
İmralı’daki teröristbaşı ile bir kez daha masaya oturulduğunda Ankara’nın politikası ve anlatımı; Suriye PKK’sının da silah bırakacağı, başta sözde general Mazlum Kobani olmak üzere Suriyeli olmayan PKK’lıların buradan ayrılacağı idi.
Ama bunların hiçbiri gerçekleşmedi; ABD, Mazlum Kobani’yi iktidar ortağıymış gibi, Suriye’nin yeni başı Colani’yle masaya oturtup anlaşma imzalattı.
İktidar medyası bu anlaşmayı, “YPG Şam’a teslim” diye takdim ederken, MİT Başkanlığından bu yana Suriye politikamızın baş mimarı olan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan özetle şu perspektifi çizdi:
“Bölgede gayriresmi olan, terör faaliyetlerine bulaşan bütün silahlı unsurların tekrar denklem dışında çıkması elzem… İyi niyetle imzalanmış bir anlaşma varsa gereği yapılsın, ama birtakım orada sorunlar, ileriye döşenmiş mayınlar olabilir, biz Türkiye olarak bunu kendi açımızdan çok yakından gözetliyoruz, bakıyoruz… Biz bu soruların hepsini Devlet Başkanı Şara ve arkadaşlarıyla masa etrafında konuştuk… Suriye devletinden ne bekliyoruz, Kürtlere bütün haklarının verilmesi gerekiyor, ama buna mukabil oradaki terör yapısının ortadan kalkması, silahlı unsurun bütün imkân ve kabiliyetlerini devlete teslim etmesi gerekli… Baştan beri söylediğimiz, ihtiyatlı iyimserlik meselesi. Yani iyi olana sürekli bir fırsat verilmesi lâzım, yöntem olarak kan üzerinden, savaş üzerinden bir pozisyonu ilerletelim diye bir yöntem arayışımız yok. Mümkünse son çare olsun, mümkünse hiç olmasın.”
Daha ortada fol yok yumurta yokken tamamen bu “ihtiyatlı iyimserliğin” sonucu olsa gerek; Ankara, “terör örgütü” ifadesinin yerine SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) kullanmaya başladı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, PKK mangal partisiyle silah yakma şovunu yaptığında da bunun, “terörsüz Türkiye hedefi doğrultusunda çok önemli ve memnuniyet verici” olduğunu belirttikten sonra, “KCK bütün bileşenleriyle ve unsurlarıyla ülkemiz, milletimiz ve coğrafyamız için tehdit olmaktan çıkana dek teyakkuzda kalmaya devam edeceğiz.” dedi.
Buna karşılık Mazlum Kobani ve dahi PKK-KCK’nın elebaşları, İmralı’daki teröristbaşının Suriye’deki örgütün silah bırakmasını istemediğini vurgulayıp “özerklik” ısrarını sürdürdü.
Türkiye’yi “Enayi” Yerine Koyan Kim: Mazlum mu Öcalan mı?
Hakan Fidan’ın çok şaşırtan ve tartışılan son açıklamasına gelelim. 13 Ağustos’taki Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani ile ortak basın toplantısında SDG’nin silah bırakmamasını ve 10 Mart entegrasyon anlaşmasının hâlâ hayata geçirilmemesini değerlendirirken; “Türkiye, Irak, İran ve Avrupa’dan gelen örgüt üyelerinin Suriye’yi terk etmediğini” hatırlayıp şöyle konuştu:
“Suriye ile yaptığımız anlaşmada yazan maddeler bizi bağlar nitelik taşımıyor, Türkiye’de yürüyen süreç de bizi ilgilendirmiyor diyorlar… Artık YPG yönetim kadrolarının da zamana oynama politikasını bırakmaları lâzım… Kusura bakmayın, kimse enayi değil, biz enayi değiliz. Biz bu süreçlere iyi niyet yatırıyoruz diye orada ortaya koyduğunuz kurnazlıkları görmüyor değiliz. Büyük devlet olmanın ve büyük bir amaca hizmet etmenin de kuralı var; onu yapıyoruz sadece. Sizi uyarıyoruz, çağırıyoruz; durduğunuz yeri değiştirin… YPG yönetimine çağrım; Şam yönetimi ile olumlu bir angajmana girsinler, Suriye’nin geleceğini beraber inşa etmek için ellerinden geleni yapsınlar, dünyadan topladıkları bir ton teröristle kendilerini tehdit olmaktan çıkarsınlar.”
Fidan’ın ardından MSB de, “10 Mart mutabakatından bu yana terör örgütü SDG’nin anlaşma şartlarının hiçbirisini yerine getirmeyip Suriye’nin siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü bozacak girişimlere devam ettiğini” açıklayıverdi!..
Fidan’ın o çıkışına ilk tepki ise açılım ortakları DEM’den geldi. PKK/YPG için “kuzeydoğu Suriye yönetimi” ifadesini kullanan Eş Başkan Tuncer Bakırhan, Fidan’ı da, “Bildiğim kadarıyla Suriye’nin kabinesinde değil… Tek motivasyonu Kürtlerin kazanımlarını sıfırlamak olan bu akla bu halk nasıl inansın?.. Bu halk hakkını hukukunu almadan kılıca kafasını mı uzatsın?.. Kimse buradaki kişisel ikbal hesaplarını, yüz yıllık ortak tarihe gölge düşürecek şekilde yapmasın” gibi ifadelerle eleştirdi…
DEM Sözcüsü Ayşegül Doğan, Fidan’ı “demagoji” yapmakla suçlayıp, bu dilden vazgeçmeye çağırdı…
CHP’nin Meclis komisyonundaki adamı Sezgin Tanrıkulu da Fidan’a, “Sokak diliyle dış politika yapılmaz. Kaldı ki; ‘Kürt meselesi’ bir dış politika değil, iç politika meselesidir. Kimse kusura bakmasın, Kürtler de ‘enayi’ değil.” karşılığını verdi.
Ankara ve SDG arasındaki temel anlaşmazlık noktası ortada olduğuna göre; bir kez daha teröristbaşının, “manevi oğlu” Mazlum Kobani’ye gönderdiği mektubun açıklanması çağrısında bulunalım.
Açıklayın da teröristbaşı, “Silah bırakın”, dahası “Özerklikten vazgeçin” demiş mi dememiş mi, görelim. Dememişse; millete bunca aydır niye başka masallar anlatıldığını sorarız… Demişse de teröristbaşının hiç de sözü dinlenen ve bel bağlanılacak bir “kurucu önder” olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış olur!..
Yine Davullu Zurnalı Operasyon
İktidar medyası, Bakan Fidan’ın o açıklamasından evvel yine davullu zurnalı SDG’ye operasyon haberlerine başlamıştı. Açıklamadan sonra daha da hızlanıp şu başlıkları attılar:
“SDG için yolun sonu göründü, operasyon geliyor… SDG’ye askeri operasyon hazırlığı… Operasyon için son uyarı… İsrail’in elini gördük”
Sağolsunlar, operasyonun nasıl yapılacağını da yazdılar; Eylül’e kadar bir gelişme olmazsa, Suriye yönetimi ve aşiretler SDG’ye karşı harekete geçecekmiş… Suriye ordusu özellikle daha önceki yıllarda PKK ve DEAŞ’a karşı savaşan askerler ile çoğunlukla Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Bahar Pınarı harekâtlarına katılanları sahada konuşlandıracakmış… Türkiye ise doğrudan müdahale etmeyip bunlara destek verecekmiş… Bu arada örgüt somut adımlar atarsa entegrasyon için verilen süre yıl sonuna esnetilecekmiş!..
Ankara’nın pek bir güvendiği ABD’nin yeni BOP valisi Tom Barrack mı? O da Türkiye’den SDG ile diplomatik çabalar ve müzakereler için ek süre talep etmiş. Yani oyalamaya ve SDG’yi Türkiye’ye hazmettirmeye devam!..
Nitekim Suriye’nin başı Colani, “Suriye, SDG ve Türkiye’nin de ilgili olduğu ve Amerikalıların da bulunduğu bir anlaşma taslağı üzerinde mutabık kalındığını” açıklayıp, “Bu dört taraf bir şey üzerinde anlaşırlarsa, o gerçekleşir.” dedi.
Onlar da Kandırmasın
Suriye’deki terör örgütüne dolaylı operasyon konuşulmaya başlamışken, biz de artık adı bile anılmayan bir şeyi hatırlatalım.
Ankara’nın ABD’yle birlikte “eğit-donat” kapsamında yetiştirdiği, dolarla maaş verdiği, kimilerine göre sayısı 75-100 bin olan, önceleri “Özgür Suriye Ordusu” (ÖSO) sonradan “Suriye Milli Ordusu” (SMO) denilen bir ordu vardı.
Erdoğan 2018’de ÖSO’yu, “tıpkı Kurtuluş Savaşı’mızdaki Kuvayi Milliye güçleri gibi sivil oluşum” diye tarif etti… 2019’da da Suriye Milli Ordusu’nun, “hem kendi topraklarını savunan hem de bizim ülkemize saldırıda bulunanlara karşı Mehmetçiğimizle beraber bu mücadeleyi sürdüren oradaki yiğitlerdir, mücahitlerdir” olduğunu söyledi.
Takip ettiğimiz kadarıyla PKK/YPG/SDG ayak sürüyüp zamana oynarken, yeni Suriye yönetimine ilk entegre olan ya da edilen ÖSO/SMO oldu ve bunların komutanlarından Fehim İsa Savunma Bakan Yardımcısı yapılıp Kuzey Bölge Komutanı olarak atandı.
Sorumuz şunlar:
ABD-İngiliz-Fransız eseri Colani, onların sözünden çıkıp İsrail’in yerle bir ettiği ordusuyla SDG’ye operasyon yapabilir mi?.. Yapar veya yapamaz, asıl önemlisi, “Kuvayi Milliye gibi, yiğitler, mücahitler” dediklerimiz, yine Türkiye’nin yanında yer alır mı?!
Müyesser YILDIZ
20 Ağustos 2025
12punto link: https://12punto.com.tr/yazarlar/muyesser-yildiz/kuvayi-milliye-ve-mucahit-denilen-bir-osomuz-vardi-96413