Geçen hafta, cezaevinde beyin kanseri olan bir mahkûmun durumunu anlattık.
Bu mahkûm eski bir tuğgeneral. Üç kez ameliyet edildi; ama iyileşmek yerine durumu daha da ağırlaştı. Sonunda Adli Tıp’a gönderildi. Tetkikleri için yatırıldığı hastane koğuşunda ciğerlerini üşütüp iki kez entübe edildi.
Nihayetinde 1.5 aylık takibin sonunda Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, infazının 3 ay süreyle ertelenmesi yani 3 aylığına tahliye edilmesi yönünde oybirliğiyle görüş bildirdi.
Ancak sözkonusu mahkûmu ağırlaştırılmış mübbet hapis cezasına çarptıran mahkeme, evvela Terörle Mücadele Şubesi’ne yazı yazıp mahkûm hakkında “toplum araştırması” yapılmasını istedi.
Polisin 5 gün sonra gönderdiği cevapta; bu kişiye verilen cezalar sıralandıktan sonra “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün günümüzde hâlâ aktif olarak faaliyetlerini yürüttüğü” kaydedilip bundan dolayı “karar ve takdirin mahkeme tarafından verilmesinin daha uygun olacağı” bildirildi.
Sözkonusu cevabın ardından mahkeme dosyayı görüştü. Savcı da, “Adli Tıp’ın raporu doğrultusunda 3 ay süre ile cezasının infazının ertelenmesi” yönünde mütalaa sunduğu halde mahkemeden oy birliğiyle şu karar çıktı:
“İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğünce örgütün aktif olarak faaliyetlerini yürüttüğünün bildirilmesi üzerine maruz kaldığı ağır bir hastalık nedeniyle de olsa hüküm özlü sanığın adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmasının toplum güvenliği bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturacağı anlaşılmakla adı geçen sanık hakkında herhangi bir adli kontrol tedbiri uygulanmasına takdiren yer olmadığına ve hükmen tutukluluk halinin devamına…”
AYM: “İnfazın Tehiri Başlatıldığından”
Olayın bir de sözkonusu karara bir üst mahkeme nezdinde itiraz ve Anayasa Mahkemesi boyutu var; bugün onu aktaracağız.
Mahkûmun avukatı, Adli Tıp’taki tetkikler devam ederken, AYM’ye başvurup tedbir kararı alınmasını istemişti.
AYM’nin bu başvuruya cevabı, tam da mahkemenin Adli Tıp raporuna rağmen verdiği “tutukluluk halinin devamı” kararının tebliğ edildiği gün avukatın eline ulaştı.
Cevap özetle şöyleydi:
“Başvurucunun halen yoğun bakım ünitesinde takip ve tedavisinin sürdüğü görülmüştür. Ayrıca İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu Başkanlığının 12 Eylül 2022 tarihli raporunda başvurucunun hastane şartlarında takip ve tedavisine devam edilmesi gerektiğinden 3 ay süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğunun bildirildiği, bu doğrultuda cezanın infazının tehiri işlemlerinin başlatıldığı anlaşılmıştır. Söz konusu bilgiler ışığında başvurucunun hastanede tedavisinin sürdürüldüğü ve cezasının tehiri işlemlerinin başlatıldığı dikkate alındığında bu aşamada tutukluluk halinin sonlandırılması yönünde tedbir kararı verilmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.”
Ama belirttiğimiz gibi; mahkeme, infazın tehirine değil devamına karar vermişti.
Avukat, aynı gün hem bir üst mahkemeye itirazda bulundu hem de mahkeme kararıyla birlikte bir kez daha Anayasa Mahkemesi’ne başvurup tahliye edilmesi yönünde tedbir kararı verilmesini istedi.
AYM’ye yapılan başvuruda; “Sağlık durumunun ciddiyetinin tıbbi raporlarla sabit olmasına rağmen tahliye edilmemesinin, yaşam hakkının, kötü muamele yasağının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlâli” olduğu vurgulandı.
AYM: “Durumu Ağır Ama”
İlgili mahkemenin “tutukluluğa devam” kararıyla ilgili bir üst mahkemeye yapılan itirazın sonucu hakkında avukata herhangi bir bilgi ulaşmazken AYM’den cevap geldi.
Cevapta uzun uzun mahkûmun sağlık durumu, Adli Tıp süreci, Adli Tıp’tan çıkan karar ve polisten gelen cevabın ardından mahkemenin “tutukluluğa devam” demesi anlatılırken, şu bilgiye yer verildi:
“Anılan karara yapılan itiraz, ….. Ağır Ceza Mahkemesince 29 Eylül 2022 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.”
Böylece avukat, bir üst mahkemeye yaptığı itirazın sonucunu AYM’nin cevabından öğrenmiş oldu.
AYM’nin kararına dönelim.
Yine uzun uzun tedbir kararıyla ilgili Anayasa ve kanun maddelerinden söz edildikten sonra şöyle denildi:
“Başvurucu, tutulduğu koşulların ve uygulanan tedavinin yetersiz olduğunu iddia etmemiştir. Ayrıca başvurucunun sağlık durumuna uygun olarak sağlık hizmetlerine erişim imkanının sağlandığı ve tedavisine devam edildiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, başvurucunun hükmen tutukluluk halinin devam etmesinin yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğu söylenemez. Bu noktada Anayasa’nın hükümlü/tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için genel bir zorunluluk getirmediği hususu da tekrar edilmelidir. Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun tahliyesinin sağlanmasına yönelik tedbir talebinin bu aşamada reddine karar vermek gerekmiştir.”
Devamında ise şu tespitlere yer verildi:
“Buna karşılık başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi raporlar bir bütün halinde incelendiğinde, başvurucunun maruz kaldığı rahatsızlığın ağır bir hastalık niteliğinde olduğu, bu hastalığın zamanla ilerleyebileceği ve devam eden süreçte bir başkasının yardımı olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz bir duruma gelebileceği ihtimali gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenlerle başvurucunun yaşamının, maddi ve manevi bütünlüğünün korunması için hastalığının gerektirdiği sağlık hizmetinin sağlanması ve bu tedavinin devam etmesi önemlidir. Ayrıca mevcut sağlık durumu devam ettiği sürece sağlık durumuna uygun olarak sağlık kuruluşunda bulundurulmaya devam edilmesi gerekir.”
Çözüm Bulundu
Ardından da “nihai takdir yetkisi ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı, cezaevi yetkilileri, ilgili ağır ceza mahkemesi ve bölge adliye mahkemesine ait olmak üzere” şöyle bir çözüm önerildi:
“Başvurucu hakkında yoğun bir tıbbi tedavi sürecinin devam ettiği ve bu süreçte özellikle aile bireylerinin ilgi ve desteğine ihtiyaç duyduğu açıktır. Bu nedenle mevcut sağlık durumu devam ettiği sürece başvurucunun hastalığının gerektirdiği sağlık hizmetinin verilebileceği bir sağlık kuruluşunda tedavisinin devamının ve tedavi sürecinde tıbbi kurallara ve güvenlik koşullarına uygun olarak aile bireyleriyle görüşmesinin sağlanmasının ve aile bireyleri içinden refakatçi bulundurulmasına izin verilmesinin maddi ve manevi varlığının korunması bakımından gerekli olduğu kanaatine varılmıştır.”
Görüldüğü üzere “hukukta çare tükenmiyor”!..
Bu “yaratıcı” çözümün yorumunu objektif hukukçulara bırakıp Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Bütün Türkiye kamuoyuna” yaptığı bir duyuruyu hatırlatalım. Tutuklu ve hükümlülerin devlete emanet olduğunu vurgulayan Bozdağ’ın duyurusu şuydu:
“Şimdi önümüzdeki günlerde hasta tutuklu ve hükümlülerle ilgili yeni çalışmaları yapma kararı aldık. Çünkü bu düzenlemeleri, mevcut infaz kanunumuzda ve diğer yasalardaki düzenlemeleri acaba daha insani esaslara göre nasıl düzenleriz bunu Adalet Bakanlığı olarak çalışıyoruz. Cezaevinde hastalığı nedeniyle kalamayacak durumda olanlarla ilgili şimdi bir düzenlememiz var, ama bu düzenlemenin işleyişinde de sıkıntılar olduğunu çok yakından görüyoruz. O yüzden bu sıkıntıları tamamen kaldıracak, hiç olmazsa minimize edecek bir adımı atma konusunda da kararlıyız… Çalışıyoruz, çalışmalarımız nihayete erdiği zaman biz bunun detaylarını kamuoyuyla paylaşacağız ve bu adımın atılması konusunda hazırlıklarımızı TBMM, AK Parti Grubu, Cumhur İttifakı grubuna da taslak olarak aktaracağımızı ifade etmek isterim.”
Bozdağ’ın bu sözlerinin üzerinden tam 75 gün geçti; ama çalışmadan ses seda yok.
Meclis’in ilk gündemi ise sansür yasası oldu.
Demek ki, sadece medyaya değil tüm topluma sansür getirilmesi, “yaşam hakkından” daha önemli ve öncelikliymiş!..
Müyesser YILDIZ
5 Ekim 2022