28 Şubat “kutlamaları”nda ağzı olan konuştu, fırsattan istifade TSK bir kez daha evrile-çevrile dövüldü. O süreçte ABD’nin etki ve katkısı ise itinayla gözlerden ırak tutuldu. Önce bu konuyu netleştirelim. Kaynaklarım da çok sağlam.
Birinci kaynak Şamil Tayyar (AKP Milletvekili) Kürt Ergenekonu adlı kitabında şunları yazdı:
“Daha hükümetin 3.ayında post modern darbe senaryosu olgunlaştırılmaya çalışıldı. ABD de bölgesel çıkarlarına aykırı gördüğü refah yol hükümetinin idam fermanını imzaladı. ABD Dışişleri, 30 Ekim 1996’da Ankara Büyükelçiliği’ne gönderdiği belgede, hükümeti devirmeye yönelik girişimlere kapıyı araladı. Belge, Wikileaks yayınları gibi Ankara’dan Washington’a gönderilen ve dedikodulara dayalı ham istihbarat notu değil, Washington’da karara dönüştürülmüş ulusal güvenlik belgesiydi. Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzası var. Ankara’nın yanı sıra bilgi olarak Atina, Beyrut, Moskova, Sofya elçilikleri ile Cenevre, Nato ve BM Amerikan misyonlarına ulaştırılmış.”
Peki, o belgede neler yazıyormuş? Tayyar’dan okumaya devam edelim:
Türk Hükümeti’nin milli eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikanın batıdan ayırılıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır.
Türkiye, Birleşik Devletler’in anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim milli menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir.
Devamda can alıcı ‘final’ cümle geliyor: “Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konudaki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.”!..
İkinci kaynağımız ABD’den. Daha Refah Partisi’nde iken ve sonrasında AKP’nin kuruluşundan beri sadece Gül ve Erdoğan değil, 28 Şubatın mimarı, Yahudi cesaret ödüllü bir diğer isim olan Çevik Bir’le de çok yakın biri… ABD derin devletinin think-tank’i CFR’in beyni, “Türkiye’nin dönüşümü” projesini baş mimarı, eski Büyükelçi Morton Abramowitz’den söz ediyorum. 28Şubat’ı bir de ondan dinleyelim mi?
“Washington, İslamcıların önderliğindeki bir hükümetten hoşnut olduğu şeklinde anlaşılabilecek herhangi bir şey yapmaktan kaçındı; ancak böyle bir hükümetle çalışılamayacağını da söylemek istemedi. Her şeye rağmen bu hükümet usulüne uygun olarak iktidara gelmişti ve ABD hükümetinin Ankara ile birlikte yürütülmesi gereken pek çok işi vardı. Kuzeyden Keşif Gücü gibi siyasal anlaşma zemini olan pek çok önemli meselede Başbakan Erbakan ile birlikte çalıştı. Ancak aynı zamanda RP’nin AB hükümeti ile münasebetlerinden siyasal fayda elde etmesini asgariye indirmek için uğraştı. Yine ilişkileri mümkün mertebe koalisyonun diğer partisinin lideri, aynı zamanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller ile yürütmeye çalıştı.”
Peki, ABD’nin bu yaklaşımı neye yaradı? Abramowitz’e göre, “TSK’nın nihayetinde 1997’de RP’yi sıkıştırıp , (yumuşak darbe) olarak adlandırılan bir girişim sonucunda iktidardan uzaklaştırmasını cesaretlendirdi, ya da en azından bu yöndeki hevesini kırmadı.”!…
Acaba ABD, RP’nin kapatılmasını nasıl karşılamıştı? Tecrübeli diplomat onu da şöyle anlatıyor:
“Amerikan hükümeti olanlar hakkında fazla bir yorum yapmadı; bu kararı protesto etseler de aslında rahatlamış olan diğer batılı ülkeler gibi, ABD hükümeti de kesinlikle rahatladı. Amerikan hükümet sözcüleri, anlaşılması zor nitelikte açıklamalar geliştirdiler. Bu açıklamalar, demokratik prensipleri savunmakla birlikte Türkiye açısından en azından kısa dönemde hiç bir pratik anlam taşımayacak nitelikte tasarlanmıştı.”
Abramowitz, “Amerikan tavırlarından hiçbiri erdemli olmayabilir; ancak dinamik bir İslamcı siyasal hareketi siyaset yapıcılar için gerçek bir ikilem teşkil eder.” itirafında bulunmayı da ihmal etmiyor.
TÜRKİYE’NİN MİMARLARI
Abramowitz’in “siyaset yapıcıları” dediği Türkiye’yi dönüştürenler kimlerdi ve ne istiyorlardı?
Kıbrıs’tan (daha 2000’de Rauf Denktaş’ın görevden ayrılmasının şart olduğunu söylediler) Irak’ a, Barzani Kürdistan’a ve PKK’ya siyasal çözüme, Yunanistan’dan Ermenistan’a ve Libya’dan Suriye-İran’a bugün dayatılan ne varsa işte onların gerçekleşmesini istiyorlardı. Abramowitz’in diplomatik ifadesiyle 90’ların sonunda vaziyet şöyleydi:
“ABD ve Türkiye daha karmaşık bir ilişkiye doğru gitmektedir. Bu ilişki genellikle işbirliği temelinde gelişir; Ancak kimi eski ve yeni anlaşmazlık konuları mevcuttur. Pek çok şey Türkiye’nin iç gelişmelerine ve AB adaylığı sürecinin nasıl ilerleyeceğine bağlıdır. Belirsizlikler daha önemlidir, çünkü Türkiye önümüzdeki 10 yılda büyük ölçüde değişebilir ve bu ülke yeni dünyada pek çok bölge ile önemli boyutlarda ilişkilere sahiptir. Açıkçası, Amerikalı yöneticiler Türkiye üzerine daha fazla yoğunlaşmak, belli konularda titizlikle Amerikan çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmak ve ara sıra ortaya çıkan farklı yaklaşımların üstesinden gelmek için çözümler üretmek zorunda kalacaklardır.”
Türkiye üzerinde yoğunlaşan ABD’lilere gelince; yine Abramowitz’den öğrenelim:
“Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra, Türkiye politikasının yöneticileri Başkan Bush ve Dışişleri Bakanı James A. Baker olmuştur. Uluslararası güvenlik işlerinden sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle (Karanlıklar Prensi), 1980’li yıllarda politikanın belirlenmesi ve uygulanmasında önemli rol oynamıştır. Clinton yönetiminde Avrupa işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke ve yerine geçen aynı zamanda eski Türkiye Büyükelçisi (1994-1997) Mark Grossman önemli politik kararların alınmasında süreci başlatan ve alınan kararları uygulayan kişiler olmuşlardır.”
Şu özet tespitlerden sonra siz birilerinin 28 Şubat süreciyle gerçekten yüzleşebileceğine ihtimal veriyor musunuz? Böyle bir şey en hafif ifadesiyle , “aslını inkâr” olmaz mı?
Bu yüzden kimse heveslenmesin, iş semeri dövmekten öteye gitmez, gidemez!
CEPHE ÜLKE OLMAMIZA 1996’DA KARAR VERİLDİ
Hoolbroke, Grossman dedik. Bunlara CIA’cı Alan Makovsky’i ekleyip hemen onun ağzından bu üçlünün Türkiye için ne planladığını aktaralım:
“Hoolbroke, 1996’nın başlarında Bakan Yardımcılığı görevini bırakmıştı. Daha sonra tüm bunların plana uygun olarak gerçekleştiğini ileri sürdü. Biz (Grossman ve Hoolbroke) yeni görevimize başladıktan kısa bir süre sonra oturduk ve soğuk savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bizim için ne anlam ifade ettiğini tartıştık. White House ve Pentagon tarafından tamamen desteklenen yeni bir konsept geliştirdik. Buna göre, Türkiye batı için yeni cephe ülkeydi ve bu anlamda soğuk savaş döneminde Almanya’nın aldığı rolü alıyordu.”
Bu planları daha 1999’da yazan kimdi biliyor musunuz? ‘Yeni Türkiye’nin baş aktristlerinden Yasemin Çongar. (The State of Turkish- American Dialogue, Private View 3, no. 7)
Evet Bakan Yardımcısı Hoolbroke, Türkiye’yi sürekli “Cephe Ülke” olarak takdim ediyor, Mart 1995’te Kongre’de bir komitenin önünde Türkiye’nin önemini: “Avrasya Kıtası’nda ABD için önemli olan hemen her konunun kavşağında duruyor.” cümlesiyle özetliyordu.
HOOLBROKE- ERDOĞAN İLİŞKİSİ
Hoolbroke ‘un işi AKP iktidarında da devam eder. Başbakan Erdoğan Aralık 2006’da ABD’ye gittiğinde onunla özel bir görüşme yapar. Sonra Hoolbroke Şubat 2007’de Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye gelir, yine baş başa görüşürler. Hoolbroke buradan Erbil’e geçip Barzani’yle buluşacaktır. Gitmeden Erdoğan’la görüşmeleri hakkında şunları anlatır:
“Kürdistan’da bir bağımsız oluşum 1991’den beri var. Bir tür Tayvan’dır. Yani kendi parası, ordusu, bayrağı, okulları var; ama uluslararası tanınma yok. Gelişip huzur içinde yaşaması içinse Türkiye’ye ihtiyacı bulunuyor.”
Tayvan Modeli”nin konuşulduğu ortaya çıkınca Türkiye’de kıyamet kopar. Bunun üzerine Hoolbroke kendi açıklamasını yalanlar. Ama 12 Şubat 2007’de Washington Post’da şu makalesi yayınlanır. Lütfen “MİT Savaşı” başta olmak üzere bugünkü gelişmeleri düşünerek dikkatlice okuyun:
“Tarihteki olaylara rağmen Türkiye ve Irak Kürdistanı’nın birbirlerine ihtiyacı var. Kürdistan, Türkiye ile güneydeki kargaşa arasında bir tampon görevi görebilir, Türkiye ise her ne kadar teknik anlamda Irak’ın bir parçası olsa da, artık işlevsiz bir Bağdat yönetiminden etkin biçimde ayrılmış Kürdistan’ın koruyucusu rolünü üstlenebilir. Ayrıca Kuzey Irak, Türkiye’ye muazzam bir ekonomik fırsat da sunuyor. Tarihin akışını değiştirmeyi ancak vizyon sahibi liderler becerebilir. Charles De Gaulle ve Konrad Adenauer bunu Fransa ve Almanya’da yaptı, Nelson Mandela’ysa Güney Afrika’da. Irak’taki kriz nedeniyle Türkler ve Kürtlerin ortak çıkarlarını düşünmeleri gerekiyor. Her iki tarafın da etkileyici liderleriyle daha yeni yaptığım görüşmelerin ardından, bu kişilerin sadece bir krizle değil aynı zamanda bir fırsatla karşı karşıya olduklarını anladığını söyleyebilirim.”
SİLAH DEPOSU TÜRKİYE
Başbakan Erdoğan içeriyi 3×4 eğitim sistemi ve TÜSİAD kavgasıyla uğraştırırken bakın neler oldu:
– Fransa’da “İnkâr Yasası” Anayasa Konseyi’ne götürüldüğü gün “Ver Suriye- İran’ı, al İnkâr Yasası’nı mı?” demiştim. Suriye’nin dostları Tunus’ta toplandı. eşbaşkanlığı Türkiye ve Fransa paylaştı. Daha ortada fol yok yumurta yokken aylarca önce Fransa Humus’tan itibaren insani koridor kurulmasını istemişti. Humus karıştı, o koridor gündeme geldi…
Bu arada Fransa Anayasa Konseyi o yasayı iptal etti?!..
“Cephe ülke” Türkiye’ye hoş geldiniz!..
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Türkiye’ye geldi; Gül, Erdoğan ve TBMM Başkanı Çiçek’le görüştü. İsrail’in İran’a saldırı hazırlığı yaptığının konuşulduğu, keza Barzani’nin “Kürdistan”ın uluslararası tanınması çalışmalarını yoğunlaştırdığı bir döneme denk geldi bu ziyaret. Bugün ne konuşulduğunu bilmiyorum; ama 2008’deki bazı gelişmeleri çok net hatırlıyorum. Mesela Ekim 2008’de BM’nin, Bazani yönetimi ile “Stratejik Ortaklık Anlaşması” imzalayacağı, bu anlaşma ile BM’nin “Kürdistan’a destek ve yardımda bulunacağı” açıklanır. Yani “uluslararası tanıma” faaliyetleri başlar. Sonra Mahmut Abbas, Barzani’ye resmi bir ziyarette bulunur. Barzani: “Abbas’ın ziyareti tarihi bir ziyarettir. İlk defa bir Arap ülkesinin lideri Kürdistan bölgesini ziyaret ediyor.” der. Bu da “Arap liderlerin, Kürtlerin bağımsızlığına engel olmayacağı” mesajı olarak algılanır. Acaba Mahmut Abbas o “mesajı” bir de Türkiye’ye mi getirdi?
Cumhurbaşkanı Gül’ün İngiltere, özellikle de Jack Strow’la çok yakın ilişkisi var. Öyle yakın ki Gül Başbakan, Strow Dışişleri Bakanı iken AB’ye gönderdiğimiz yazı veya raporlar en önce onun kontrolünden geçiyordu. Yakınlıkları halen devam ediyor; ki Strow’un artık resmi bir görevi olmadığı halde geçenlerde yine özel bir görüşme yaptılar. Gül’ün İngiliz Reuters Ajansı’na verdiği demeç aynı güne denk geldi. Daha bir ay önce Esad’a “Çek git, sonun Kaddafi gibi olacak.” mesajı veren Gül, bu defa Yemen Modeli çözümü öneriyordu.
Suriyeli muhaliflerin Fransa’da yaşayan liderlerinden Burhan Galyun, emperyalistlerin kendilerine vereceği silahların adresinin Türkiye olmasını planladıklarını açıkladı.
Batı’nın “cephe ülke”si Türkiye’ye hoş geldiniz!..
Silivri’den kucak dolusu sevgiler,
Müyesser Yıldız
3 Mart 2012