Başbakan Erdoğan ameliyatından sonra ilk kez evinden çıktığında Dolmabahçe Sarayı’na, pardon ofisine, gitti. Anlaşılan Doha’daki Medeniyetler İttifakı toplantısına gönderilecek görüntülü mesajın çekimi yapıldı. Fonda Türk bayrağı, bir de ne olduğu anlaşılamayan siluet-çizim gibi bir şeyler vardı. Uzun süredir ne Gül’ün ne de Erdoğan’ın halka sesleniş görüntülerinde Atatürk portresinin yer aldığını farkettim. Oysa ilk zamanlarda Atatürk de, Anıtkabir de vardı. Arap aleminin hedeflendiği bir mesajda Atatürk’ün olmaması gayet normaldi. Arapların Milli Mücadele’ye Mustafa Kemal’in ‘cumhuriyetçi’ niyetleri sebebiyle destek vermediğini, emperyalistlerin yanında yer aldığını bilenler için tabii!..
Dolmabahçe’den seslendi… “Türkiye” demekle yetinmedi, İstanbul’dan selamladığını vurguladı Erdoğan… İstanbul ve Dolmabahçe’nin Arap alemi için malum anlamı kaldıysa, cemaatle ilişkilerin gerildiği o günlerde bu semboller daha bir dikkatimi çekti nedense…
* * * *
Başbakan Erdoğan aynı gün Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaretinden önce Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i kabul etmişti.
Ve ilk mesai günü, virgülüne bile dokunulmadan aynen çıkan şike yasası Gül tarafından onaylanmadan 8 tahliye kararı çıktı. Mahkemenin henüz yürürlüğe girmemiş yasayı esas alması önemliydi. Bu tesadüfler zincirinde bir gol atıldı; ama kimin kalesine girdi göremedim!.. Çünkü o sırada şunu düşünüyordum:
“Futbol Ergenekonu’nda yanıltıldığını gören Erdoğan, (Ergenekon Terör Örgütü) iddiasında da yanıltılmış olabileceğini hiç aklına getirmiş midir acaba?..”
Getirmemiş olmalı ki, Adalet Bakanı Ergin, tecavüzcülerle, askeri öldürenlerle bizleri bir kefeye koyabildi. Eğer bu devlet bu ayrımı yapamıyorsa resmen iflas etmiştir; fazla söze gerek yok. Geriye bize de şu seçenek kalıyor: tecavüz edecek birini bulursak tecavüz edelim, öldürecek asker-polis aramaya çıkalım!..
* * * *
Tahliyelerin arkası gelecek ama, üzülmeyin… Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın son günlerde yaptıkları açıklamalardan şu sonucu çıkardım:
KCK’dan Büşra Ersanlı ile Ragıp Zarakol, ETÖ’den Nedim Şener ve Ahmet Şık tahliye edilecek!.. Siz sağ ben selamet!..
Hafta sonları avukatların dahi bizleri ziyaret etmesi imkansız gibi bir şeydir. Ama Türkiye-AB Karma Parlamento Eşbaşkanı Helena Flautre Cumartesi günü Prof. Büşra Ersanlı’yı ziyaret etmiş. Üstelik de görüşme cezaevi kütüphanesinde ve yüz yüze yapılmış. Ne şanslı insanlar var!..
* * * *
Bu ülkede fuhuş neredeyse resmileşmedi mi? Zina serbest bırakılmadı mı?
Cübbeli Ahmet Hoca’nın bile ‘çete’den içeri tıkılmasından söz ediyorum. Onu bile ‘şantaj’ kasetleri konusunda çeteye muhtaç edenlerin hiç mi suçu yok acaba?
Ama asıl sorum şu: İsmailağa Cemaati Fener-Rum Patrikhanesi’nin yayılmasına açıktan cephe almasa, seçimlerde MHP’yi destekleyeceğini açıklamasa bunlar olur muydu?
‘Koalisyon ortağı’ iken: “Olduk.” diyerek Erdoğan’la bile güç ‘paylaşımı’ savaşına girenlerin Süleymancılar’ı, Menzil’i, Albayraklar’ı rahat bırakacağı mı sanılıyor? Bakalım Cübbeli’den sonra başka hangi ‘kazalar’ yaşanacak?!..
* * * *
Ne Öcalan ne de Hasan Cemal’e rağmen vazgeçebildim. Ama, lâkin, fakat yeni YÖK Başkanı’nın özelliklerini görünce 40 yıllık takımım Galatasaray’ı bırakıp Fenerbahçeli oldum. Oğlum İlim başta, tüm dostlarla, düşmanlara duyurulur!..
YÖK ve Fenerbahçe ne alâka mı? Fethedilemeyeceği kesinleşen tek ‘cumhuriyet’ olduğu anlaşıldığından. Bir de bizim Bakkal Ali kaldı. Acaba onun yerine kim gelecek?
* * * *
Doğu ve Güneydoğu’daki Mele-mollalar kadroya alınacakmış. Bir sorum bir de önerim var.
PKK’nın Kürdistan İslam Topluluğu’nun başındaki Mele Şâfi de kadroya alınacak mı?
Türkiye Bilimler Akademisi üyelerini iktidar atayacak ya; bu mollalar diyanet kadrosuna alındıktan sonra yatay geçişle TÜBA’ya aktarılsa diyorum. İşte o zaman gönül rahatlığıyla “ulemaya danışılır”… Ama öncesinde ABD’ye hizmet içi eğitime gönderilmelerinde fayda mülahaza ediyorum, arz olunur!..
* * * *
Vicdanlı duruşu sebebiyle Zaman grubunda giderek suyunun ısındığını hissettiğim Ali Bulaç 12 Kasım’da şunu yazdı:
“21. Yüzyıl’da dernekler, hareketler ve kuruluşlar; hükümetleri, bakanları, sözde demokratik olan karar alma mekanizmalarını muhasara altına alıp kendi görüşlerini empoze ederler; devletin resmi görüşü yerine sivil görüşü resmileştirirler…(Devlet)in yerini (sivil resmi görüş) alınca hiçbir şey değişmiyor.”
Bulaç’ın yazısının başlığı da İdrak Tutulması idi!..
Tek bir itirazım var; idrak mı kaldı ki, tutulsun?
Silivri’dan kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
14 Aralık 2011