı veya kodu mu? Dün AB’ci, BOP’çu, Cemaatçi, açılımcı… Artık “üst akla” karşı “milli mücadele” savaşı veren, anti-emperyalist… Yanına bir de MHP’yi kattın mı, tutabilene ve 100 yıl sonra ABD haritasının çizildiğini anlatabilene aşk olsun!..

Bilmem, terörün nasıl “biteceğini” anlatabildim mi? “Üst akla” teslim olup, her istediğini verirseniz tabii ki biter!.. Beraberinde Türkiye de bitmiş, “Terörle diz çöktüremezsiniz.” nutukları yalan olmuş; ne gâm!..

Müyesser YILDIZ

22 Mayıs 2016

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/yeni-basbakan-teroru-nasil-bitirecek-2205161200.html

Kategori:Uncategorized