Aralık ayında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile yüksek yargıdaki üye sayısının artırılması, Yargıtay’a 100, Danıştay’a da 16 yeni üye seçilmesi kararlaştırıldı.
Aynı KHK ile üye seçim kriterleri de değiştirildi. Daha önce Yargıtay üyesi olabilmek için 17, Danıştay için ise 20 yıl hakimlik ve savcılık mesleğinde çalışmış olma şartı aranırken, yeni düzenlemeyle birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az 3 yıl (Toplam 12-13 yıl) hakimlik ve savcılık yapmış olmak yeterli sayıldı.
Düzenlemenin gerekçesi ise “Dairelerin iş yükünün artmasıyla” açıklandı ve “Dosyaların daha hızlı karara bağlanacağı” belirtildi.
İktidar medyası, bu düzenlemeyi “Yüksek yargıya taze kan” olarak değerlendirirken, hukukçular ve muhalefet ise yüksek yargının tümüyle AKP’ye bağlanacağını savundu.
KHK’da bir hüküm daha yer aldı; Yeni üye seçimlerinin en geç 6 ay içinde yapılması öngörüldü.
İşte, yargı kulislerini asıl hareketlendiren de bu süre meselesi oldu.
Neden hemen değil de 6 ay içinde?
Önce sözkonusu KHK çıktığında iktidar medyasında yayınlanan şu haberi hatırlatalım:
“KHK’da, Yargıtay ve Danıştay’a üye seçiminin en geç 6 ay içerisinde yapılması hüküm altına alındı. Bunun üzerine Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), üye seçimi için çalışmalara başladı. HSK’nın, Yargıtay’a ilk aşamada yaklaşık 70 üye seçeceği belirtiliyor. Geriye kalan 30 üye ise 6 aylık sürenin sonuna doğru seçilecek.”
Anladığımız şu; 70 üye önümüzdeki günler ve aylarda seçilirken, 30 üyenin seçimi Mayıs-Haziran’da yapılacak.
Şimdi bununla ilgili olarak yargı çevrelerinde konuşulan söylentileri aktaralım.
İddia o ki, iktidar bu yüzde 30’luk kontenjanı darbe davalarına bakan mahkeme başkanları için ayırmış. Yani bir diğer ifadeyle, baktığı davayı Mayıs-Haziran’a kadar bitirenlere Yargıtay üyeliği vaadedilmiş. Ayrıca bu başkanların özellikle darbe davalarının temyizine bakacak olan Yargıtay 9 ve 16’ıncı Ceza Dairelerinde görevlendirilmesi de planlanmış, hatta bazı isimler şimdiden belirlenmiş.
İddianame ve yargılamalardaki bir çok sıkıntı, yaşanan mağduriyetler, haksız tutuklamalar ortadayken, ayrıca her gün “FETÖ”nün yeni tuzakları keşfedilirken;
İki gün önce Saray’da düzenlenen Adalet Şurası’nda Erdoğan’ın, “Darbe girişiminde dimdik duran savcılar ve hakimlere şükranlarını” sunması,
Başbakan Binali Yıldırım’ın, binlerce insanın yargılandığı darbe davalarının yıl sonuna kadar sonuçlanacağı tahmininde bulunması,
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün yargı eliyle yürütülen mücadeleyi övüp, “Türk yargısı, hiçbir grubun, ideolojinin yargısı değildir. Türk yargısı yalnızca ve yalnızca Türk Milleti’nin yargısıdır. Türk yargısı, anayasaya, hukuka ve vicdana bağlılıkla, Türk Milleti adına çalışmaya devam etmektedir” demesi sözkonusu iddialar bağlamında dikkat çekici değil mi?
Evet, geç gelen adalet adalet değildir!.. Lâkin bir an önce bitmesi için davaların hızlandırılması da hata payını arttırıp, adaletin tecellisini engellemez mi?
Yargıtay’ın iş yükünün azaltılması… Bekleyen dosyaların en kısa sürede sonuçlandırılması… “FETÖ” de 12 Eylül 2010 referandumundan sonra bu gerekçelerle ve “160’lık blok” listeyle yargıyı ele geçirmemiş miydi?..
Bizzat Erdoğan 2014’te yaptığı bir açıklamada, “7 Şubat (MİT Müsteşarının tutuklanmak istenmesi) işin görüntüde bir kırılmasıdır da asıl olay son referandumla alakalıdır. 2010 referandumu, dikkat ederseniz onların çok çırpındığı bir referandum oldu. Meğerse bu iyi niyetli değilmiş. Şimdi onları düşünüyorum. Niye iyi niyetli değilmiş. Çünkü o referandumda bunların tek hedefleri vardı. İdari ve adli yargıyı ele geçirmek. Ve bunu başardılar… Hem birincil mahkemede hem üst mahkemede çözmüş oldular” dememiş miydi?
İnşallah gidilen yol, izlenen yöntem ve hedef aynı değildir!..
Müyesser YILDIZ
12 Ocak 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/yargitayda-neler-oluyor-1201181200.html