Yıllardır “kendilerinden olmayanı” aşağıladılar, maddi-manevi tüm değerlerine hakaret ettiler… Sadece kişiler değil, aynen emperyalistlerin ağzıyla topyekûn Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilke ve kurumlarına savaş açtılar… Yıktılar, susturdular ya da teslim aldılar.
Meşhur Alman Papaz Niemölle’in, “Sıra bana geldiğinde çevrede tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı” hikâyesindeki gibi, sıra “kendilerinden olana” da geldi.
Erdoğan’ın bir vakitler, “Ortadoğu’daki kanser mikrobu” dediği, “devlet olarak tanımadığını” söylediği İsrail’le “ilişkileri” bozan Mavi Marmara olayı için iki gün önce yaptığı, “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün Başbakanına mı sordunuz?” çıkışını kast ediyorum.
Sadece o mahallede değil, her kesimde kelimenin tam anlamıyla şok yaşanıyor.
O mahalledeki nasıl bir şoksa, Mavi Marmara’yı organize eden İnsani Yardım Vakfı İHH yönetimi, “Bir müddet konuşmama” kararı aldı.
Oysa İHH Başkanı Bülent Yıldırım 2014’te, “Mavi Marmara gitmeden önce herkesle istişare ettik. ‘Bizimle istişare etmediler’ diyen bir insan varsa, buyursunlar” demişti.
Gerçekten de öyleydi… O hazırlıklar, özellikle iktidarla temaslar hepimizin gözleri önünde cereyan etmişti… Demek oluyor ki, artık gözlerimizle gördüklerimize bile değil, sadece “otoritenin” söylediğine inanmamız gerekiyor!..
Demek oluyor ki;
2010’da Obama ve İngiltere Başbakanı Cameron’a dert yanarken, İsrail’i “devlet terörü yapmakla” suçlamadı…
2011’de El Cezire’ye, “Mavi Marmara olayı uluslararası hukuk kuralına uygun değildir. Aslında bu bir savaş nedenidir… Bizim oradaki mağdur olan tüm kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın uluslararası hukuklarını koruma noktasında onlara en büyük hukuki desteği vereceğiz” açıklaması yapmadı…
2013’te, “Mavi Marmara olayı yaşandığında Şili’deydik. Derhal ziyaretimizi yarıda kesip, Türkiye’ye döndük… AK Parti olarak bu katliam karşısında susmadık… Bu saldırı karşısında boyun eğecek değildik. Haklı olduğumuz bir davada, haksız duruma düşme gibi bir lüksümüz asla yoktu” demedi…
Yine 2013’te, “İsterdik ki, bizi değil, Türkiye’yi hedef alan böyle bir saldırı karşısında muhalefet de dik dursun, mertçe cesur bir duruş sergilesin. Ne yazık ki, muhalefetten bunu göremedik. Gerek saldırı esnasında, gerek saldırı sonrasında başta CHP olmak üzere, muhalefet ülkesinin, milletinin yanında durmak yerine gitti saldırganların yanında saf tuttu, saldırganların diliyle, ağzıyla bize var gücüyle saldırdı. CHP Genel Başkanı; ‘Biz olsaydık Mavi Marmara’yı göndermezdik’ dedi. İsrail çıktı ‘bu sonucu Mavi Marmara yarattı’ dedi. CHP Genel Başkanı çıktı aynı kelimelerle adeta bir papağan edasıyla ‘Bu sonucu Mavi Marmara yarattı’ dedi… Bunların dış politika çizgisi tarih boyunca hep bu olmuştur. Bunların dış politikadan anladığı, susmaktır, boyun eğmektir, geri çekilmektir görmezden gelmektir ve el pençe divan durmaktır. Bunların dış politikadan anladığı kendi ülkelerinin düşmanlarıyla, halkına zulüm eden zalimlerle aynı fotoğraf karesine girmektir” sözleriyle muhalefeti eleştirmedi…
Galiba mahalle mensuplarının Bush’un, “Ya benim yanımdasın, ya düşmanım” felsefesi veya Obama doktrini kadar “Erdoğan doktrini”ni de konuşması zamanı geldi de geçiyor. Kaldı ki, daha 1992’de, “Babamın oğlu dahi olsa, benimle aynı davayı paylaşmıyorsa, ben öyle bir kardeş tanımıyorum” dememiş miydi zaten?
Bu yorumdan sonra İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın 2014’teki başka bazı sözlerini de hatırlatalım.
Yaptıkları bir çok işte danıştıkları kişilerden birinin Erbakan olduğunu, Erdoğan’la da eskiye dayanan bir dostlukları bulunduğunu belirten Yıldırım, “Ancak ayırım sırasında ben gönül olarak rahmetli Erbakan’ın yanında kaldım. Ama Başbakan’a yapılan bütün saldırıların da karşısında oldum. Çünkü dostluk ayrı bir şeydir. Biz kendisinden bir şey istemiyoruz. O bizden bir şey istemiyor onun için aramız iyidir. Biz asla İHH olarak kimseden bir şey istemeyiz. Çünkü bağımsız kalmak istiyoruz” demişti.
Peki Erbakan 1991’de Erdoğan ve Gül’e ne öğretmişti; Şunu:
“Halihazırdaki BM’nin gayesi, yeryüzündeki hakkı, adaleti tesis etmek olmayıp, İsrail’in korunması ve daha sonra Büyük İsrail’in kurulmasıdır… Yakında Lübnan’ı alacak, onu takiben de Konya’yı ve Erzurum’u kendine vilayet yapacak.”
Gelinen nokta itibarıyla, “Kavga, Mavi Marmara meselesi değil, Milli Görüş gömleğinin resmen çıkartılmısıdır” desek, yanlış mı olur?
-O Sözlerin Anlamı İsrail’den Zımnen Özürdür-
Türkiye-İsrail arasında imzalanan “anlaşma”ya dair iddialar var. Açıklanan maddelerin dışında “gizli” maddeler de olduğu öne sürülüyor.
Onu bilmeyiz, ama Erdoğan’ın sözlerinden sonra anlaşmanın daha Meclis’te onaylanmadan tartışmalı, hatta hükümsüz hale geldiği ortada.
Neden mi?
Şartlardan ilki İsral’in Türkiye’den özür dilemesiydi. Putin’e yazılan mektup gibi, herhangi bir belge görmedik. Sadece 2013’te Erdoğan’la görüşen Obama’ın telefonu, yanındaki Netanyahu’ya verdiği ve bu görüşmede İsrail’in Türkiye’den özür dilediği açıklandı.
Erdoğan, “Bana mı sordunuz?” diyerek, Mavi Marmara olayını bir anlamda “illegal” ilân ettiğine göre;
Birincisi; Bu, Türkiye’nin, İsrail’den zımni “özür dilemesi” anlamına geldiği gibi, İsrail’in resmi “özür” talebinde bulunması hakkını da doğurmuyor mu?
İkincisi; Anlaşmanın “gizli” maddelerinden biri olduğu belirtilen, saldırıdan sonra Türkiye’de İsrail devleti aleyhine açılan davaların resmen düşmesi kolaylaştırılmış olmuyor mu?
Üçüncüsü; İsrail’in saldırıda hayatını kaybeden 10 vatandaşımız için vermeyi kabul ettiği 20 milyon dolar tazminat işi tersine dönüp, İsrail’in Türkiye’den tazminat talep etmesinin önü açılmıyor mu?
Müyesser YILDIZ
1 Temmuz 2016
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/ihhdan-bana-mi-sordunuz-karari-0107161200.html