Erdoğan, şimdilerde gündeminde olmasa da aylarca “idamı” savundu… Yargılamalar bitmeden darbe tutuklularına tek tip elbise giydirilmesini istedi…
Başbakan Binali Yıldırım sessiz kaldı…
Erdoğan’ın uluslararası hukukta da pek çok çıkışı oldu. Almanya’dan başlayalım:
Mesela Zekeriya Öz Almanya’ya kaçtığında, “Almanya bize Zekeriya Öz’ü vermezse, hiçbir suçluyu Almanya’ya vermem. Bu konuda süratle kırmızı bülten çıkacaktır. Almanya’yı da göreceğiz. Olmadığı takdirde Almanya bizden hiçbir suçluyu Erdoğan imzası ile isteyemez, vermem” dedi.
Almanya Başbakanı Merkel iade taleplerine karşı şu cevabı verdi:
“Biz terörle mücadele konusunda ve bu suçlara karşı mücadele konusunda kararlıyız, Türkiye’nin beklediği şekilde. Fakat bizim adım atmamız, önlem almamız için elimizde kanıtların olması gerekiyor. Mahkemeler bu kanıtları değerlendiriyor. Almanya’da bazı mahkeme kararları var. Bazı koşullarda iadelerin yapılamayacağı yönünde. Adalet bakanlarımız bu konuda görüşmeler yapacak. Fakat mahkemelerin ve bağımsız incelemelerin sonucuna tabii ki, saygı duymalıyız.”
Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel tutuklandığında, Almanya devreye girip, serbest bırakılmasını istedi. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Ankara’da yaptığı görüşmede bu konuyu da dile getirdiğini açıkladı. Almanya’nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth, Türk yetkililerle yaptıkları bütün görüşmelerde “Deniz Yücel’in serbest bırakılması konusunda uyarıda bulunduklarını ve konunun gündemin en üst sırasında yer aldığını” belirterek, Yücel tutuklu bulunduğu sürece ilişkilerin düzelmesinin zor olduğunu söyledi. Türk hükümetinin hâlâ AB hedefinin bulunduğunu ve Gümrük Birliği’ni genişletmek istediğini de hatırlatan Roth, “Ancak bunun bedavaya olamayacağını” vurguladı.
Yücel’den sonra Büyükada’daki gözaltılar gündeme geldi. Bunlar arasında Alman Peter Steudner de vardı.
Erdoğan o günlerde şöyle konuştu:
“İnsan hakları savunucusu dediklerinin benimle ilgili yapmış oldukları açıklamanın neticesi ne oldu? Neticesi benim 4 ay 10 gün hapiste yatmış olmamdı. Yaptığım sadece bir şiiri okumaktı. Söyledikleriniz Büyükada’da niye toplanmıştı. Onlar adeta 15 Temmuz’un devamı niteliğinde bir toplantı için bir araya gelmişlerdir. Gelen istihbarat üzerine gözaltına alınmıştır. Buradan bir yargı süreci başlayabilir. Onların yapmış oldukları çağrıyı, şu anda da yapıyorlar. Siz de bu soruyu sorarak bu çağrıya destek veriyorsunuz. Ama benim bir tasarrufum yok. Kararı yargı verecektir.”
Sonra Merkel’in bilgisi dahilinde Almanya eski Başbakanı Gerhard Shröder’in Erdoğan’la görüştüğü ve Büyükada’da gözaltına alınanların böyle serbest bırakıldığı öne sürüldü. Erdoğan bunu kesin bir dille reddederken, Alman basını hükümet kaynaklarına dayanarak, “Steudner’in serbest bırakılması için ağır bir bedel ödendiğini” iddia etti. “Ödenen bedel” konusunda da, “Almanya, Gümrük Birliği’nin genişletilmesine destek sözü vermiş olabilir. FETÖ’cü subayların iadesi yakında gündeme gelebilir” yorumları yapıldı.
“FETÖ’cü”lerin gittiği ikinci ülke Yunanistan’a geçelim. Erdoğan darbenin hemen ertesi günü Yunan Başbakanı Çipras’la görüşüp, iade edilmelerini istedi. Çipras da gerekenin yapılacağını söyledi, ancak bir süre sonra iade meselesinin uluslararası hukukun öngördüğü biçimde çözüleceğini bildirdi. Bunun üzerine Erdoğan, “Yunanistan’a kaçanların iadelerini istedik. Çipras, ’15-20 gün içinde neticelendiririm’ demişti. Maalesef kaç 15-20 gün geçti. Benzer bir durumda biz geciksek, kıyameti koparırlardı. Kararlılığımızı devam ettireceğiz. Üzerine gideceğiz” şeklinde tepki gösterdi.
Fransa’yla “FETÖ’cüler” meselemiz olmadı, ama Türkiye’de gözaltına alınan bir fotoğrafçı ve gazeteci vardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron doğrudan Erdoğan’ı aradı, hatta görevinin zorluğunu anlatırken, “Her hafta Erdoğan’la görüşmek zorundayım” gibi bir ifade kullandı. Nihayetinde Fransızlar serbest kaldı. Fotoğrafçı Mathias Depardon serbest kaldığında Macron, “Yapmamız gerekeni yaptık, herhangi bir karşılığı olmadan açık, saydam şekilde talep ettik. Erdoğan da yapması gerekeni yaptı, arayıp kendisine teşekkür edeceğim” dedi.
-Men Dakka Dukka-
Erdoğan’ın iadeler konusunda özellikle ABD’ye çağrılarına da bakalım.
30 Mayıs’taki AKP Grup toplantısında şunları söyledi:
“Dünyaya sesleniyorum buradan, diyorum ki; Eğer sizler iade-i itibara yardımcı olmazsanız, bilesiniz ki yarın-birgün sizlerin de bizim elimize düşenleriniz olduğu zaman istediğinizde bunları bizden alamayacaksınız, bunu bilin. Çünkü terörle mücadele lokal değildir, terörle mücadele mevzi değildir, terörle mücadele uluslararası bir mutabakatın uygulamasıdır. Uluslararası bu mücadeleyi vereceksek, eğer biz de sizden bizim ülkemize ait -ki bunları inşallah vatandaşlıktan da çıkaracağız- bunları süratle bize iade etmenizi istiyoruz. Ettiniz ettiniz, etmediğiniz takdirde, kusura bakmayın, ‘men dakka dukka’; biz de bunu yaparız.”
1 Haziran’da Muhtarlar toplantısında da, “Türkiye, teröristlerle ilgili talepte bulunduğunda, ‘bizde yargı bağımsızdır’ diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışanlar, benzer istekleri bize yönelttiklerinde aynı ilkeyi asla gözetmiyorlar. ‘Bizim vatandaşımız sizde cezaevinde, onu bize verin’; tamam da, önce siz cezaevinde olmayan terörist başını bize bir verin bakalım. Ona 400 dönüm arazi tahsis edeceksiniz, oradan 170 ülkeyi idare edecek, böyle bir terörist, 80 koli dosya göndereceğiz, bütün bunlar elinizde, buna rağmen hâlâ öyle mi-böyle mi deyip zaman kazanmaya çalışacaksınız, böyle bir şey olamaz. Bu aramızdaki itimadı sarsar ve nitekim de sarsıyor. Kusura bakmayın, bundan sonra her şey karşılıklı; sizin yargınız mı var, bizim de yargımız var. Hepimiz de çok iyi biliyoruz ki, terörle ilgili hususlar yargıdan önce siyasetin konusudur ve bir devlet politikasıdır” dedi.
Erdoğan’ın Mayıs’ta Trump’la yaptığı görüşmede; Trump İzmir’de tutuklu rahip Andrew Brunson’u, Erdoğan da Rıza Sarraf ve Fetullah Gülen’i gündeme getirdi. Karşılıklı kayıtların alındığı, iki ülke bakanlıklarının irtibatta olacağı açıklandı vs.
Erdoğan ve Trump aynı konuları BM zirvesinde de görüştü.
-Ver Papazı Al Papazı-
Ancak hiçbir gelişme olmadı ve Erdoğan 28 Eylül’de Polis Akademisi mezuniyet töreninde ABD’ye şöyle tepki gösterdi:
“400 dönüm arazi Amerika onlara tahsis etmiş, orada beraber ‘dünyada 160 ülkeyi buradan idare ediyoruz’ diyorlar. Ama Amerika’nın bir sesi çıkıyor mu? Çıkmıyor. Defaatle görüşmemize rağmen, 85 koli dosyayı bunlara göndermemize rağmen ses çıkıyor mu? Çıkmıyor. Burada ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Birileri bizi bir yerlerden idare etmeye çalışıyor. Birileri bizi bir yerlerden bölmeye, parçalamaya çalışıyor. Fakat bu milleti de bu ülkeyi de bölemeyecekler, parçalayamayacaklar. Ondan sonra kalkıyorlar ‘filanca papazı bize verin’. Bir papaz da siz de var siz de onu bize verin. ‘Sen onu karıştırma.’ Ne demek siz de yargı var biz de yok mu?”
Erdoğan’ın bu sözlerine ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert’ten cevap geldi. Nauert, “Böyle bir yola girebileceğimizi hayal bile edemiyorum” dedi.
-Binali Yıldırım: İstediğimiz Al-Ver Değil-
Malûm son olarak Başbakan Binali Yıldırım ABD’ye gitti. Gündemdeki konuların, “Rıza Sarraf, Fetullah Gülen, ABD’nin YPG/PYD’yi silahlandırması ve vize krizi” olduğu bildirildi.
İki taraftan yapılan açıklamalar, hiçbir konuda anlaşma sağlanmadığını ortaya koydu.
Lâkin Başbakan Yıldırım, ABD dönüşünde beraberindeki gazetecilere yaptığı açıklamada öyle ifadeler kullandı ki!..
Fetullah Gülen’in iadesi ile ilgili soruları cevaplandırırken, kelimesi kelimesine şunları söyledi:
“Hukuki konularda siyasi pazarlık çok etik değil. Doğru bir şey değil. Türkiye bir hukuk devleti, ABD de bir hukuk devleti. Bizim istediğimiz bir al-ver meselesi değil, bizim istediğimiz hukuk işlesin.”
Bu sözler bizatihi Erdoğan’ın, “Terörle ilgili hususlar yargıdan önce siyasetin konusudur… İade ettiniz ettiniz, etmediğiniz takdirde kusura bakmayın, men dakka dukka… Ver papazı, al papazı” anlayışına “itiraz ve cevap” değilse, nedir?
Müyesser YILDIZ
12 Kasım 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/erdogan-ve-yildirim-hukukunda-catlak-1211171200.html