Günün muktedirleri, zalimleri, firavunları… “Demokrasi” damarı çatlamışları… Tespih gibi dizilmişler…
Bilûmum “açılımın” bayraktarı, “STÖ’ler ne derse, o olur.” diyen onlar.
ABD korkusu, AB sevdası, Haçlı hayranlığı onlarda.
AB’den kopacağız, İsrail’le kapışacağız diye akılları çıkan onlar… Sanırsınız ki yarış atı; arsızca Türkiye’ye “kamçı” arıyorlar.
Kıbrıs’ı yük gören,
İslâm coğrafyasında kardeşi kardeşe boğazlatacak Haçlı projesinin en yılmaz savunucuları onlar.
T.C. tarihinde ne varsa nefret edip yok olması için çalışan, bugünün değerleriyle 100 yılı yargılayıp infaz eden,
Peygamber ocağını düşman ordusu zanneden de onlar…
Ne adına? Hep “demokrasi” aşkına!..
İyi de bu “tespih”in “imamesi” başka konuşuyordu. Diyordu ki;
Süper güçlerin tavrı tamamen menfaat ilişkilerine dayanmakta. Menfaatleri zedeleniyor ise insan hakları, demokrasi vs. (ki yıllardan beri pek çoğunun dilinde pelesenk bu kavramları) hiç dinlemeden her çeşit müdahalede bulunabilirler…
Şimdilerde teslimiyetçi politikalar izliyoruz. “Kore’ye!” diyorlar, koşa koşa gidiyoruz. “Çekiç Güç!” diyorlar, kabul ediyoruz. “Somali’ye harekât var.” diyorlar, “Amennâ.” diyoruz. “İncirlik Üssü’nü açın, Irak’ı bombalayacağız.” diyorlar, “Başüstüne!” diyoruz. Petrol boru hattını daha “Kapatın.” demeden kapatıyoruz vs. Bütün bunlarda daha başka türlü davranılabilir miydi? O ayrı mesele. O günkü şartlar esas alınarak değerlendirme yapılabilir. Ama bunlar, teslimiyetçi politika uygulanmadığını göstermez…
“Gümrük Birliği’ne, Avrupa Topluluğu’na girelim mi, girmeyelim mi?” kısır tartışmalarını yapacağımıza herkes bir araya gelmeli ve gelecekte bizi bekleyen muhtemel tehlikeler adına alternatif düşünceler üretmeli, plân-projeler ortaya koymalıdır. Aksi hâlde, Batı dünyasının belirlediği gündeme tâbi kalırsak, yarın önümüze hiç istemediğimiz çok farklı durumlar da çıkabilir. Sonra da tıpkı Tanzimat Dönemi’nde olduğu gibi: “Acaba bu badireden nasıl kurtuluruz?” düşünceleri içinde çırpınmaya başlarız. O günler şimdiden görülerek ülkesini seven herkes, alternatif proje ikamesi için seferber olmalıdır…
Ülkemizde bazen bir kısım STÖ’ler bir araya geliyor ve Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlık’a, Askeriye’ye bir anlamda muhtıra nevinden görüşlerini iletiyor; bu tür makamları ideolojileri hesabına kullanmak istiyorlar. Bunlar devletin kurumlarına bir şeyler emretme veya dikte etme konumunda mı, değil mi? Bunun behemahal belli edilmesi lâzım. Aksi takdirde yarın başkaları çıkar, bünyesinde 50-100 vakıf teşkilâtını toplar, kurumlara dikte etmeye başlayabilir. Devlet yetkilileri hiç kimsenin, hiçbir kuruluşun böyle bir saygısızlık yapmalarına izin vermemelidirler. Hür ve demokratik bir ortamda yaşadığımıza inanmak istiyoruz. Demokratik bir ortamda böyle militanca çıkışları anlamada zorluk çekiyoruz. Bunun böyle devam etmesi, devlete ve demokrasiye güveni sarsar…
Said-i Nursi: “Bir topluluğun başına gelen olumsuz şeyler, başta bulunan insanlar yüzündendir. Savaş sonrası galibiyet bütün orduya; ama mağlubiyet komutanlara mâl edilmelidir.” buyurmuş.
Oscar ise: “El âlemin bize ettiği şey ne kadar büyük olursa olsun bizim kendimize ettiğimiz hepsinden daha büyüktür.” demiş.
İşte Hocaefendi bunların altını da çiziyordu!..
“Süper güçler, küreselciler” bizim elimizle bizi işgâl ederken, herkesin “demokrasi” abdestini tazelemesi zamanı gelmedi mi?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler,
Müyesser YILDIZ
11 Ocak 2012