1966’da girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda meslek memurluğundan itibaren Kıbrıs-Yunanistan konularında uzmanlaşan, halen de -Kıbrıs ağırlıklı olmak üzere- dış politikayı yakından takip eden emekli Büyükelçilerimizden Tugay Uluçevik’in, dün Cumhuriyet Gazetesi’nde “İslâm İşbirliği Teşkilâtı ve KKTC” başlıklı bir yazısı yayımlandı.
Yazısında, 22-23 Mart’ta İslamabad’da yapılan İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) Bakanlar Konseyi’nin 48. Dönem Toplantısından sonra açıklanan deklarasyona değinen Uluçevik, deklarasyondaki Kıbrıs konusuna ilişkin şu ifadelere dikkat çekti:
“İslâm Konferansı Örgütü’nün Kıbrıs konusundaki ilkeli tutumunu yeniden teyit ediyor, Türk Müslüman Kıbrıslılarla ve onların haklı davalarıyla olan dayanışmamızı ifade ediyoruz. Mali, Afganistan, Somali, Sudan, Fildişi Sahili, Komorlar Birliği, Cibuti, Bosna ve Hersek, Jammu ve Keşmir halkları ve Kıbrıs Türkleriyle ve onların barış, güvenlik ve refah içinde yaşama emelleriyle olan dayanışmamızı yineliyoruz.”
Kıbrıs Davasında Geriye Gidiş
Yazının devamında, Kıbrıs Türk halkı ile İİT (önceki adıyla İslâm Konferansı Örgütü) arasındaki ilişkinin, 1976’da İstanbul’da toplanan 7. Bakanlar Konseyi’nde alınan bir kararla başladığını vurgulayan Uluçevik, sonraki gelişmeleri şöyle özetledi:
“1979’da Fez’de yapılan 10. Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda ‘Kıbrıs Türk Federe Devleti’ ismiyle ‘gözlemci devlet’ statüsünde yer aldı. İİT’nin 14-16 Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da yapılan Dışişleri Bakanları 31. Dönem Toplantısı’nda kabul edilen kararla KKTC, teşkilât içindeki gözlemci devlet statüsünü ‘Kıbrıs Türk Devleti’ ismi altında sürdürmeye başladı.”
Nihayetinde de; “KKTC’nin İİT toplantılarına gözlemci statüsünde ‘Kıbrıs Türk Devleti’ ibaresi altında katılmaya başlamasının üzerinden 18 yıl”, “KKTC’nin ve Türkiye’nin ‘Egemen eşitlik temelinde iki devletli çözümü’ Kıbrıs politikamızın tek hedefi olarak ilân etmelerinin üzerinden ise 16 ay” geçtiğini hatırlatıp şu değerlendirmeyi yaptı:
“KKTC’nin İİT bünyesindeki statüsünün kendi adıyla yer alacak şekilde yükseltilmesinin ümit edildiği dönemde, İİT Bakanlar Konseyi’nde açıklanan İslamabad Deklarasyonu’nda Kıbrıs konusunda yer alan bir iki satırlık ifadelerdeki ‘Türk Müslüman Kıbrıslılar’ ve ‘Kıbrıs Türkleri” gibi kavramlar, İİT çerçevesinde davamıza olan sınırlı desteği, 2004’ün de gerisine götürmüştür. Bu sonucun, Kıbrıs davamızı, uluslararası planda yıllarca daima en ön safta desteklemiş, adeta sahiplenmiş olan Pakistan’ın ev sahipliğinde ortaya çıkması da ayrıca üzücüdür.”
Evet, Uluçevik çok haklı. Kıbrıs davamız adına hem çok üzücü hem çok acı bir tablo.
Sadece İİT platformunda değil; geçtiğimiz Kasım’da İstanbul’da yapılan Türk Devletleri Teşkilâtı (önceki adıyla Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi/Türk Keneşi) Devlet Başkanları Zirvesi’nden sonra yayımlanan 121 maddelik bildiride de sadece şu ifadeler yer almadı mı?
“Kıbrıs sorununda Ada’daki gerçekler temelinde adil, kalıcı, sürdürülebilir ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüme varılması gerektiğini vurguladıklarını; Temel ve eşit haklarını güvence altına alma arzusunu taşıyan Kıbrıs Türk halkıyla olan dayanışmalarını ifade ettiklerini ve Türkiye’nin, Kıbrıs Türk halkının Türk Devletleri Teşkilâtı’nın ilgili faaliyetlerine katılmaya davet edilmeleri talebini tanıdıklarını…”
Nedir buradaki sıkıntılar?
Birincisi; Türk Milleti’nin “Kıbrıs davası” anlayışının bir yana bırakılıp, emperyalizmin “Kıbrıs sorunu” söyleminin kullanılması… İkincisi; tüm müzakere süreçlerinde emperyalizm için yegâne “çözümün”, Kıbrıs’ın Rumlara teslim edilmesi olduğu ortaya çıktığı halde hâlâ “çözümden” söz edilmesi… Üçüncüsü de KKTC adının anılmayıp “Kıbrıs Türk halkı” denilmesi…
Sözümona ülkemize en yakın uluslararası örgütlerde durum bu iken, varın diğerlerindeki durumu siz tahmin edin!..
Ve Yunanistan İİT’na da El Attı
Bizdeki bu tabloya karşılık Yunanistan’ın yaptıklarını uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Türkiye ile ilgili tüm meselelerini, BM, ABD, AB hatta NATO davası haline getirmeyi başarmış durumda.
İşte deneyimli Diplomatımız Tugay Uluçevik’in İİT ile ilgili bu uyarıcı yazısı üzerinden, Yunanistan’ın şimdi de nereye el attığını aktarmak istiyoruz.
Dışişleri Bakanı Nikos Dendias 4 gün önce Mısır’da, mevkidaşı Samih Şukri ile görüştü. Türkiye Mısır’la bozuştuktan sonra bu ülkenin, sadece Yunanistan’la değil, Rum kesimiyle yakın ilişkileri malûm. Nitekim Dendias, Mısır Dışişleri Bakanı Şukri ile görüşmesinin ardından kelimesi kelimesine şu açıklamayı yaptı:
“Mısır’ın, Yunanistan’a İslâm İşbirliği Teşkilâtı çerçevesinde desteği için minnettarlığımı ifade ettim ve Yunanistan’ın, Türkiye’nin bu kuruluşta öne sürdüğü konuları, Türkiye’nin sunduğu karar taslaklarının ardındaki niyetleri açıkça sezebilen Mısır gibi dostane ülkelerle işbirliği halinde ele alabilecek bir Özel Temsilci atayacağında mutabık kaldık.”
Adamların cüretine ve geldikleri noktaya bakar mısınız?
Demek ki, aynen doğa gibi, dış politika da boşluk kabul etmiyormuş!..
Garantörlük Heyecanı
Şuraya geleceğiz:
6 ay öncesine kadar Ankara’yı Kabil Havaalanı’nı işletme heyecanı sarmıştı. Son durumu dün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şöyle duyurdu:
“Havalimanının işletilmesi konusunda, Türkiye-Katar ortaklığı ile kurulan şirket Taliban ile anlaşamadı. Taliban’ın sergilediği tavrı değiştirmesi gerekiyor. Eğer şartlarda anlaşırsak, işletiriz. Anlaşamazsak, ‘Kusura bakmayın.’ deriz. İnsani yardımı yaparız. Ama bu havalimanı, dünya ile bağlantı kopmaması için gerekli.”
Şimdiki heyecanımızın adı ise “Ukrayna garantörlüğü”!..
Bilindiği gibi Ukrayna, NATO’ya girmeme karşılığında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 7-8 ülkenin garantör olmasını istiyor.
Garantörlük için adı geçen ülkelerden İtalya’nın Başbakanı Mario Draghi dün, “Bu garantilerin tam içeriğini tanımlamak için henüz çok erken, Rusya ile Ukrayna arasındaki müzakerelerin sonucuna bağlı. Bunlar, müzakere edilen maddelerin uygulanmasını sağlayan garantiler olacak. Olumlu yönü, İtalya’nın Ukrayna ve Rusya’dan garantör olarak istenmesidir.” açıklamasını yaparken Erdoğan, “Biz, Ukrayna’nın güvenliğini teminen garantör ülkelerden biri olabiliriz, buna ilke olarak sıcak bakıyoruz.” sözleriyle adeta peşinen açık çek verdi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da şunları söyledi:
“Bu ülkeler, Ukrayna’ya yönelik bir tehdit oluştuğu zaman hangi adımlar atılacak? BM Güvenlik Konseyi mi devreye girecek? Barış Gücü mü olacak, hava sahası mı kapatılacak? Bu tür tehditleri engelleme konusunda birlikte çalışacak. Türkiye’de yorumlara bakıyoruz. ‘Türkiye hemen savaşın içine girecek, asker konuşlandıracak.’ bunlar söz konusu değil veya ‘Rusya’yla karşı karşıya gelecek.’ Rusya da bunun garantörü olacak… Bu aslında barışa giden yolda Ukrayna’nın ihtiyacı olan bir garanti. Böyle değerlendirmek lâzım.”
Çavuşoğlu, bunları nerede mi söyledi? Dün KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında.
Çavuşoğlu, yine Rumların “samimiyetsizliğinden” yakınıp, “Doğu Akdeniz’de Türkiye hem kendi kıta sahanlığındaki hakları hem de Ada’nın eşit ve ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin meşru hak ve çıkarlarını korumaya kararlıdır. Bunu sahada ve masada bugüne kadar göstermiştir. Bu kararlılık bugün aynen geçerlidir.” derken, KKTC Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu, BM’nin, Ada’daki Barış Gücü’nün görev süresini uzatırken, kendilerinin görüşünü almadığını vurgulayıp şunları anlattı:
“Çünkü BM’ye göre biz, Kıbrıs Cumhuriyeti denen, Rum devleti aslında, onun bir toplumuyuz… Kıbrıs Türkünün 63’ten 74’e kadar en kötü yılları, bütün Kıbrıs Türkünün tabi tutulduğu mezalim, toplu mezarlar, kaybolmalar, bütün bunlar Ada’da Barış Gücü adını taşıyan BM askerlerinin var olduğu yıllarda oldu.”
Bu detayları vurgulamamızın sebebi şu:
Malûm; Türkiye, 1959’daki Garanti ve İttifak Antlaşmalarından bu yana Yunanistan ve İngiltere’yle birlikte Kıbrıs’ın garantörü.
Peki bu konuda son 10 yılda hangi noktaya gelindi? Kıbrıs’a el koymaya kararlı Rum-Yunan ikilisi, sözkonusu anlaşmaların “çağdışı” olduğu iddiasıyla garantörlüğün kaldırılmasını ve Türk askerinin Ada’dan çıkmasını istiyor. İngiltere de garantörlükten çekilebileceği mesajları veriyor.
Sadece onlar mı? ABD ve AB, hatta bugün Ukrayna’da garantörlüğümüze sıcak baktığı söylenen Rusya dahi aynı görüşte.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un, Rum mevkidaşıyla Şubat 2019’daki görüşmesinde mevcut garantörlük sisteminin günümüzün gerçekleri ile bağdaşmadığını, bu sistemi “modası geçmiş” bulduğunu ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin mevcut uluslararası yasal statüsüne uymadığını, kendilerinin BM Güvenlik Konseyi’nin diğer üyeleriyle birlikte Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü bizzat garanti etmeye hazır olduklarını söylediğini hatırlatalım.
Keza Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova’nın sadece 5 ay önce Rusya’nın KKTC’yi, Türkiye’nin de Kırım’ı tanıyacağı iddialarını yalanlarken KKTC için “yasa dışı devletçik” ifadesini kullandığını; Ukrayna krizinin baş gösterdiği günlerde ise Türkiye arabuluculuk teklifine cevap beklerken, Bakan Lavrov’un Yunan mevkidaşıyla görüşmesinde, “Rusya, Yunanistan ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıkların çözümüne yardım etmeye hazır.” dediğini kaydedelim.
Ez cümle; Ankara’yı heyecanlandıran olası “Ukrayna garantörlüğü”nün siyasi ve askeri sonuçları bir yana, 60 yıldır Kıbrıs’taki garantörlüğümüzü hazmedemeyip bunu sonlandırmak için uğraşanlar Türkiye’yi garantör yapacak, öyle mi?.. Öyleyse, neyin karşılığında?!
Müyesser YILDIZ
1 Nisan 2022