4 yıldır varlığı tespit edilemediği halde yüzlerce insanın cezaevlerinde kontrol altına alınmasını sağlayan “ETÖ” için ilk gün ne düşünüyordumsa, bugün de aynı kanaatteyim.
Washington-Brüksel (NATO’yu kastediyorum) merkezli “global gladyo”, Türkiye’deki faaliyetlerini aralıksız sürdürdüğü gibi ülkemizi kendisine ana üs de yaptı. Bu arada hem geçmişteki tüm pisliklerini üzerine yıkmak hem de Türkiye’nin ve bölgenin dönüştürülmesine direnme ihtimali olanları bertaraf etmek üzere Ergenekon’u yarattı. Böylece sadece dünün değil yarının da faturalarının gönderileceği bir adres bulundu.
“Ergenekon” uzmanı gazeteci ve AKP milletvekili Şamil Tayyar’ın son kitabı Kürt Ergenekonu’nu okuyordum. “Ergenekon” efsanesinin hayata geçirildiği dönem ABD Dışişleri Bakanı olan Condoleezza Rice’ın da “En Yüksek Onur” isimli bir kitap yazdığı haberini gördüm. Sağolsun Vatan’ın Washington Temsilcisi İlhan Tanır, Türkiye ile ilgili bölümlerini hemen bizlere duyurdu.
Condi’nin, Aktütün saldırısı sırasında Türkiye-ABD arasında yaşananlarla ilgili anlattıkları ilgimi çekti. Meselâ, bu son PKK saldırısı sonrası “Türkiye’nin kontrol altına alınıp, alınmayacağından” emin olmadığını söylüyor. Ankara’yı yatıştırmak gerektiğine inanan Rice, Erdoğan’a “Kuzey Irak işgâli izni”ni neden vermek istemediğini de vurguluyor. “Stratejik Müttefikimizin” diline bakar mısınız? Türkiye’yi “kontrol”den, uluslararası bir hak olan sınır ötesi operasyondan da “işgal” diye söz ediyor.
Condi’nin kilit cümlesi ise şu :
“Erdoğan ve Gül ile görüşmelerimizde, Türklerin şiddet istemediğini; ama kamuoyu tepkisiyle buna zorlandıklarını gördüm. Onlar söylemese de Türk Ordusu’nun çatışmayı istediğini anladım.”
“Şiddet” dediği, PKK ile mücadele ve sınır ötesi operasyon yapmamız. Condi’ye göre, Erdoğan ve Gül işte bunu istemiyor, kamuoyu baskısı yüzünden “istiyormuş” gibi yapıyor. TSK ise istekli!..
Condi söylemese de TSK’nın tutumundan rahatsız oldukları belli.
Şimdi buradan Şamil Tayyar’ın kitabına geçebiliriz:
PKK’yı MİT’in kurduğunu, koruyup-kolladığını; ama sonra uluslararası güçlere kaptırdığını anlatıyor. Güzel… İyi de keşke bu “Ergenekon” sürecinde neden tek bir MİT’çiden hesap sorulmadığını, PKK’ya en yakın isimlerden Mehmet Eymür’ün “Ergenekon” sürecine neden bu kadar destek verdiğini de sorgulasaydı!..
Başta ABD ve İsrail, Türkiye ve bölge ile hesabı olan tüm ülkelerin ciğerimize nasıl el attığını anlatıyor da halâ ABD ile nasıl bu kadar can ciğer olduğumuzun cevabını aramıyor!..
28 Şubat sürecinin tamamen ABD talimatı ile hayata geçirildiğini belgeleriyle ortaya koyuyor da o 28 Şubat’ı uygulayanların niçin “Ergenekon”a dahil edilmediğinin izahını yapmıyor!..
Ve tüm yaşananların “global Ergenekon”un eseri olduğunu söylüyor. Acaba neden buna “global gladyo” demekten kaçınıyor? Sebep “Gladyo”nun faaliyetlerine son verildiği yalanının ortaya çıkması ve “Ergenekon” efsanesinin çökmesinden duyulan endişe olabilir mi?
Bu tespitlerden sonra Condi ile Şamil’in kesiştiği kavşağa gidip “darbe” söylentileri ile Ergenekon operasyonlarının kaynağına inelim.
Condi’nin, TSK’nın PKK ile mücadelesinden duyduğu rahatsızlığı aktarmıştık. Şamil Tayyar’ın kitabında da bakın ne anlatılıyor: Yıl 1992, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’dir. 50 bin askerimizin katıldığı sınır ötesi operasyon yapılır. Operasyonda ikili oynayan ABD’nin, PKK’lılara yardım ettiği görülür. Doğan Güreş de bunu şöyle anlatır:
“Biz harekatı sürdürürken ABD helikopterlerinin PKK’lılara yardım ettiği ihbarı geldi. Bir tanesini yakaladık. Geceleyin Cudi’ye yardım atarken, Cudi’ye ( PKK’lıların olduğu yere ) gidiyorum derken, berisindeki bir Türk köyünün yakınına atıyor yardımı.”
İşte bu da Şamil Tayyar’ın tespiti:
“İlginçtir, Amerika’nın PKK yardımı ortaya çıkarılınca, Kuzey Irak harekatından sonra basında sürpriz bir şekilde (Türkiye’de darbe olacağı) söylentisi yayılmaya başlandı. Söylentinin dayanağı ise meçhul bir CIA raporuydu. Suçüstü yakalanan Amerika, Türkiye’de asker-sivil tartışması yaratarak PKK yardımını örtbas etmek istiyordu.”
2000’li yılların başında bitmiş PKK terörünün, “Sunî teneffüslerle” azdırılması,
Tamamen “siyasallaştırılıp”, neredeyse resmi muhatap konumuna yükseltilmesi,
Eş zamanlı olarak;
“Hükümete darbe” iddialarının ortaya atılıp hep de ölümüne PKK’ya karşı mücadele edenler ile Türkiye’nin üniter-milli yapısına sahip çıkanların Ergenekon’a hapsedilmesi,
Ve,
Çukurca katliamından sonra sınır ötesine geçmediğimize adeta “yemin billah” eden bir TSK’mız olması.
Nelerin örtbas edilmek istendiği belli de, acaba bunların dışında daha neler örtbas ediliyor?
* * *
“Kürdistan”ın müstakbel lideri Necirvan Barzani’den sonra Mesut Barzani’yi de ağırlaycağız. Hem de daha daveti yaptığımız günlerde Hukuk Dairesi Başkanı Ali Piştovan, PKK’yı terör örgütü olarak görmediklerini açıklayıp: “Türk hükümeti cezaevlerindeki PKK partizanlarını serbest bırakarak PKK ile görüşmelere başlamalı.” dediği halde!.. Nelerin görüşüleceği aşağı yukarı belli yani.
Medyamız artık tamamen iktidarı koruma-kollama görevini üstlenip, “durumdan vazife çıkarır” oldu ya; sadece KDP başkan yardımcısı olan Necirvan Barzani ile anlaşma bile yaptırdı bize. TSK sınır ötesine geçilmediğini açıkladığı halde bu anlaşmaya göre “TSK Irak’ın kuzeyinde temizlediği kampları, bölgeleri peşmergelere teslim edecek”miş!..
Böyle bir anlaşma var veya yok (ya da “niyet” beyanından ibaret); konuyla ilgili olarak yine Şamil Tayyar’a müracaat edelim isterseniz. 1992’deki o büyük kara harekatı başarıyla sonuçlanır, PKK’nın birçok kampı temizlenir. Sonrasını Tayyar’ın kaleminden okuyalım:
“Türkiye, sınır güvenliğinin sağlanması için Barzani ve Talabani ile anlaşarak sınırda inşa edeceği karakollara peşmergeleri yerleştirmeyi planladı; ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu proje peşmergelerin karakollardan kaçması ve kendilerine verilen silahları PKK’ya satması ile suya düştü.”
Birileri bizimle fena halde dalga geçiyor; ama kim?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
31 Ekim 2011