Özellikle “FETÖ”yle mücadelede “İltisak” diye bir kavram çıkardılar. Devletin izniyle açılan okul, dershane, bankada çalışmış olmak veya buralarda bir iş/işlem yapmak “FETÖ’yle iltisaklı” sayılmaya yetti. Sadece kişinin kendisi değil, adeta 7 sülalesi cezalandırıldı. Hapse girmeseler bile kamudan atıldılar. Hasta olarak hastaneye gitme hakları dahi yok.
Mâlum, KHK ile atılan doktorların durumu gündemde. En azından SGK ile sözleşmesi olan hastanelerde çalışabilmelerine imkân sağlandı. Ancak hâlâ, “FETÖ’cülere doktorluk yaptırmayın” deyip, bu düzenlemenin iptalini isteyenler var.
Doktorlar bir şekilde sesini duyururken, sesini duyurmayan bir kesimden, avukatlardan söz etmek istiyoruz. Vazgeçtik kendisinin KHK ile atılmış olmasını, bir yakınının soruşturma veya kovuşturması yüzünden avukatlık ruhsatları iptal ediliyor. Türkiye Barolar Birliği ruhsatı verse bile Adalet Bakanlığı dava açıp, avukatlık yapmalarını engelliyor. Sadece Ankara’da 300 dolayında avukatın bu durumda olduğu belirtiliyor.
İş öyle bir hale geldi ki, Türkiye Barolar Birliği açılan davalarla uğraşmamak için artık ruhsat vermeyip, konunun doğrudan mahkemelerde halledilmesi gibi bir “çözüm” buldu.
-Şehit Kardeşinin Başına Gelenler-
Bu özet bilgiden sonra konumuza geçelim.
Pazartesi günü Ergenekon kumpası hakimlerinin duruşması bittikten sonra “özel” bir ismin davasını izlemek için Ankara İdare Mahkemesi’ne gittik. Ergenekon davasına izleyici olarak katılan emekli Tümgeneral Naci Beştepe ve kumpas sanıklarından Murat Yüce’yle birlikte.
Duruşma salonuna girdiğimizde genç bir hemşirenin davası görülüyordu. Geçmişte, yani “FETÖ” terör örgütü değilken, kısa bir süre onların hastanesinde çalışmış. Bir de ağabeyinin adı KHK listesindeymiş. Ancak daha sonra ağabeyin adının listeye “sehven” yazıldığı tespit edilmiş ve savcılık takipsizlik vermiş. Buna rağmen Sağlık Bakanlığı’ndaki komisyon, hemşireyi ihraç etmiş. Hemşirenin Avukatı durumu anlattı. Sağlık Bakanlığı avukatları ise “Komisyonun takdirinde” diyerek, davanın reddini talep etti. İdare Mahkemesi kararları daha sonra açıklandığı için sonucu bilmiyoruz.
“Özel” isim ve davasına gelince; Bu isim PKK’nın 2015’te Şırnak’ta şehit ettiği Yüzbaşı Ali Alkan’ın ağabeyi eski Yarbay Mehmet Alkan’dı.
Kardeşinin cenaze törenindeki “açılım” sürecine yönelik tepkisiyle tanıdık.
1 yıl sonra da kardeşinin ölüm yıldönümünde Osmaniye’ye gittiğinde Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimler Derneği’ni ziyaretinde yaptığı konuşmayı duyduk. Özetle, şunları söylemişti:
“Hani diyorlar ya, ’Askersin kardeşim öleceksin’, eyvallah. Bakın bu kadar şehidimiz var. Bunların hepsi öldü, kanını canını verdi. 32 yıldır böyle. Peki bu ülkeyi yönetenler ne yaptı? Biz canımızla, kanımızla bedel ödedik. Ülkeyi yönetenler hangi bedeli ödedi, bunu gösterin bana. Onlar bedel ödemediği sürece bu iş de bitmeyecektir. Dağdaki terörü şehre indirenler, bu akan kanların sorumlusudur.”
İşte bu konuşmadan sonra Alkan’ın hayatı karardı. Hakkında soruşturma başlatıldı ve o da KHK ile Jandarma’dan atıldı. Atılmakla kalmadı, pasaportu, beylik tabancası, emekli ikramiyesi verilmedi. OYAK’taki birikimine el kondu.
Ancak önünde bir çıkış yolu vardı. Yıllar önce Hukuk Fakültesi’ni bitirdiği için avukatlık yapmaya karar verdi. Ankara Barosu’ndaki stajını tamamladı. Törenle ruhsatını aldı.
Levhasını asmaya hazırlanıyordu ki, asamadı. Çünkü Adalet Bakanlığı, hem KHK’yla ihraç edildiği, hem de bir gizli tanığın verdiği “O da FETÖ’cü” şeklindeki ifade nedeniyle hakkında soruşturma yürütüldüğü gerekçesiyle ruhsatının iptali için dava açmıştı.
İşte İdare Mahkemesi’nde görülen dava buydu.
Adalet Bakanlığı Avukatı bir tarafta, Mehmet Alkan ve Türkiye Barolar Birliği Avukatı diğer taraftaydı.
Bakanlık Avukatı, Alkan’ın görevine KHK ile son verilmesi ve hakkında yürütülen ceza kovuşturmasının dikkate alınarak ruhsatının iptalini istedi.
Bu dava vesilesiyle bir anlamda ilk kez kendi avukatlığını yapan Mehmet Alkan ise şöyle haykırdı:
“Ben ne için buradayım? Hukuk Fakültesi’ni bitirdim, stajımı tamamladım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak avukatlık yapabilmek için buradayım. Ancak adında Adalet olan bakanlık buna engel oluyor. Bu bir siyasi davadır. Zira davayı Bakanlık açıyor, biz ne yazarsak yazalım, ne dersek diyelim mahkemeler 2 ayda yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Deniyor ki, ‘kesinleşmiş disiplin soruşturması engel haldir’. Benim hakkımda hangi kesinleşmiş disiplin kararı var? ‘Ceza soruşturmayı’ deniyor. Bir tane gizli tanığın ifadesiyle, silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyorum. Ne yapmışım? Tüm dünya biliyor. Şehit kardeşimin hakkını aramışım. Bu yüzden başıma gelmeyen kalmadı. Bu, ahlâka, hukuka, vicdana sığar mı? Dün beraber yürüyenler, ne istenirse verenler tertemiz, başköşede, bu örgütle kıyısından, bucağından beraber olmamış ben terör örgütü üyesiyim!.. Doluyum, kusura bakmayın. ‘FETÖ’yle iltisaklı’ 10 milletvekili var. Onlar milletin vekili olabiliyor, ama ben bir kişinin vekili olamıyorum. Yetkililerin bize verdiği cevap şu, ‘Biz bunları bırakın avukat, çaycı bile yapmak istemiyoruz’… Bir insan, bir suçtan kaç ceza alır? Bir gram suçumu bulsalar, kodeste olurdum. Bakınız, arabuluculuk için başvurdum. Başvurumu 38 gün beklettiler. Bu arada kanuna bir madde ekleyip, bizim durumumuzda olanların arabuluculuk yapmasını da engellediler. O zaman Avukatlık Kanunu’na da bir madde eklensin, ne siz ne biz uğraşalım. Evet siyasi iktidar, öç almak, bizlere ağaç kabuğu yedirmek isteyebilir. Bu durumda görev kime düşüyor, sizlere. Ben adaleti, hukuku arıyorum. Nerede bulacağım? Büyüklük yapın, Adalet Bakanlığı’nın talebini reddedin, onlar da kanunu değiştirsin.”
Düşünün ki, kardeşi “darbeden”, “FETÖ üyeliğinden” tutuklu olanlar Bakan, Büyükelçi olabiliyor, ama bir şehit kardeşine avukatlık bile yaptırılmıyor!..
Vah ülkeme!..
Müyesser YILDIZ
28 Kasım 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/isyan-eden-yarbayin-cilesi-bitmedi-28111848.html