İçeriğe geç

Necdet Özel’e Niye Üstün Hizmet Madalyası Takıldı?

Yıllardır hep, “barış” diyerek, çaktırmadan “savaş” yaşandığını kafamıza işlediler… Savaş iki ülke arasında, düzenli ordularla olan iştir. Ama bu “barış” söylemleriyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşısında bölücü terör örgütünün “seviyesini” başarıyla yükselttiler!..

HDP’li Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret’in, “Türkiye’de bir iç savşa yaşanıyor” veya Selahattin Demirtaş’ın, “Bu savaşın başlamasında, büyümesinde, karar alma sürecinde bir yokuz” sözlerini geçelim.

Erdoğan birkaç gün önce, “1071’de Alparslan’ın ordusunda, 1299’da Osman Gazi’nin arkasında, 1453’te Fatih’in emrinde, 1920’de Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde milletimizin verdiği mücadelenin aynı ruhla bugün de devam ettiğini” söyleyip, “Milletimizi, bin yıldır vatanımız olarak sahip çıktığımız, adeta dört elle sarıldığımız Anadolu coğrafyasından söküp atmak isteyenler, bugüne kadar hep hezimete uğradılar. İnşallah bundan sonra da ülkemizin ve milletimizin birliğine, beraberliğine ve dirliğine göz dikenler yine aynı akıbete uğrayacak, aynı hüsranı yaşayacaktır” dedi.

Yani bölücü terör örgütünü, “3-5 çapulcu” olarak nitelendirse de “savaşta” olduğumuzu anlattı.

-ABD de Sırtını PYD’ye Dayıyor-

Peki “savaş” varsa, karşımızdaki tetikçi PKK ve uzantılarını destekleyen devlet veya devletler kimlerdir?

Ve

“Savaş” hukukunun gerekleri yapılıyor mu?

Sırasıyla cevaplayalım:

PKK ve uzantılarının arkasında kimlerin olduğu belli. “Üst akıl” diyerek geçiştirseler de Düvel-i Muazzama var.

Erdoğan HDP’nin, “Biz sırtımızı YPG’ye, PYD’ye, PKK’ya dayıyoruz” açıklamasına kızıyor. El hâk, çok haklı da;

Birincisi, HDP ile seçim hükümeti kurmadılar mı, yani sırt sırta vermediler mi? Kimse, “Anayasal zorunlulukla” açıklamasın… Anayasayı “tanımadıklarını”, “rejimin fiilen değiştiğini” söylemediler mi? “PKK, PYD’ye sırtını dayayanlarla ortak olmayız” deseler, kim itiraz ederdi ki?!.

İkincisi; ABD görünürde PKK’yı terör örgütü saysa da Suriye’de PYD-YPG’yi müttefiki ilân edip, sırtını onlara dayamadı mı?

Madem savaştayız; Niye bu ABD ve diğer düvel-i muazzama ülkelerine İncirlik’ten Batman’a topraklarımız açıldı, bu suretle Türkiye de PYD’yle “doğal müttefik” yapıldı?

HDP, şimdi bölgedeki operasyonlar için BM, ABD, NATO ve AB’nin devreye girmesini istemiyor mu? Bunların tamamı da güya PKK terörünü kınarken, “Acilen müzakere masasına dönülsün” demiyor mu?

Demek HDP sırtını sadece PKK-PYD’ye değil, bunlara da dayıyor. İncirlik anlaşmasıyla, Türkiye’ye iyice yerleştikten sonra kimi koruyup-kollayacakları belli değil mi?

Sadece bunlar mı? AB Konseyi Başkanı Donald Tusk Türkiye’ye geldi. Medyamız, Tusk’un Hürriyet’e yaptığı saldırılar ve basın özgürlüğüne ilişkin demeçleriyle ilgileniyor.

Tusk, medya ve ifade özgürlüğü için mi geldi? Neyin peşinde?

Birincisi, Türkiye’nin sığınmacıların kampı haline gelmesi, “Hıristiyan olmayanların” Avrupa’ya geçmemesi için “mantıklı bir işbirliği” yapmaya…

İkincisi; Türkiye’nin garantörlükten vazgeçmesi, Kıbrıs’ın AB’ye teslimi için… Tusk’un Ankara’dan Kıbrıs’a gitmesi tesadüf mü?

PKK tetiğiyle köşeye sıkıştırılmış iktidar, bu konularda düvel-i muazzamaya “hayır” diyebiliyor mu?

Ya Rus Ordusu’nun Suriye’de Esad’ın yanında sıcak çatışmaya girdiği iddiaları? NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırdığı yönündeki haberlerin kendisini endişelendirdiğini açıkladı.

Doğruysa NATO da Türkiye’ye yerleşecek demektir. Zaten Erdoğan, Türkiye’nin aynı zamanda NATO toprağı olduğunu söylememiş miydi?

“Üst akılla” savaşta isek, “milli mücadele” veriyorsak, bu nasıl mücadeledir?

-Mayın Arama Taramaya Bile İzin Verilmedi-

Erdoğan ve iktidarlarının “çözüm süreci”ndeki “aldatılmışlıklarını” tekrarlamaya gerek yok. Erdoğan’ın, “Süreci, silah stoklama süreci olarak değerlendirdiler” itirafı yeterli.

Şu anda kendi ifadeleriyle bir “savaş hâli” var ve sonuna kadar gidilecek, öyle söylüyorlar.

Peki böylesine acımasız, “Bizi Anadolu coğrafyasından söküp, atmayı” hedefleyen bir savaşta normal hukuk kuralları mı uygulanır?

TSK’nın terörle mücadelede hukuki güvence, yani “savaş hâli” talebi niye kabul edilmiyor? Son haftalarda yapılan operasyonlar için bile yarın yargılanmayacaklarının garantisi var mı?

MHP Lideri Bahçeli’nin, OHAL ve sıkıyönetim çağrılarına “zinhar hayır” diyorlar. İyi, ama kendilerinin bulduğu daha iyi bir mücadele yol ve yöntemi var mı?

Erdoğan geçenlerde çıktığı bir tv programında aynen şu ifadeyi kullandı:

“Bu süreç içerisinde güvenlik güçlerimiz herhangi bir çatışmaya girmeyelim dediler.”

“Operasyonlarla ilgili polis ve askerin pasif kaldığı; Çünkü polisin vur emrinin olmadığı, askere ve polise ‘kışladan, karakoldan çıkma’ emrinin verildiği” yönündeki eleştirileri de şöyle cevapladı:

“Bu iddiaların hepsi aslı astarı olmayan, doğru olmayan yalan ifadeler. Kesinlikle bu konuda askerimizin de polisimizin de yetkisi var, böyle bir şey olduğu anda da bu yetkisini rahatlıkla kullanabilir. Ve bu konuda Başbakanlığımızın Silahlı Kuvvetlerimize verdiği ayrıca yetkiler vardır, Emniyet Teşkilatına bu konuda verilmiş olan yetkiler vardır, artık bu süreç farklı bir süreçtir… Her şeyden önce Türkiye’de iç ve dış emniyet noktasında teröre karşı yeri geldiği zaman hükümetin gerek polisiyle, gerekse askeriyle bunu yapabileceğine amirdir, anayasa da amirdir, kanunlar da amirdir. Ve bu konuyla ilgili olarak Türk Silahlı Kuvvetleri nelerde kullanılır, bunların hepsi anayasamızda da var, kanunlarda da var.”

Erdoğan’ın bu açıklamalarının ardından, medyaya Başbakan Davutoğlu başkanlığında yapılan güvenlik zirvesinden sonra terörle mücadelede izlenecek stratejiye dair haberler yansıdı. Strateji şuymuş:

– Asker ve polis savunma pozisyonunda kalmayacak, taarruz pozisyonuna geçecek.

– Çözüm süreci sırasında askerin operasyon yapması için Vali’den izin alması uygulamasına son verilip, sıcak operasyon ve sıcak takip yapıldığı süreçte “vur” emri bölgedeki askeri yetkililerde olacak.

Aslında bu “yeni strateji” bile geçmişin günahlarının kimde olduğunu yeterince açıklıyor, ama biz yine de Erdoğan’ın açıklamaları ve Davutoğlu’nun kararlarıyla ilgili şunları soralım:

– “Çözüm sürecinde herhangi bir çatışmaya girmeyelim” diyen kimdi, polis mi, asker mi? Vesayetlerin kalktığını, siyasi iradenin herşeye hâkim olduğunu söylemiyorlar mıydı?

– 2008-2010 yılları arasında terörle mücadele konsepti, “ara-bul, etkisiz hale getir” idi. Bu konsepti, “Dağda taşta gezmeye ne gerek var, bekle-gör, etkisiz hale getir” şekline dönüştüren kim/kimlerdi?

– Erdoğan’ın “vur emriyle” ilgili, “Böyle bir şey olduğunda…” sözü ve iktidarın “yeni stratejisi” halen de bu konseptin uygulandığının, yani ancak teröristler gelip, saldırdığında karşılık verildiğini ve sıcak takip yapılabildiğinin delili değil mi?

– Hangi güç, TSK İç Hizmet Kanunu’nu değiştirip, Kara Kuvvetleri’nin ülke içinde kullanılmasını yasakladı ve sadece sınır güvenliğini sağlamakla görevlendirdi?

– Geçen yıl askerler sadece Şırnak’ta 100 operasyon izni niye istedi, pikniğe gitmek için mi? Neden sadece 3’üne izin verildi? Aynı şekilde Hakkari’de mayın arama tarama için istenen izinler dahi niye geri çevrildi?

– Bugünlere gelinmesinin sebebi asker idiyse, Necdet Özel’e niye devlet üstün hizmet madalyası takıldı? Gerçekleri milletle paylaşmayıp, sustuğu ve emirlere harfiyen uyduğu için mi?

Son soru hepimize:

Bu anlayışla, “Milletimizi Anadolu coğrafyasından söküp atmak isteyenleri hezimete uğratmaları” mümkün mü?

Müyesser YILDIZ

11 Eylül 2015

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/sahi-necdet-ozele-neden-ustun-hizmet-madalyasi-takildi-1109151200.html

Kategori:Uncategorized