İzmir’deki sözde “Askeri Casusluk” davasını biliyorsunuz. Belki bugün tutuklu son 15 sanık da tahliye edilecek.
Sözkonusu davada TSK dışında çeşitli kurum ve kuruluşlardan toplam bin 384 kişinin adı geçerken, sadece askerler tutuklandı veya sanık yapıldı. 9 general/amiral, onlarca kurmay subay, Kara, Hava, Deniz ve Jandarmadan pek çok Alay Komutanı, Boğaz ve Deniz Üs Komutanları, Komodorlar, Kurmay Başkanları, F-16 Filo Komutanları, Firkateyn Komutanları, Tabur Komutanları, Askeri Ataşeler, MİLGEM (Milli Gemi) ve Milli Torpido gibi çok önemli milli projelerde çalışan üst düzey askeri mühendisler, Yüksek Lisans ve Doktorasını yapmış akademisyenler, Hastane Başhekimleri, Tıp Doktorları, Profesörler, şizofreninin çaresini bulmuş ve bu konuda geliştirdiği ilaçla dünya çapında değer kazanmış bilim insanı gibi yüzlerce isim “fuhuş, casusluk” gibi yüz kızartıcı iddialarla suçlandı.
Dışişleri Bakanlığı, MİT, Merkez Bankası gibi kurumların hiçbirisi personelini Savcılara teslim etmezken, TSK bu kadar insanın tutuklanması ve yargılanmasını sineye çekti.
Bugün gazetelerde haberler var. Davadaki sözde delilleri inceleyen Genelkurmay’ın uzman heyeti, “gizli belge” denilenlerin, Harp Akademileri sınavlarına hazırlık dokümanı olduğunu bildirmiş.
Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Dr. Hâkim Albay Muharrem Köse imzasıyla, 9 Aralık 2013’te İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilen değerlendirme yazısında, sadece bu belgelerin askeri birlik dışına çıkarılması sebebiyle suç gerçekleşmiş olabileceği belirtilerek, bu durumda da yargılamanın Askeri Mahkemede yapılması gerektiği vurgulanmış.
Gel de Genelkurmay’a, “Daha önce neredeydiniz?” diye sorma.
Niye mi? 1.5 yıl öncesine dönelim.
-Savcılık’tan Genelkurmay’a: İncelemeniz Üstünkörü-
Dava başladığında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, sözkonusu belgeleri Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıklarına gönderip, “değerlendirme” istedi.
Genelkurmay Adli Müşavirliği (Yani bugün ‘onlar gizli belge değil, sınav dokümanı yazısını gönderen Dr. Muharrem Köse) ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı 21 Eylül 2012’de, diğer Kuvvet Komutanlıkları da 28 Eylül 2011’de yaptıkları “değerlendirmeleri” İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi.
Soruşturma Savcısı, bu değerlendirmelerde tutarsızlık ve çelişkiler olduğunu gördü, bunları da belirterek 31 Ekim 2012’de Genelkurmay’a yeni bir yazı gönderip, yeni bir değerlendirme yapılmasını istedi. Savcılığın yazısında şu tespitler vardı:
– İncelenen bilgi ve belge içeriklerinin ayrıntılı biçimde açıklanmadan sayfalarca tutan hususların 1-2 kelime ile özetlendiği…
– Sorulan bilgi ve belgelerin TSK’ne ait gerçek bilgi ve belgeler olup olmadığının belirlenmediği…
– Devlet sırrı niteliğindeki gizli bir bilginin güncellenmesi ile gizlilik değerinin kalkmasının farklı kavramlar olduğu, güncellenmiş de olsa gizli bilgilerin açıklanması ve temininin devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına zarar verebileceği veya tehlikeye sokabileceği gözetilmeden, birçok bilgi ve belge ile ilgili olarak salt güncellendiğinden bahisle gizlilik değerinin kalmadığı tespitinde bulunulduğu…
Savcılık, TSK’dan gelen cevapları resmen “üstünkörü” bulmuştu. Devamında şunları istedi:
“Bir uzman heyet tarafından daha önce gönderilmiş olan suça konu bilgi ve belgeler ile bu yazımızla birlikte gönderilen suça konu bilgi ve belgelerin ayrıntılı şekilde incelemeleri yaptırılarak:
Bu bilgi ve belgelerin;
1- İçeriklerinin ayrıntılı biçimde neleri kapsadığı, TSK’ya ait gerçek bilgi ve belgeler olup olmadığı, varsa orijinal belgeleri ile uyumlu bulunup bulunmadıkları,
2- TCK 327 ve 334. maddesi kapsamında; a) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgilerden olup olmadığı, b) Şüpheliler tarafından bu bilgilerin temin edilmesinin, Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeye koyup koymayacağı,
3- Bilgi ve belgelerin ait oldukları dönem, hazırlanma/düzenlenme tarihleri itibarıyla gizlilik derecesinin ne olduğu, güncellenme ile ilgili açıklamalarımız gözetilerek gizlilik değerlerinin kalkıp kalkmadığı, (örneğin askeri bir dergide yayımlanarak 3. kişilerin bilgisine sunulup sunulmadığı)
Hususlarında denetime imkân verecek ve gerekçeli biçimde hazırlanacak cevabın işin tutuklu olduğu da gözetilerek ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi talep ve rica olunur.”
-Genelkurmay’ın Büyük (!) Mazereti-
Peki Savcı’nın bu çabasına karşılık, Genelkurmay ne yaptı dersiniz; 6 gün sonra 6 Kasım 2012’de verdiği cevapta, “Söz konusu belgelerle ilgili detaylı inceleme çok uzun zaman alacak” dedi. Belgelerin gerçek ve güncelliği konusunda ast birliklerle yazışma yapılması gerektiğini bildirdi. Bunu ise neden yapamayacağını şu dehşet ifadeyle açıkladı:
“Birliklerde soruşturmada şüpheli olan tutuksuz TSK personeli bulunduğu, bu durumun da soruşturmanın gizliliğinin muhafazasına zarar verebileceği gerekçesiyle…”
Ve Genelkurmay, bu büyük(!) mazeretlerden sonra Savcılıktan yeni bir talimat istedi.
-İkinci Faraziye Rapor Vak’ası-
Genelkurmay böyle söyledikten sonra Savcılık ne yapmaz? Aynı gün Genelkurmay’a bir yazı gönderdi. Daha önceki tespit ve taleplerini bir yana bırakıp, “Sözkonusu belgelerin gerçek ve güncel oldukları ön kabulüyle değerlendirme yapılmasını” istedi.
Kısacası ikinci bir “faraziye rapor” vak’asının önü açıldı. Hatırlanacağı üzere, Balyoz davasında 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı da Mehmet Baransu’nun bavulundan çıkan belgelerin “gerçek” olduğu varsayımına dayanılarak bir bilirkişi raporu hazırlattı. Bilirkişinin, “Belgeler gerçekse, bu bir darbe planıdır” demesi üzerine, dava tümüyle bu rapor dikkate alınarak görüldü ve yüzlerce asker tutuklanıp, mahkum edildi.
Sonra? İzmir Savcılığı’nın “faraziye” rapor talebi üzerine Genelkurmay Adli Müşavirliği koordinatörlüğünde 10 kişilik bir heyet oluşturuldu.
Heyette, Savcılığın yetersiz bulduğu birinci değerlendirmeyi yapan kişiler tekrar görevlendirildi.
Ve bu heyet, sayısı 800’ü geçen, toplamda on binlerce sayfayı bulan belgeleri, sadece 6 günde inceledi. 12 Kasım 2012’de de İzmir Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi.
Sanıkların iddiasına göre, Genelkurmay’da yapılan inceleme yine detaylı değil, daha önceki değerlendirmenin benzeri sadece sözde belgelerin adları okunmak suretiyle yapılmıştı. Dahası incelemeyi yapanlar, belgelerde anlatılan konuların uzmanı değildi.
Genelkurmay’ın o yazısından sonra ne mi oldu? Son sözü sanıklara bırakalım:
“Böylelikle gerçekte niteliği TCK-334/1-2 veya TCK-327/1-2 olmadığı, bir kısım sözde belgeler TSK ve yeryüzünde hiç olmadığı halde karşılarına hiçbir gerekçe yazılmadan, TCK-334/1-2 veya TCK-327/1-2 yazılarak, yüzlerce TSK personelin hakkında kamu davası açılmasına ve müebbete kadar çok ağır cezalar ile haksız yere yargılanmalarına neden olunmuştur. Hukuka aykırı yoldan elde edilen dijital verilerle ilgili hatalı değerlendirmeler Genelkurmay Başkanlığından geldikten sonra, soruşturmanın açılmasına ve 2 yıl boyunca yapılan teknik ve fiziki takibe gerekçe olarak gösterilen, ‘fuhuş, insan ticareti ve şantaj’ gibi suçları daha önce de işlemiş olan sivil şahıslar, dava dosyası kapsamı dışında bırakılırken, hedefteki TSK personeli Cumhuriyet Savcısı Zafer Kılınç tarafından hazırlanmış olan iddianame ile sanık yapılmıştır.”
1,5 yıl önce bu raporları verip, personelini tutuklatan Genelkurmay, şimdi “Onlar casusluk değil sınav notları” diyor. Alkışlayalım mı?
Hep söylüyorum; Genelkurmay’ın dışarıda düşman aramasına gerek yok… Yok da acaba iğneyi ne zaman kendisine batırıp, insanların tutuklanmasına yol açan o çelişkili, üstünkörü, faraziye raporları hazırlayan ve hazırlatanlardan hesap soracak?
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
11 Nisan 2014
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/bu-saatten-sonra-babam-da-savunur-1104141200.html