Erdoğan, 25 Ağustos’taki Kabine toplantısından sonra Doğu Akdeniz krizinde Yunanistan’ı destekleyen Avrupa Birliği (AB) ile ilgili şu açıklamaları yaptı:
“Türkiye 200 yıldır demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi Batı merkezli doğan ve gelişen, evrensel değerler haline gelen çizgiyi takip etmiştir. Osmanlı’dan itibaren aşama aşama bu sistem içinde yer almanın gayretinde olduk. Cumhuriyetin ilanı ile daha keskin bir tercihte bulunduk. Bu tercihi yaptık ama batının bize hiçbir zaman aynı yaklaşmadığını da kabul edelim. Hangi adımı atarsak atalım, Batı bizi hiçbir zaman kendisi gibi görmedi. Bu gerçeği AB tam üyelik sürecinde bizzat yaşamış bir kişiyim. Tam üyelik için ne dedilerse, ‘Tamam.’ dedik; ama sonuçta ortaya çıktı ki, AB’nin niyeti yok. Oyalama taktiğinden ibarettir. AB’nin değerler bütünü değil, bir grup ülkenin saplantılarının esiri yapı olduğunu gördük. Yunanistan’dan terörist giriyor FETÖ, PKK giriyor gittiği yer neresi, Almanya. Fransa, bunlara oturum veriyor. Dostluk bu mu? Her türlü marjinal grubu destekliyorlar, her türlü sapkınlığı destekliyorlar. Türkiye’ye karşı sergilediği iki yüzlü tavır, AB’nin sonunun da ilanı olmuştur.”
On yıllarca “AB’ye üye olacağız” vaadinde bulunuldu, bunun için üyelik kriterleriyle ilgisi olmayan talepleri bile yerine getirildi, yani onlara da “Ne istedilerse verildi”, sonuç; bu… Türk dış politikası adına ne acı bir tablo!..
Erdoğan’ın sözlerinden; “FETÖ”, PKK, ABD gibi AB’nin de Ankara’yı “kandırdığı” sonucu çıkıyor. Peki, gerçekten öyle mi? Kısaca hafızalarımızı tazeleyelim.
Erdoğan’ın daha 1994’te AB konusunda, “Avrupa Topluluğu’na girmek için koşturuyorlar. Onlar da bizi almamayı düşünüyorlar. Eee, biz de girmemeyi düşünüyoruz. Avrupa Topluluğu’nun asıl adı Katolik Hıristiyan Devletler Birliği’dir.”dediğini aktarmıştık. Buradan devam edelim.
İç Dinamiklere Karşı AB Roketi
AKP’yı iktidara getirecek olan 3 Kasım seçimlerinden sadece 5 ay önce ise AB’yi şöyle sahiplendi:
“Türkiye’nin AB ile ilişkileri, Batı ile yaşadığımız en önemli sıcak temastır. AB’ye tam üyelik sürecine, biz, Cumhuriyet projesi ile roketlenen muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma idealimizin, muasır medeniyet yörüngesine yerleşebilmek için havada ikinci kez roketlenmesi ve hız kazanması olarak bakmaktayız… Türkiye’nin mevcut yapılanmasından ve Türkiye’yi yöneten zihinsel yapıdan kaynaklanan sistematik (yönetim krizleri) nedeniyle, gerekli gelişmeyi ve değişimi Türkiye’nin sadece iç dinamikleriyle gerçekleştirmesi çok zordur.”
3 Kasım gecesine gidelim. Saat 20.15’te kameraların karşısına geçtiğinde, ilk mesajlarından biri şu oldu:
“3 Kasım’dan sonra Türkiye yeni bir döneme girmektedir… Bu çerçevede AK Parti, Türkiye�nin daha güzel günlere kavuşması için üzerine düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeye hazırdır… anayasal kurumlarımızı daha iyi çalıştıran, Türkiye’�nin AB�’ye giriş sürecini hızlandıran, ülkemizin dünya ile entegrasyonunu güçlendiren bir ekonomik programın uygulanması konusunda kararlı olan böyle bir siyasi iradeyi inşa etmek için, partimiz görev almaya hazırdır.�”
Sonrası malum. Kıbrıs’ta Rum kesiminin AB üyeliğinin veto edilmemesi ve Annan Planı’nın desteklenmesi, verilen ilk tavizdi. Öyle ki, Erdoğan [Aralık 2016’daki bir yazısında annem, aşağıdaki ifadelerin Abdullah Gül’e ait olduğunu söylemiş. İlk fırsatta sorup doğrulatmak lazım, ben internetten doğrulatamadım] Haziran 2003’te şunları bile söyledi:
“Burada AB karar mercii var. Siz tanısanız da tanımasanız da AB devlet olarak tanımış. Siz Türkiye olarak tanımasanız ne olur? Gerçekçi davranmamız lazım. Geçmişle uğraşacak vakit yok, geleceğe bakmalıyız.”
AB’nin Kopenhag Kriterleri ile ilgisi olmayan şartlarının ardı arkası kesilmedi. Sadece Kıbrıs ve Yunanistan’la “iyi komşuluk ilişkileri” kurulması değil, ülkemizde yeni azınlıklar yaratılmasından anadilde yayın ve eğitime, Fener Rum Patrikhanesi’nin “ekümenikliğinin” tanınmasından soykırım iftiralarının kabul edilmesine düzinelerce talep önümüze kondu. Bunların önemli bir bölümü de, “AB istediği için değil, kendi toplumsal gelişmemiz için” denilerek yerine getirildi.
Oysa daha Aralık 2004 Zirvesi’nde AB’nin Türkiye’yi tam üye yapmak değil, kendisine “demirlemek” istediği açıklandı.
Erdoğan buna, “Türkiye, Türkiye olmaz. Yok demirleme, sınırlamalar… Böyle şey olur mu? Bunu söylemeye ve istemeye hakkımız var. Türkiye, seçeneği ve imkanları çok geniş bir ülke. Bunu Avrupa2nın da görmesi lazım.” sözleriyle tepki gösterse de hem o zirvede alınan kararlar hem de çok ağır şartlar içeren Müzakere Çerçeve Belgesi kabul edildi. Erdoğan, Müzakere Çerçeve Belgesi’ni ise şöyle savundu:
“Milletimiz için en iyisini elde etmeye dönük büyük bir kararlılık gösterdik. Biz bu ülkeyi bugüne kadar ayaklarına vurulan, prangalardan öte bir işe yaramayan, ufkumuzu daraltan yapay korkulara, komplekslere feda edemeyiz.”
Şimdilerde Doğu Akdeniz krizinde “arabuluculuk” yapan Almanya Başbakanı Merkel’in 2005 yılında AB liderlerine, Türkiye’ye tam üyelik yerine imtiyazlı ortalık teklif edilmesini önerdiğini de kaydedip, bugüne gelelim.
Gafiller Kim?
Birkaç gün önce iktidarın “amiral gazetesi” Sabah’ın Başyazarı Mehmet Barlas, AB’nin Yunanistan’a desteği ve Erdoğan’ın 15 gün önce AB ile ilgili olan sözlerinden hareket ile şunları yazdı:
“Aslında bir noktada bu durum yararlıdır da… Çünkü bazı gafiller hala Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olabileceğini zannediyorlar. Bu şekilde, bu gafiller de belki gerçeğin farkına varırlar. Bu gerçeği geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan da Avrupa Birliği’nin bizi nasıl oyaladığını anlatırken pek güzel vurgulamamış mıydı?”
Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde AB Politikası
Mehmet Barlas’ın “AB üyeliğine inanan gafiller”derken kimleri kastettiğini bilmiyoruz, ama kendisinin, yeni sistemin hayata geçirilmesini sağlayan 24 Haziran 2018 seçimi için hazırlanan beyannamede Erdoğan ve AKP’nin, AB konusunda hangi vaatte bulunduğundan haberdar olmadığı anlaşılıyor.
O vaat ne miydi?
“Türkiye merkezli çok boyutlu dış politika”başlığı altında önce AB ile ilişkiler hakkında şu bilgiler verildi:
“Avrupa Birliği’ne katılım müzakerelerine 2005 yılında başladık. Bu kapsamda 35 başlıktan 16’sı müzakerelere açılmıştır. Birçok müzakere başlığı açılmaya ve geçici olarak kapatılmaya hazır olduğu halde bazı üye ülkeler AB katılım sürecimizi iç siyasi emelleri doğrultusunda kullanmakta ve aramızdaki sorunları AB platformuna taşımaktadır. Bu suretle katılım sürecimizin önüne suni engeller konulmaktadır.”
Ardından şunlar anlatıldı:
“Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefini stratejik bir hedef olarak görüyoruz. Ancak Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi, diğer ilişkilerimizin bir alternatifi değil, tamamlayıcısı olarak tanımlıyoruz. Türkiye, açılan tüm fasıllara paralel şekilde reform süreçlerini tamamlamış, çıkarları doğrultusunda işbirliğinin ötesinde AB’yle entegrasyonunu gerçekleştirmiş şekilde güçlü ve etkili bir ülke olarak AB katılım hedefini sürdürmektedir.”
AB’nin Yeni “Havuç-Sopa”sı
Erdoğan’ın son ifadelerinden, 2 yıl önceki bu hedefin çoktüğü ve AB’nin Türkiye’yi “kandırdığının” net olarak görüldüğü anlaşılıyor.
Şayet öyleyse, bundan sonra ne yapılması gerektiği belli.
Bunlar; öncelikle birçok ismin yıllardır dillendirdiği, son olarak TBMM eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un da önerdiği gibi, Kıbrıs’ta “çözüm” arayışlarına son verilip, KKTC ile entegratsyona gidilmesi, ayrıca AB’ye tam üyelik başvurusunun dondurulmasıdır.
Ankara bu kararları mı alacak, yoksa geçtiğimiz günlerde bir AB diplomatının Reuters’a açıkladığı, “Sopa(yaptırımlar) – havuç(Gümrük Birliği’nde ilerleme ve mülteci programı için daha fazla para)” şeklindeki politikaya razı olup, AB’nin “kandırmaya” devam etmesine izin mi verecek? Ay sonundaki AB Zirvesi üzeri hep birlikte göreceğiz!..
Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/erdogani-onlar-da-mi-kandirdi-08092058.html