İçeriğe geç

“Sayın Büyük”ten Ne İsteniyor?

Pensilvanya’nın Başbakan Erdoğan’a “Sayın Büyüğümüz” diye hitap ettiğini duymuştum.

Kaçınılmaz bölünmenin yaşanacağını 2009’da, 100 Yılın Hesabı- Türk’ü Tasfiye Projesi’nin son sözünde “Karabasana Yatmak” başlığıyla yazdım. İşte o “kâbus” günleri başladı.

Zaman’da 23 Kasım’da yayınlanan “Kibir” yazısı çatlağın değil, ‘rest’in habercisidir. Çünkü bunun öncesi var.

Seçimden kısa bir süre sonra Hüseyin Gülerce AKP’nin yüzde 50 başarısının kendilerine ait olduğunu belirtip nasıl bir Anayasa istediklerini, bu gerçekleştirilmezse desteği çekeceklerini duyurdu…

12 Eylül’de Ali Ünal, “ustalık dönemi” ile ilgili ‘endişeleri’ni paylaştı. Üç uyarısı vardı: “Ustalık iddiasında bulunma, şükret, eğil… Gurur, kendini beğenme günâhkar insanın koynunda bir akreptir.” deyip yanına hatalarını hatırlatacak bir “vezir” almasını tavsiye etti. Hemen peşinden Fethullah Gülen’in: “En çok zevk duyacağımız şey, sevdiğimiz ve sevgisinden emin bulunduğumuz kimselerden gelen tenkitler olmalıdır.” sözünü hatırlatıp şöyle devam etti:

“Başbakan’dan beklentimiz kendisini övenlere, takdir edenlere değil; ülke ve millet sevgisiyle kendisinin de hayrını düşünerek doğruyu, gerçeği işaret edenlere, tenkid edenlere kulak vermesi; dünya ve şahısların adına hiçbir beklentileri olmayan kanaat önderlerine aklını da kalbini de açması, daima gerçek rey ve basiret sahipleriyle istişare etmesidir…”

Bu satırlardan, Başbakan Erdoğan’ın “tavsiyelere” kulak asmadığı, Pensilvanya ile “istişare”de bulunmadığı açıkça anlaşılıyor.

Ali Ünal, Erdoğan’a, “serinkanlı, dikkatli davranıp icraatta bulunması” tavsiyesini: “İnşallah sözünü ettiğimiz endişeler birer vehimden ibaret kalır.” temennisiyle bitirdi.

* * * *

19 Eylül’de Washington temsilcisi Ali H. Aslan ses verdi bu defa.

O günlerde Erdoğan Mısır, Tunus, Libya turuna çıkmış; laiklikten ve “emperyalistlerin petrol çıkarcılığı”ndan söz etmişti. Bakın Ali H. Aslan neler yazdı:

“Erdoğan’ın Sarkozy ve İngiltere Başbakanı Cameron’a petrol çıkarcılığı imasında bulunması hoş karşılanmadı. Rekabet doğal; ama bu yaklaşım ‘fair play’ dışında bulundu… Fransa belki hak edebilir; ama özellikle İngiltere özenli bir yaklaşımı hak ediyor. Batı’yı o coğrafyadan silme izlenimi vermekten kaçınmalı… ABD dahil Batı’da, hatta yer yer bölgede şimşekleri üstünüze çekebilir. Ankara’ya düşen, parlayan yıldızla gözü kamaşmaksızın, teenni ve tevazuu elden bırakmaksızın, müttefiklerle ilişkilerini yıpratmamaya azami özeni göstermek.”

“Kedi”ye “kedi” demenin rahatsızlık yarattığı kesin. Tuhaf olan, “bizimkilerin” bu rahatsızlığa anlayış göstermesi!.. Kaldı ki, bir sohbetinde Fethullah Gülen de bu açılımları “Türklerin Afrika’ya dönüşü, Araplarla kucaklaşma” diye anlamadığını hissettirdi. O’na göre “Evet, 100 yıllık hasret bitiyor”du… Amma, “duygusal değil, gerçekçi” olunmalıydı… “İlgimiz dindaşlıktan öte gidemez”, daha açıkçası, “Benim okullar önemli.” mesajı verir gibiydi.

* * * *

Geldik 30 Ekim’e. Pazar günü olmasına rağmen (malum, Hoca Efendi’nin vaazları genellikle Cuma günleri yayınlanır) Sızıntı Dergisi’nde 1 Eylül 2005’te yayınlanmış “Haset” başlıklı yazısını gördük. En başında “haset” için: “İyilikleri yakıp kül eden saplantı.” denilmişti. Bunun bir yıkma, yok etme hissi olduğu İblis’ten, Firavun’dan örneklerle anlatılıyor; “cinnet, delilik” hallerinden söz edilip bu hastalığın erken teşhisinin öneminden dem vuruluyordu.

Araya bu defa de “kıskançlık” mı girmişti ne?

* * * *

Ve 6 Aralık’ta Gülen’in Kurban Bayramı mesajı geldi. Sadece “hizmet” peşinde olduklarını, bu uğurda her türlü “balyoz”a katlandıklarını hatırlatıp: “Maddi, manevi, kalbi, ruhi ücret peşinde olunmamalı.” uyarısında bulunuyordu.

* * * *

İşte tüm bu “mesajlardan” sonra “Kibir”e varıldı. O da yeni bir yazı değildi; Ağustos 2005’te, yine Sızıntı’da yayınlanmıştı. Burada benim altını çizdiğim satırlar şunlardı:

“Çevresindekileri halayık görmeye başlar, herkesi horlar, hafife alır, kırar geçirir; en sadık kapıkullarını bezdirir, candan takdirkârlarını ve en vefalı yaranlarını kaçırır… Böyle biri, mukaddeslere saygısızlık yapanları affetse de şahsına kusur edenleri, kendine tasarladığı makamları, payeleri seslendirmeyenleri hiçliğe mahkûm eder…”

Bu tür kişilerin “lânetlendiği, şeytana, küfre açık olduğu, iflah olmadığı, akıbetlerinin hep küfürle noktalandığı” şeklindeki analizleri geçip tüm bunlardan çıkardığım sonuca geliyorum:

Fethullah Gülen, Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hayali kurmamasını bildiriyor… Yakın çalışma arkadaşlarını değiştirmesini istiyor!..

* * * *

İstekler bundan ibaret değil. “İllâ ve derhal yeni Anayasa” da deniyor… “Sakın ola ki AB’den kopmayın, demokratikleşmenizin yegâne teminatı o.” da deniyor…

Nereden çıkarıyorum? 16 Aralık’ta Hüseyin Gülerce yazdı ve dedi ki:

“Askeri vesayetin bittiğini zanneden varsa yanılır. Anayasal, kalıcı ve esaslı tedbirler alınmazsa kin, nefret ve acımasız bir rövanş için pusuda bekleyenler geri dönerler…”

Bazılarının rüyasında bile “Ergenekon” gördüğüne kâni oldum. “Korkunun dağları beklediğini” anladım ve kendi kendime sordum:

“Eğer kin, nefret varsa acaba bu tohumları kim ekti? Dönüp, aynaya bir bakarlar mı?”

* * * *

Peki, nasıl bir Anayasa istiyorlar? Bunu da cemaatin TÜSİAD’ı haline gelmesi hasebiyle Gül’ün tüm dış bağlantılarını bizzat takip ettiği, ABD ve AB’nin yeni göz bebeği TUSKON’un, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na gönderdiği Anayasa teklifi ile öğrendik. İşte beklentileri:

Genelkurmay’ın MSB’na bağlanması,

Jandarma’nın kaldırılıp iç güvenliğin tamamen polise bağlanması,

Kuvvet komutanları ve üst düzey komutanların üçlü kararname ile atanması,

Askeri mahkemelerin kaldırılması,

Askeri harcamaların tamamen Sayıştay denetimine alınması,

Vatandaşlık tanımından Türk’ün çıkarılması,

Diyanetin özelleştirilmesi,

Dini, mezhebi veya inancı doğrultusunda eğitim alma, verme hakkının tanınması,

HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin mevcut yapısının korunması,

Cumhurbaşkanı’nın istediği kanunları referanduma götürme yetkisinin olması…

Yoruma gerek yok, her şey gayet açık değil mi? Ama tek bir şey söylemek istiyorum:

Asker şapkasına “türban” muamelesi çekilip “kamusal alan” yasağı arzusunun kalp atışlarını duyuyorum!..

* * * *

Tövbe, hâşa Erdoğan’ın adeta “Güneşi batıdan doğdurması” bekleniyor!..

Bir yanda Suriye-İran, öte yandan Anayasa için baskı yapılıyor. Üstüne “Cumhurbaşkanlığı’nı unut.” deniyor. Hangi birine yetişip hangisine öncelik versin?..

İslâm coğrafyasında savaş ihtimali birilerini hiç ilgilendirmiyor; sadece Anayasa derdindeler. Bir savaş halinde ülkenin tesbih tanesi gibi dağılması, ateşlere düşmesi değil de inisiyatifin yeniden askere geçmesinden mi korkuluyor; tek dert bu mu, nedir?

Erdoğan’ın: “Kendinize çok güveniyorsanız, yüzde 50 sizinse, buyurun partinizi kurun.” dememek için kendisini zor tuttuğuna eminim… Ama boğaz, dokuz boğum işte!..

Üçkâğıt parçası, 2 DVD, 3 CD, 5 telefon konuşması, 3-4 bilgisayar saldırısı ile ülkenin altı-üstüne getirildi…

Şaşıracaksınız; ama tüm samimiyetimle Erdoğan için endişeleniyorum!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler,

Müyesser YILDIZ

16 Aralık 2011

Kategori:Uncategorized