Güncel ana sorunumuz, dünyayı kasıp kavuran Corona virüsü… Ama çok uzun yıllardır değişmez, devleti içten içe kemiren, milleti umutsuzluğa sevk eden bir sorunumuz daha var: adaletsizlik…
Corona’dan dolayı gündem olmadı, geçtiğimiz Perşembe iki davada dikkat çekici kararlar çıktı.
İlki şu:
Bizzat bir Başsavcının beyanları temel alınarak hazırlanan iddianame ile sanık hakkında 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Kayıtlar ve lehteki tanık ifadelerine rağmen 1.5 yıllık yargılamanın sonucunda sanığa önce ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Ardından ceza 12.5 yıla indirildi. İstinaf’ın da onayladığı bu karar Yargıtay’da bozuldu ve sanık adli kontrol şartıyla tahliye edildi.
Sanık yeniden yargılandı. İşte Perşembe günü karar çıktı ve hakkındaki tüm suçlamalardan o kişinin beraatine karar verildi.
Beyanları ile iddianameyi şekillendiren Başsavcının, daha sonra büyük illerimizden birisine Başsavcı olarak atandığını belirtip, ikinci davaya geçelim.
Henüz 1 ay önce çıkan bir başka iddianamede, bazı avukatların Büyükelçilikler adına casusluk yaptıkları öne sürüldü. Sanıklardan birisinin 93 yıl, diğerinin 20 bin 973 yıl hapis cezasına çarptırılması istendi.
Perşembe günkü ilk celsede bu iki sanık da yurtdışı yasağıyla tahliye edildi.
Hürriyet’ten Sedat Ergin, 25 Ocak’ta darbe davalarının sonuçları hakkındaki istatistikleri yazdı. Birinci derece mahkemelerde yargılanan her 100 sanıktan yaklaşık 45’inin beraat ettiğini ya da beraat etmese bile suçsuz olduklarına kanaat getirildiğini aktaran Ergin, İstinaf ve Yargıtay aşamalarından sonra bu oranın yüzde 50’nin üstüne çıkacağı tahmininde bulundu.
Buraya kadar anlattıklarımızla; iddianameler, iddianamelerden hareketle medya eliyle yapılan “Yargısız infazlar” ve yargılama sonuçları arasındaki derin uçurumun altını çizmek istedik.
Uçurum o denli büyük ki, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, 1 ay önce düzenlediği İnsan Hakları Eylem Planı ile ilgili bir toplantıda şunları söylemek durumunda kaldı:
“Bundan sonra birinci derece mahkemelerin kararları yüksek mahkemelerin kararlarıyla çelişirse, hatalı kararlar o mahkemelerdeki hakimlerin siciline işlenecek. Bu sayede yanlış kararları, meslek hayatları boyunca hakimlerin önüne çıkacak.”
Güzel bir “Yaptırım” değil mi?
-“FETÖ” Dönemi Tablosu-
İyi de biz bu tabloyu daha önce görüp, bu güzel “Yaptırım” kararını daha önce de duymadık mı?
Hadi 2012’ye, yani “FETÖ”nün hem yargıyı, hem ülkeyi kasıp kavurduğu döneme gidelim.
Mart 2012’de dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, savcıların açtığı davaların yüzde 50’sinin beraatla sonuçlandığını belirtip, şöyle konuştu:
“Bu oran çok yüksek. Demek ki, mahkumiyet için gerekli düzeyde delil toplanmadan iddianame yazılıyor. Sonunda beraat etmek, masum bir insan için yeterli olabilir mi? Toplum gözünde bir süre şüpheli oluyor, sanık oluyor, sonunda beraat etse de bunun acısını yaşıyor.”
Devamında ise şunları söyledi:
“İddianamelerin kalitesinin yükseltilmesi için HSYK bir çalışma yapıyor. Savcıların terfiinde, iddianamelerinin ne ölçüde isabetli olduğuna, mahkemede ve Yargıtay’da onaylanıp onaylanmadığına da bakılacak.”
-“FETÖ”den Sonraki Tavsiyeler-
Malûm 17/25 Aralık operasyonlarının ardından “FETÖ’yle mücadele” dönemine geçildi. Peki bu dönemde adaletten sorumlu siyasilerin tavrı ve tavsiyesi ne oldu?
Hemen, Ocak 2014’te Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yaptığı bir konuşmayı hatırlatalım. Bozdağ, “Ağır Ceza Mahkemelerinde açılan davaların neredeyse yüzde 50’si beraatla sonuçlanıyor. Bu bir şeyi gösteriyor. Soruşturma sırasında usul kurallarının yeteri kadar titizlikle uygulanmadığını ve dosyada gerekli deliller toplanmadan davaların açıldığını ortaya koyan en önemli gösterge” dedikten sonra göreve yeni başlayacak hakim ve savcılara şunları anlattı:
– Hukuk devleti, sadece anayasası ve kanunları olan bir devlet değildir. Yasama, yürütme ve yargı dahil herkesin hukukla bağlı olduğu bir devlettir…
– Eğer bir devletin organlarının bütün faaliyetleri hukuka bağlı, hukukla sınırlı ve yargısal denetime açık, devlet bütün vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlamış ise işte o zaman gerçek anlamda hukuk devletinden bahsedilebilir…
– Hukuk devletinin en önemli güvencesi mahkemelerin bağımsızlığı ve yargı görevini yapan hakim ve savcıların bağımsızlığıdır. Hakim ve savcıların görevlerini yaparken kendi ideolojilerini, kendi inançlarını, kendi kabul ve retlerini; medyanın, kamuoyunun, dosyanın ve taraflarının etkisinde kalmadan anayasa, hukuk, kanun ve vicdani kanaatlerine göre karar vermesi, yargının tarafsızlığına olan inancı arttıracaktır…
– Davanın ya da soruşturmanın taraflarının dünya görüşü, siyasi fikri, inancı sizi esir almasın ve sizi esir almasına ve etkilemesine asla izin vermeyin. Eğer bunların sizi etkilemesine izin verirseniz, orada bağımsız/tarafsız bir hakim ve savcıdan bahsetme imkanı olmaz. Bağımsızlık ve tarafsızlık da yok olmuştur demektir…
– Hukukun ve yargının siyasallaşmasına da siyasallaştırılmasına da izin vermeyin. Bilinmeli ki, hukuk ve yargı hiçbir kirli hesabın mazereti, perdesi ve kılıfı yapılmamalı ve yargının, hukukun birtakım hesap, vesayetlerle araçsallaştırılmasına hukukçular, yargıç ve savcılar asla izin vermemelidir…
Yıl 2020; Hak, hukuk, adalet cephesinde değişen ne var?
“9 yıl sonra Barış’lar yeniden tutuklanmış, Odatv yine hedef yapılmışsa, bu kadar söze ne hacet?” derseniz; adaletteki virüsü bir kez daha teşhis edelim istiyoruz:
Kendimizi kandırmayalım; kimsenin gidişatı değiştirmek gibi bir derdi yok… Çünkü niyet her daim; değiştirmek değil, ele geçirmek oldu!..
Bu “Niyet”le mücadelenin ilacı bulunmadıkça da “Yargı niye komada?” diye daha çok konuşuruz!..
Silivri’deki Barış’lara, Hülya Kılınç’a ve Murat Ağırel’e kucak dolusu sevgiler.
Müyesser YILDIZ
15 Mart 2020
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/adaletteki-virusun-adi-ne-15032007.html