1940’lı yıllar, Yunanistan’da diktatörlükler, cuntalar, darbeler tarihinin başlangıcıdır.
Denir ki, “Bu darbeler tarihinde önce istihbarat teşkilatı sonrasında CIA etkili olmuştur”… Ve yine denir ki, “Bu kurumlar, her zaman kendilerine bağlı bir yönetici sınıfa dayanarak, emperyalist çıkarlarını korumayı bilmiştir”!..
Bizim “emperyalist çıkarlara” hizmetimizin başlangıcı da hemen hemen aynı dönemlerdir. Sanki bir hat veya tahterevalli kurulmuş. Batıda Yunanistan, ortada Türkiye, doğuda İran şeklinde… Bu ülkeler birbirine endeksli bir aşağı iniyor, bir yukarı çıkarılarak tahterevalli oyunu sürdürülüyor. Kesintisiz “oynanan” ve kaybeden ya da “kazandıran” ise hep Türkiye adeta.
1944’te Yunanlılar içte-dışta direnişe geçer. Direnişlerin başını da “milli ordu” olunmasını savunan ordu mensupları çeker. Anlatılanlara göre, en az 10 bin Yunan savaşçısı İngilizlerin sıkı gözetimi altında Libya ve Eritre’deki toplama kamplarında enterne edilir. Neden mi? Çünkü Yunan ordusunun, bir kurtuluş ordusu değil, emperyalizme bağlı bir Yunanistan jandarması olması istenmektedir!..
Çok şükür bizde böyle şeyler yaşanmadı, yaşanmıyor (!) … Değil mi?..
“Biz” demişken, bize gelelim; Malum; anlayıştan, amblemlere ne varsa 1923 öncesine dönme modası esiyor siyaset podyumlarında. Her şey “domino” misali, bir bir yıkılıyor!.. Daha ne “yıkılır” veya “dönüştürülür” onların da hesabı aralıksız yapılıyor.
3 Mart 1924 tarihimizde önemli bir gündür. Aynı gün hilafetle birlikte Şeriye, Vakıflar ve Genelkurmay Bakanlıkları kaldırılır. Bunların yerine Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulur. Eğitimde birlik için Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100. Kuruluş yıldönümüne 12 yıl kala ne durumdayız; Yeni Osmanlıcılık kapsamında hilâfetin canlandırılması ciddi ciddi konuşuluyor… Vakıflar Kanunu Allah’a emanet!.. Hem içerden hem dışardan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması açıkça isteniyor… Özel okullar, vakıf okulları, dershaneler, azınlık okulları, Kürtçe kurslar, enstitüler vs. ile eğitimde birlik yerlerde sürünüyor.
Kala kala Genelkurmay Başkanlığı kalmış gibi görünüyor!..
1924’ten önce Genelkurmay’ın bakanlık olduğunu belirtmiştik. Son Genelkurmay Bakanı da İstanbul milletvekili Fevzi Çakmak Paşa idi.
Yine içeriden ve dışarıdan birilerinin, TSK için gönlünden geçen neler var?
Kimi “ihraç ürünü” olmasını,
Kimi “lağvedilmesi” ni,
Kimi ülkenin iç değil, sadece dış güvenliğine bakmasını istiyor.
Bu kesimlerin tamamının ortak talebi ise Genelkurmay’ın, Başbakanlığa değil, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması!..
Her şeyde 1923 öncesine dönülüyor dedik ya, galiba bu hedef, TSK için de kademeli şekilde gerçekleştirilecek. Nasıl mı? Önce Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanır. Milli Savunma Bakanlığı’na da bakan yardımcısı atanır. Milli Savunma Bakan Yardımcısının, Genelkurmay’la ilişki seviyesi ne olur ki?..
“Demokratikleşme” adına bu tabloya da alışır mıyız; Evvel Allah! Ondan sonra ister misiniz “yeni bakanlıklar ihdası” kapsamında, aynen 1924 öncesi gibi Genelkurmay Bakanlığı kurulsun ve öyle asker, masker olması şartı da aranmaksızın herhangi bir milletvekili Bakan yapılsın!..
İşte bu da benim “TSK’dan kurtuluş” formülüm!..
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
23 Haziran 2011