Savaş tamtamları çalan diğer ülkelerden ziyade en çok ülkemizi doğrudan etkileyen (İran’ın doğalgaz vanasını “arıza” gerekçesiyle kapatması uyarısı gibi) ve etkileyecek olan Rusya-Ukrayna krizinde, Ankara’nın rotasına bakmadan önce bazı şeyleri hatırlamamız gerekiyor.
Erdoğan, daha 1993’te, “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da ABD emperyalizminin bize bir tavsiyesi.” demişti. AKP iktidarıyla birlikte ABD’nin, önce fiiliyatta, 2018’den itibaren de resmen “kurumlarla değil, bir kişiyle muhatap olma” hülyası gerçekleşti.
Yıl 2005’ti, Bush’la görüşmek için Washington’a giden Erdoğan’ın, Türkiye’deki ABD aleyhtarlığı konusunda, “Bu ilk kez ortaya çıkmadı. Talihsizlik ana muhalefetin de o çizgide olmasıdır” dediğini de biliyoruz.
Erdoğan’ın bu sözlerine CHP’nin tepkisine gelince; iki tanesini aktaralım.
Dönemin CHP Lideri Deniz Baykal, “Ne söylemek istiyor, bilemiyorum. Hiçbir ülkeye karşı düşmanlık içinde olmamız mümkün değildir. Bir tek ilkemiz vardır: Türkiye’nin yararları, ülkenin çıkarları. Başbakan’ın burada dile getirmek istediği cümleyi ben size tercüme edeyim: ‘Türkiye’yi ben satmaya hazırım, ama CHP bırakmıyor.’ diyor.” iddiasında bulundu.
O vakitler İstanbul Milletvekili olan Kemal Kılıçdaroğlu da, “CHP’nin, hiçbir ulus ve devlete körü körüne karşı olma anlayışı olmaz. Ulusunun çıkarlarını korumak, CHP’nin tarihsel köklerinde var. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın başka ülkenin savunuculuğunu yapması üzüntü verici.” değerlendirmesini yaptı.
Şimdilerde Ankara-Washington ilişkilerinde “soğukluk” varmış ve ABD, ülkemizi NATO’ya havale etmiş gibi görünüyor ya; NATO’nun şimdiye kadar ülkemize attığı kazıklar bir yana, sadece Erdoğan’ın 5 yıl önceki şu tespitinin de altını çizelim:
“Bunu Fransa’nın eski Dışişleri Bakanlarından bir tanesi bana zaten açık açık söyledi. Sayın Davutoğlu da yanımda, 3’lü olarak görüşüyoruz ve açık açık söyledi, ‘Sizi almazlar Avrupa Birliği’ne, boşuna uğraşıyorsunuz’ dedi. ‘Niye?’ dedim. Müslümansınız dedi… NATO’da böyle bir yanlış yaptılar, öyle diyorlar, ‘NATO’da bir yanlış oldu, oraya aldık; ama buralarda bu olmaz’, yani ayrımcılık bunlarda var.”
Montrö’nün Bozulmaması Temennisi
Rusya-Ukrayna krizinin olası sıcak bir çatışmaya dönüşmesinin ülkemize askeri, ekonomik, siyasi, sosyal maliyetinden çok, öncelikle Lozan’ın devamı olan Montrö Antlaşması’na etkisine dikkat çekmek istiyoruz.
ABD Irak’ta, Suriye’de.. ABD-NATO Akdeniz’de, Ege’de… Sıra, onlarca yıllık emel olan Karadeniz’de konuşlanmada!..
Bakın, geçen hafta Savunma Bakanı Hulusi Akar, Rusya-Ukrayna gerilimine ilişkin ne söyledi? Tüm problemlerin barışçıl yolla çözülmesinden yana olduklarını belirttikten sonra, “Diğer taraftan da Karadeniz’de, Montrö statüsü var. Bu durumun devam etmesinden yanayız. Bunun bütün taraflara yararlı olduğu kanaatindeyiz. Dolasıyla bu Montrö’nün bozulmaması için bütün tarafların yardımcı olması ve elinden gelen gayreti göstermesinin önemli olduğunu değerlendiriyoruz.” dedi.
Yani bir anlamda sadece “temennide” bulundu.
MGK Kararları: Nereden Nereye?
Montrö Sözleşmesi’ne sahip çıkan emekli amirallerin “darbecilikle” suçlanıp yargılanması garabeti ortadayken, fazla söze hacet yok, ama ülkemizin milli güvenlik siyasetini belirleyen MGK’nın bu konuda nereden nereye geldiğine de dikkat çekelim.
2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgâlinden sonraki MGK toplantısında, “Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan krizle ortaya çıkan bölgesel durumun kapsamlı şekilde görüşüldüğü”, “mevcut ve muhtemel gelişmelerin seyir tarzının ülkemize yansımaları ile Kırım Tatar Türklerine etkilerinin değerlendirildiği” bildirildi.
29 Mart 2017’deki toplantıdan sonra şu açıklama yapıldı:
“NATO bağlamında, Karadeniz ve Ege’deki son gelişmeler hakkında Kurul’a bilgi sunulmuştur… Karadeniz’in güvenliğinin teminatı kapsamında, Montrö Sözleşmesi’nden doğan hak ve menfaatlerimizi, bölgesel sahiplik ilkesi doğrultusunda her platformda savunmaya devam edeceğimiz bir kez daha teyit edilmiştir.”
Peki Rusya-Ukrayna krizinin tam ortasında, dün gerçekleştirilen MGK toplantısından nasıl bir karar çıktı?
Sadece, “Rusya Federasyonu ve Ukrayna arasında artan gerginlik ele alınmış; gerilimin artmasının hiç kimsenin menfaatine neticeler doğurmayacağına dikkat çekilerek, tüm taraflara sağduyu içinde tansiyonun düşürülmesi çağrısında bulunulmuştur.” denildi.
Erdoğan Da NATO’ya Açık Çek Verdi
Devam edelim.
Ankara bir yandan “arabuluculuk” çağrıları yapıyor, ama öte yandan ABD-NATO cephesinde konuşlanacağını açıkça ilân ediyor.
Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 15 gün önceki, “NATO’nun değerlerini ve sorumluluklarını paylaşan Türkiye, 1952 yılından bu yana kendisine tevdi edilen tüm görev ve misyonları başarıyla yerine getirmektedir. Tarihin en başarılı savunma ittifakı olarak NATO’nun her zamankinden daha aktif ve canlı olduğuna inanıyoruz.” açıklamasından sonra önceki akşam Erdoğan’da, “Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması halinde NATO ülkesi Türkiye’nin pozisyonunun ne olacağı” sorusuna şu karşılığı verdi:
“Türkiye, NATO müttefiki olmanın yükümlülüklerini bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yerine getirmeye devam edecektir. Bu konuda herhangi bir tereddüde mahal yoktur ve bu şekilde de görüşmelerimizi devam ettiriyoruz.”
ABD “Derin Devleti”nden “Tek Adam Çözer” Mesajı
Dost düşman, kabağın Türkiye’nin başına patlayacağı uyarısında bulunurken Ankara’nın bu bodoslama tavrının sebebi nedir?
Yazının girişinde hatırlattığımız, köşe taşı niteliğindeki ayrıntılara sıcak iki gelişmeyi ilave edelim.
Malum ABD’nin “derin devleti” olarak bilinen, hatta AKP’nin programını gönderdiği öne sürülen, bir Dış İlişkiler Konseyi (CFR) var. Bu Konsey’in başkanlığını 2003’ten beri, yani neredeyse AKP iktidarıyla aynı süredir, Richard Haass yapıyor.
İşte geçtiğimiz günlerde Başkan Haass, TÜSİAD’ın, “Dünya, ABD ve Türkiye” konulu bir toplantısı için ülkemize geldi. Bu vesileyle verdiği bir röportajda, son dönemde Türkiye-ABD arasında yaşanan gerilimlerin kalıcı ve arzu edilen bir konu olmadığını, sorunun çözümünün Ankara’ya bağlı olduğunu belirttikten sonra şu dikkat çekici ifadeleri kullandı:
“Mesele şu; acaba bu mevcut Türk hükümetiyle değişebilir mi? Bu Türk Hükümeti’nin vereceği bir karar. Sonuçta Türk hükümeti bunu yapmaya istekli mi? Aslında, dürüst olarak yüzlerce, binlerce bireyden bahsetmiyoruz. Tek bir kişiden bahsediyoruz. Siyasi mezhebinize göre tek bir kişi üzerinde çok üst seviyede takdir hakkını kullanması söz konusu. Türkiye’de tek bir kişide çok fazla otorite var… Türkiye’nin Orta Doğu’daki politikasında mültecilerle ilgili duruşu, Hamas’la olan ilişkisi; yani, elindeki kozları böyle kullandı. Başka şekilde kullanabilir miydi? Olabilirdi tabii ki. Son 24 saatte bakıldığında yine değişiklikler olduğunu görüyoruz… Son 10 yıldır ABD-Türkiye arası mesafe arttı. Bu arzu edilen ve kalıcı bir şey değil, ama değişim Ankara’dan gelmeli diye düşünüyorum. Evet bazı boyutlarda kendimizi buna uyarladık, ama bu kalıcı olacak diye bir şey yok. Türkiye açısından da bunun ideal olmadığının Türkler tarafından da anlaşıldığını görmeyi dört gözle bekliyorum.”
CIA’nın TSK Güncellemesi
Haass’ın “Kürt devleti”, Kıbrıs ve Ukrayna konularında da da dikkat çekici değerlendirmeler yaptığını belirtip ikinci gelişmeyi aktaralım.
ABD istihbarat örgütü CIA’nın World Factbook sayfasında tüm ülkeler hakkında özet bilgiler yer alıyor.
Türkiye sayfasında; TSK ile ilgili olarak yıllardır NATO ile ilişkiler, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’ndeki gelişmeler ile son dönemde eklenen Rusya’dan S-400 alımından evvel ana hatlarıyla şunlar anlatılıyordu:
“İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), ilk kez iktidara geldiği 2002’den bu yana ordu üzerindeki sivil kontrolü sağlama hedefini aktif olarak takip etti. TSK’nın iç güvenlikteki rolü önemli ölçüde azaldı. TSK yönetimi Türkiye içinde etkili bir kurul olmaya devam ediyor, ancak siyasette çok daha küçük bir rol oynuyor. Türk Ordusu Suriye iç savaşından, Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerinden ve PKK isyanından kaynaklanan tehditlere odaklanmayı sürdürüyor. Başlıca iç tehditler listesi köktendincilik (tanımına dair sivil hükümetle bazı anlaşmazlıklar bulunmakla beraber), ayrılıkçılık (Kürt hoşnutsuzluğu) ve aşırı sol olarak sıralanıyor. Ankara, Irak’ta özerk bir Kürt bölgesinin kurulmasına şiddetle karşı çıktı.”
10 gün önce ne mi oldu?
O çok önemli bilgi ve tespitler çıkarıldı; sadece Türkiye’nin NATO müttefikliği, Kuvvet Komutanlıklarındaki revizyon ve gelişmelerle, son yıllarda artan uluslararası barışı koruma sorumlulukları üstlenmesi kısımları bırakıldı.
Son derece kritik bir dönemde gerçekleşen bu değişiklik, “TSK’nın, ABD’nin istediği kıvama gelmesi” diye yorumlanabilir mi, bilinmez; ama yaşadığımız gerçekler şunlar:
– Artık ülkenin dış politikasındaki yanlışlar veya TSK’ya kurulan kumpaslar yüzünden istifa eden komutanlar yok…
– Tarikat ve cemaatler, ülkenin en etkili/yetkili STÖ’leri haline geldi… Cübbeli amiralimiz bile oldu…
– Muhalefet, AKP’den vazgeçtikleri zannıyla, ABD-İngiltere’ye yanaştı…
– Hepsinden öte, Irak’ın işgâline direnip 1 Mart tezkeresini engellemiş TBMM dahi devre dışı; yaklaşan Ukrayna krizi hakkında bilgi verme, görüşünü alma gereği bile duyulmuyor…
Çünkü artık CFR Başkanı Haass’ın ifadesiyle, “tek bir kişi” var!..
Müyesser YILDIZ
28 Ocak 2022