İçeriğe geç

Galile… Padişahım Çok Yaşa…

Başbakan Erdoğan 1 Şubat günü partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında, “nerede kalmıştık” dercesine kükredi. Menemen’e, oradan İttihat ve Terakki’ye gidip günümüzle kıyaslamalar yaptı…”Tek fark zaman ve mekândır.” buyurdu.

El Hâk doğru!.. Şimdilerde özellikle küresel şirketlere sınırsız mülk edinme hakkı verilmek üzere ya; aklıma geldi. İttihat ve Terakki yönetiminin 1. Dünya Savaşı’na girerken ilk işi kapitülasyonları kaldırmak ve İstanbul’da, Boğaz’da yabancılara mülk satışını yasaklamak olmuştu. Vahdettin yönetimi ise ilk imzayı, yabancılara yeniden mülk satışına attı!.. Neyse!..

Cumhuriyet’in yıkımı sürerken İttihat ve Terakki nereden çıktı diye düşündüm, aklıma şu geldi: o ekibin siyaset sahnesine çıkmasında en belirgin özellik ne? Abdülhamit’in saltanatını sınırlayıp Meşrutiyet’e geçiş, sonra da Padişahı tahttan indirme değil mi?.. Bizimkilerin en beğendiği padişahların başında Abdülhamit geldiğine göre, sırada onun intikamı mı var, ne?

Tam da Meclis’te İç Tüzük değişikliği ile muhalefetin çıkmayan sesini iyice kesme harekatı başlamışken!..

12 Eylül 2010: ileri demokrasiye geçiş tarihi…

2,5 yıl sonra ne kadar “ileri”deyiz? Yine Başbakan Erdoğan’ın 1 Şubat’taki konuşmasını referans alalım. Türkiye’de basın özgürlüğü olmadığını söyleyen ABD’li Yazar Paul Auster’i öyle bir fırçaladı ki; burada olsa sahte bir e-mail, ihbar mektubu veya dijital “belge” ile kendini Silivri’de bulurdu alimallah!..

Peki Erdoğan, basın özgürlüğü ile ilgili eleştirilere hangi dönemden örneklerle cevap verdi? 1940’lara giderek!..

Bakın ne “dehşet” belgeler açıkladı:

“Düşünebiliyor musunuz? Elifba kitabını yasaklamışlar… Hz. Ali’nin Cenkleri’ni yasaklamışlar. Arapça levhaları yasaklamışlar… Cumhuriyet Gazetesi başta olmak üzere, birçok gazeteyi kapatmışlar, yayınları durdurmuşlar. Aziz Nesin’in, Sabahattin Ali’nin, Rıfat Ilgaz’ın kitaplarını yasaklamış, toplatmışlar…”

Şimdilik 1940’lara vasıl olduk. Dua edelim de yargıya yönelik eleştirileri, 1920’lerin “işgal yargılamaları” ile cevaplandırmasın!..

Buyurun, aynı konuşmadan “ileri demokrasimize bir örnek daha. Fransa’da milletvekili ve senatörlerin İnkar Yasası’nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurması üzerine: “Siyasetçilere yakışan buydu. Olması gerekeni yaptılar.” deyip Sarkozy’e karşı çıktıkları için “kalb-i şükran” sunmuştu 1 gün önce. Ertesi gün iki CHP milletvekili Danıştay’a katsayı davası açtığı için Kılıçdaroğlu’na şunları saydırdı:

“‘Danıştay’a CHP başvurmadı; iki arkadaşımızın münferit başvurusu.’ diyor. Peki, sen nesin orada? Bostan korkuluğu mu?..”

* * *

Gazetelerin ve gazetecilerin ne yapacağına karar veren o!..

Kimin gazeteci kimin “terörist” olduğunu bilen o!..

Fransa’ya boykot paketine karar veren o!..

Bedellinin fiyatını ve süresini belirleyen o!..

Cumhurbaşkanı’nın görev süresini tayin eden o!..

Muhalefetin, nasıl muhalefet edeceğini söyleyen o!..

Kimin Türk vatandaşı olacağına izin veren o!..

Kaç çocuk doğuracağımızı kararlaştıran o!..

3. köprünün yerini seçen o!..

Akşam evde ne pişireceğimizi de söyledi mi, tamamdır!..

Askerlik şubelerini kapatıp, bilmem ne kadarlık tasarruf yapılacakmış. Bakanlar Kurulu ve Meclis kapatılsa daha iyi olmaz mı? Tasarruf ne ki; cari açık sorunumuz biter!..

* * *

Saltanat-Meşrutiyet-Cumhuriyet-Demokrasi-ileri demokrasi mi, “İleri” derken “geri-geri” gidiş mi; kafam iyice karıştı.

Ve aklıma Zeki Alaysa – Metin Akpınar’ın 12 Eylül yasaklarını hicveden (bir zamanlar böyle oyunlar vardı) bir oyunu düştü.

Zeki Alaysa evine gidecek ;ama rejimin bekçisi Metin Akpınar: “Buradan gidemezsin, yassağ hemşerim.” diyor. Alaysa: “İyi, ama evim bu yol üzerinde; nasıl gideceğim?” diye soruyor. Akpınar geri geri yürümesini tesviye ediyor ve “Galile, Galile” hatırlatmasını yapıyor.

Eee, dünya yuvarlak; tarih de tekerrür ediyor nasılsa! Geri geri gidip pekâla “ileri demokrasi”ye vâsıl olabiliriz.

Tiyatroyla girdim, filmle bitireyim. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 3 Şubat akşamı CNN Türk’teydi. Şirin Payzın, Başbakan Erdoğan’ın ABD’li Yazar Paul Auster hakkındaki veciz değerlendirmesini sordu. El cevap: “Sayın Başbakan’ın sözünün üstüne söz koyar mıyım?”

Bu cevap da bana Kemal Sunal ile Şener Şen’in bir filminin sahnesini çağrıştırdı. Şener Şen ağa, rahmetli Sunal maraba… Ağa’ya ait tuvaleti marabanın kullanıp kullanamayacağını konuşuyorlar!.. Bildiniz mi?

Silivri’den kucak dolusu sevgiler,

Müyesser YILDIZ

4 Şubat 2012

Kategori:Uncategorized