İçeriğe geç

Referandumda “Casus Belli” Mi

İktidar yurt içinde önüne gelene öfke, yurt dışında ulufe dağıtıyor!..

PKK-Barzani cephesindeki “dağıtımlar” gözlerimizin önünde cereyan ettiğinden, bunları geçiyoruz…

Rusya’ya kemiksiz nükleer santral hediye ettik. Karşılığında Medvedev Erivan’a gidip, sözde soykırım anıtına çelenk koydu, ateş yaktı!..

Güya Yunanistan’la “dostluk”, İsrail’le “kavga” halindeyiz… İkisi bir olmuş, Davutoğlu’nun gücümüzü anlata anlata bitiremediği Balkanlar’a yayılıyor… Erdoğan’ın Mayıs’ta kucaklaştığı Yunan Başbakanı Papandreu geçenlerde İsrail Başbakanı Netenyahu’yu ağırladı. İkili, Türkiye’ye “nanik” yaparcasına, İsrail savaş uçakları için Ege’den uçuş iznini, Atina-Tel Aviv arasındaki askeri ve güvenlik işbirliğinin geliştirilmesini konuştu. Tel Aviv’in Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan açılımına, yine Davutoğlu’nun daha dün Boşnakları kestiği halde “ortak vizyonu sağladık” diye övündüğü Sırplar da eklendi. İsrail’e giden Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti’nin Başkanı Dodik, Türkiye’yi şikayet etti.

Mavi Marmara krizinin yaşandığı, bizimkilerin en üst perdeden ateş püskürdüğü günlerde, İsrail’in OECD üyeliğini veto etmemiştik ya… İşte İsrail hükümeti birkaç gün önce OECD üyeliğini resmen onayladı. Yarın İsrail, OECD’nin “terörün finansmanı ile mücadele” kararı kapsamında (iktidar ilgili kanun tasarısını hazırladı) İHH’nın terör örgütü sayılmasını istediğinde bakalım ne olacak?

Bir diğer “ulufe”; Sümela Manastırı’nı ibadete açtık. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Pontuslular Rum değil” buyurdu. Acaba Yunan Parlamentosu 19 Mayıs’ı niye “Pontus soykırım günü” ilan etti ve dahi bu “barış” çağında her yere sözde soykırım anıtları dikti, meseleyi AB’ye taşıdı ki?!.. Aman, bunların ne önemi var; AB’den sorumlu Bakanımız Egemen Bağış, “Bartholomeos benim seçmenim” dememiş miydi? Tabii, onu da memnun etmek gerekiyor!.. Türklere soykırım planlarının merkezi Akdamar Kilisesi’nin ibadete açılması ve tepesine haç dikilmesi çok yakın, referandumdan bir hafta sonra o iş de tamam. (Baş AB’ci yazar Cengiz Aktar’ın, Akdamar’a, ‘Akhtamar’ dediği, Sümela ve artık Anadolu’nun pek çok kendinde gerçekleşen kilise restorasyonu sayesinde yapılabilen ayinlerdeki duaların, keza mübarek Ramazan’da edilen duaların tüm vicdansızların ıslahına temennisinde bulunduğu duyurulur)

Ve gündeme bomba gibi düşen son “ulufe”; Erdoğan ve Davutoğlu’nun Dışişleri, “kırmızı kitap”ı yeniden yazıyormuş. Bu kapsamda, Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını “casus belli-savaş sebebi” saymaktan vazgeçiyormuşuz. Sadece Aslı Aydıntaşbaş değil, Erdoğan’ın damadının yönetimindeki Sabah Gazetesi de bunu yazdığına göre, itibar etmekten başka çaremiz yok.

Bu “açılım”ın önünü-arkasını ele almadan önce Davutoğlu ile pek yakın olup, boy boy poz veren etkili-yetkili Gazetecilerden Aslı Aydıntaşbaş’ın meselelere hakimiyetine(!) dokunduralım. Milliyet’in manşetten verdiği haberinde Aydıntaşbaş, kesin bir dille Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde 2005’te yapılan revizyonda, “casus belli”nin çıkarıldığını, bu defa yeni “adımlara” yer verileceğini yazıyor. Sabah Gazetesi’ndeki haberde ise tam tersi bilgi var. Biz en iyisi AB’nin 2009 Türkiye İlerleme Raporu’na bakalım. Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı tercümenin 32. sayfasında deniyor ki;

“Yunan karasularının genişletilmesi ihtimali karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1995 yılında alınan ‘casus belli’ kararıyla ilgili tehdit geçerliliğini korumaktadır.”

Demek ki, bu karar yerinde duruyor. Durması de gerekiyor. Çünkü bu bir TBMM kararı. 8 Haziran 1995 tarihli bu kararın ortadan kaldırılması için de yeni bir Meclis kararı gerekiyor. Haa, “Meclis iradesine ipotek koydurmam” diyenler, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa paketinden bazı cümleleri çıkarıp, kanunu yeniden yazmasına ses çıkarmadı, hatta sevinmedi mi? Pekala “casus belli”de de Erdoğan ve Davutoğlu’nun “iradesi” TBMM’nin yerine konabilir, ne engel var ki?!..

AKP’nin “Casus Belli” Dansı

AKP’nin “casus belli” dansı yeni değil. ABD ve AB yıllardır bunun kaldırılmasını istiyordu, sadece AKP iktidarıyla birlikte gaza bastılar.

Sene 2003, dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı, bugünün Başbakanı Papandreu Türkiye’ye gelir. O zamanlar Başbakan Gül’dür, ama AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmeyi de ihmal etmez ve ondan direkt şunu ister: “AKP’nin çoğunluğu oluşturduğu yeni TBMM, casus belli kararını yeniden değerlendirsin…”.Erdoğan cevap verir; “Konuyu TBMM Başkanı Bülent Arınç’a ileteceğim…”

Bu mesele Yunanistan için o kadar önemlidir ki, o günlerde Arınç, Yunan Meclis Başkanını Türkiye’ye davet ettiğinde, “Casus Belli’yi kaldırın, geleyim” karşılığını alır. Mevkidaşı gelmeyince, Arınç da çok istediği halde bir türlü Yunanistan’a gidemez!..

AB müzakerelerinin başlaması, 22 Temmuz seçimleri öncesi gibi kritik dönemlerde “casus belli” hep gündeme geldi, her defasında “Kırmızı Kitap”ın değişeceği duyuruldu.

İşte şimdi de referandum üzeri konuşuyoruz. Stelyo Berberakis’in bildirdiğine göre, Erdoğan’ın karnesini çıkartan Yunan diplomatları, “2011 seçimlerini dikkate alarak, milliyetçilik söylemlerine başladığı” notunu vermiş. Bu nasıl “milliyetçilik söylemleri” ise?!.. Yunan’a güven olmaz arkadaş; bir zamanlar Erdoğan’ın, AB yolunda atması gereken adımları hatırlatan o zamanki Başbakan “dostu Kostas”a, “Bize baskı yapıyorlar, küfür ediyorlar, ülkeyi sattığımızı söylüyorlar” dediğini de iddia etmişlerdi!..

ABD’nin Etkisi

AB ve Yunanistan’a “jest” tamam da işi asıl hızlandıran galiba yine ABD… Geçen yıl bu zamanlar Yunan cephesinden, “Washington’un Ege’de gerginliğin aşılması için 2 sayfalık gizli bir belge hazırladığı” haberleri geldi.Buna göre ABD,gerginliğin aşılması amacıyla Ege’de statünün düzenlenmesine yönelik anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesini öneriyordu. Dahası, “Türkiye’nin de sistemli bir şekilde Ege’nin statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalarını (1923 Lozan, 1932 Türk-İtalyan ve 1947 Paris) değiştirmeyi amaçladığını defalarca bildirdiği” öne sürülüyordu.

Bu gelişmeden 3 ay sonra, 6 Kasım’da Başbakan Erdoğan’ın, Yunanistan’ın yeni Başbakanı Papandreu’ya gönderdiği 3 sayfalık “komşularla sıfır problem” mektubundan haberdar olduk. Oysa mektup, 30 Ekim’de gönderilmişti. Ne tesadüf ABD de 30 Ekim’de, Başbakan Erdoğan’ın 7 Aralık’ta ABD’ye ziyaret edeceğini duyurdu!.. “Mektup yazıldı, randevu çıktı” demek istemiyoruz, haşa!..

Ama medyamız bu mektup üzerine “Ege’de barış rüzgarları” estirirken, Yunan hükümet Sözcüsü Yorgo Petalotis’in yaptığı açıklamayı hatırlatalım ki, neler olduğu daha iyi anlaşılsın. “Hükümet, tüm dış politika konularında Yunanistan’ın çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Herkes istediği şeyi arzu edebilir, ancak Yunan hükümeti kararlı bir biçimde attığı adımlarla kendi dış politikasını yürütüyor… Tabii ki ön koşullar olmadan, Türkiye ile hiçbir diyalog olmaz” dedi.

Acaba o “ön koşullar” karşılandığı için mi Erdoğan, Mayıs’ta Yunanistan’a gitti ve yıl sonunda MGK’ya sunulacağı söylenen “casus belli açılımı”nın duyurusu bugünden yapıldı?

Ege’de Boğulan Stratejik Derinlik

Ege’nin Türkiye için önemi, “casus belli”nin anlamı ne? Bunu biz değil, Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” konsepti cevaplandırsın. Davutoğlu, o meşhur kitabında şunları anlatmıştı:

“Ege’den soyutlanmış ve Kıbrıs Rum kesimi ile güneyden çevrilmiş bir Türkiye’nin dünyaya açılma kapıları önemli ölçüde sınırlanmış demektir…”

“Siyasi bölüşümün uluslararası antlaşmalarla Yunanistan lehine belirlenmiş olması, kıta sahanlığı, kara suları, hava sahası ve FIR hattı, komuta ve kontrol alanları ve adaların silahlandırılması gibi sorunlara beşiklik etmektedir. Yunan adalarının önemli bir kısmının Anadolu’ya yönelik askeri harekatlarda birer atlama taşı olarak kullanılabilecek kadar yakın olması ve Türkiye’nin Marmara Denizi’nden Akdeniz’e geçişini sağlayan su koridorlarının bu adalar tarafından sarılmış bulunması, Türkiye tarafından çok ciddi bir güvenlik açmazı olarak değerlendirilirken, Yunanistan adalara sahip olmaktan kaynaklanan avantajını, Ege su havzasının tümüne şamil etmeye yönelik bir stratejik çaba içinde olagelmiştir…”

“Türkiye’nin de desteklediği 6 millik karasuları esasına göre şekillenen cari statükoya göre bile, Ege Denizi’nin sadece yüzde 8.8’i Türkiye’nin hakimiyetindedir. Yunanistan’ın beğenmediği bu statükodaki payı ise yüzde 35’i bulurken, Ege’nin yüzde 56.2’lik kısmı açık denizdir. 12 millik uygulamaya geçilmesi halinde ise Türkiye, fiilen Yunanistan’ın izni olmadan Ege’ye çıkamaz hale gelecektir. Bu durumda açık denizler Ege’nin yüzde 26’sına gerilerken, Yunanistan’ın hakimiyet alanı yüzde 63.9’a çıkacak ve Ege, Yunanistan’ın bir iç denizi halini alacaktır…”

“Türkiye daha önce yapılan ciddi diplomatik ihmallerle Ege’de gerilenebilecek en son noktaya gelmiş bulunmaktadır. Bundan sonra verilecek her taviz, Türkiye’nin Ege’deki, dolayısıyla Akdeniz-Karadeniz bağlantısındaki hayat alanının yol olması neticesine kadar gidecek vahim sonuçlar doğurabilir…”

Yok, bu referandum yapılabilemez; ÇÜNKÜ

1- ANLAŞILAN BASKILAR, TEHDİTLER, 2. CUMHURİYETÇİLER, SİYASAL İSLAMCILAR VE AB’NİN AÇIK DESTEĞİ YETMİYOR Kİ, ÜLKEMİZ ÜZERİNDE HESABI OLAN TÜM ÜLKELERİN TEK TEK DESTEĞİ DEVREYE SOKULUYOR…

2- ANLAŞILAN 12 EYLÜL’DE SADECE “KÜRDİSTAN’A GEÇİT”, “DİKTATÖRLÜĞE GEÇİŞ” DEĞİL, YUNANİSTAN’IN İZMİR’E BU DEFA ELİNİ KOLUNU SALLAYARAK GELMESİ VE DAHİ EGE ORDUSU’NUN LAĞVI DA OYLANACAK!..

Müyesser YILDIZ
23 Ağustos 2010

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html

Odatv yeni link: https://www.odatv4.com/makale/referandumda-casus-belli-mi-2308101200-12078

Kategori:Uncategorized